YURTTA OLUP BİTENLER unmuş, bunun partiyi ilzam etmediği bildirilmişti. Fakat anlaşılıyordu ki afer'in gayes afları içinde Muhalefetin ışbırlıgı karşisında uya- nan endişeleri bertaraf etmekti. Ha- kikaten bundan iki sene evvel dahi, yani son kanunların çıkmasından çok önce, 1954 seçimlerinde D.P. nin bu- gunku Muhalefet bloku karşısında al- dığı rey nisbeti fazla sağlam görün- müyordu. Başta İstanbul olmak üze- re bır çok büyük şehirde, ekserıye— tin den kaçmış olduğ ise bızzat teşkılatın başında olanlar hu- susi konuşmalarında kabul ediyorlar- dı. Endişelerin hakiki kaynagı buy- du,. Anadoluyu bilenler ise; — orada da Vazıyetın parlak olmadıgını görü- yorlardı;: Bunlara karşı Zafer'in ver- diği teselli, Muhalefetin işbirliğinin gerçek olmadığını söylemekten iba- ret kalıyordu. Hakikaten, — yapacak başka bir şey de yoktu. D.P. içinde bir çok milletvekili, du- rumun böyle olduğunu kabul etmek- le beraber Genel Başkanın gene işin içinden çıkacağı hissiyle seçimlerin mukadderatını Adnan — Menderese bağlamıştı. Grupta böyle bir hava- nın estiğini, Demokrat milletvekille- riyle temas eden muhalifler söylü- yorlardı. Muhalefet ara seçimlerinin yapılmamasını da, bu hissin dağıl- mamasını temin sebebıne bağlıyordu. Hakikaten ara seçimlerinde D.P uğrayabileceği bir hezimet -ki, halefet bunu muhakkak sayıyordu - bahis mevzuu havayı yok edebilir, D. P. milletvekillerinin hareket hattını değiştirebilirdi. Fakat şu bir aylık ta- tilini seçim bölgesinde geçirenler da- hi Muhalefetin işbirliği. mevzuunun bütün Türkiyede akisler uyandırdığı- nı ve bılhassa büyük tarafsız kütle- de iyi tesir bıraktığım, hâdisenin D. P. sözcüleri tarafından belirtildiği gi- bi hafife alınamayacağım kolaylıkla anladılar İktidarın bir şeyler yapma- sı lâzı Millî Korunma Kanununun tatbi- katından da bir çok sınıfın şikâyetçi olduğu ve bu sınıfın memlekette sö- Zü eçen bır sınıf teşkil ettiği gozden kaçmıyordu. Karaborsacıların me nunıyetsı_zlı_gı elbette ki bahis mev- zuu deği ama namuslu bilinen bir çok iş adamının, hattâ esnafın dert yanması karşısında — tatbikatın aksaklıkları bulunduğunu kabul et- memek imkânsızdı. Bilhassa kanu- nun gıda maddelerine tatbiki veya tatbiki arzusu müşküller doğuracak mahiyetteydi. Zira gıda maddelerinin fiyatım ucuz bulanların bunları pi- yasaya arzetmemeleri, diğer malları ortaya çıkarmamaktan çok daha ko- . Anadoluda iyi tetkik yapanlar Milli Korunma Kanunundaki tadille- rin iki taraflı silâh olduğunu ve dik- kat edilmediği takdirde atanı yara- layabileceğini farketmekten kendile- rini alamadılar. Ne var ki müdde- tin kısa olması, dertlerin tam ola- rak belirmesine mâni teşkil ediyordu. Fakat yaz ayları D.P. nin. geçen se- neye nazaran dahi bir şeyler kaybet— tiğini ortaya koyuyordu. erçi ne mıhı, çivi, yedek parça veya 1lastik 10 gibi maddelerin sıkıntısı daha az dik- kati çekiyordu. Ama bunlara kar- şılık eski demokratlarda bir bezgin- lik görmemenin imkânı yoktu. Bil- hassa profesyonel politikacılar Mu- halefetin işbirliği meselesine — temas ediyor ve en çok ondan haber soru- yordu Bunun D.P. için tehlike kay- nağı olduğunu teşkilât» — merkezden çok daha iyi görüyor, anlıyordu. Bu- nu biraz da tabii karşılamak lâzım- dı; teşkilâtın içindekiler seçim bölge- sinin realitesiyle her gün karşı kar- şıyaYı ydı. Merkez ise son yıllarda se- çim bölgesinden tamamile uzaklaş- mıştı. ki, bu büyük bir avantajın kaybıydı. Barolar Bir protesto Geçen hafta içinde Türk Hukuk Kurumunun yeni başkanı Dr. Muammer Aksoy bir mecmuaya yaz- dığı yazı ile bütün hukukçuları mes- leklerinin gerektırdıgı vazifeye davet ederken -yani bir hukuk devletinin kurulması için mücadeleye- İstanbul- dan bir ses yükseliyordu. Sesin sahibi genç bir avukattı. Fakat İstanbul ba- rosu namına konuşuyordu. — İsmail Arar -genç avukatın adı buydu- İs- tanbul Barosu başkan Vekılıydı Ar- kadaşlarından selâhiyet mış baro binasında bir basın toplantısı tertiplemişti. Toplantının bir hususi- yeti vardı: İstanbul Barosu seksen küsür senelik bir maziye sahipti, bu ilk basın toplantısıydı. Şimdiye ka- dar avukatlar adına basına bir beya- nat verilmesi lüzumu hissedilmemiş olacaktı. Fakat İstanbul avukatları artık buna sıra geldiğine kani bu- lunmalıydılar. Toplantıya katılan gazeteciler, ve- rilecek beyanatı hazır buldular. Bu- nun dikkatle yazılmış olduğu anla- şılıyordu. İstanbul Barosu, avukatla- rın sesini duyuracak gazetecılerın ve gazetelerın bir kazaya uğramamala- rı için ihtiyatlı davranmıştı. Beya— nat, yeni Basın Kanununun ışığı al- dikkatle seçilmişti. mevzuu olan, devam eden bir davada savcı- lık tarafından okunan iddianamey- di. Bedii Faik aleyhinde dava açıl- mıştı, ilk duruşmada savcılık iddia- namesini okumuştu. İddianameye gö- re muharrir Cumhurbaşkanı Celâl Bayardan bahsederken - "Demokrat AKİS okumadan yapamıyorsanız, mecmuanızı bayilere gelir gelmez erhal alınız. 'olduğunu iyi Partinin avukatlığını yapıyor de- mişti. Savcılık neşriyatın "Reisicum- hurun şahıslarına izafe edilmek is- tenılen sıfat itibariyle de edep Ve ürmete münafi olduğu" nu iddia dıyordu İşte, İstanbul avukatlarını bir basın toplantısı yapmaya sev- keden bu itham olmuştu. Davaya ka- rışmıyorlardı; kimin haklı olduğunu tayin etmek mahkemeye ait bir işti. Suç mevzuu, yazının yazılışındaki se- bep ve gaye, temas ettiği iddia olu- nan kanun maddeleriyle irtibatı ba- ronun konusu dışındaydı. Fakat a- vukatlığın vakar ve haysiyetini, ce- miyet içindeki şerefli mevkiini ko- rumakla mükellef olan — barolar ve onların müntesipleri bu sıfata yönel- tilen her hareket karşısında azami titizlik göstermekle mükelleftiler, bu onların asli vazifesiydi. Bu bakımdan, mevkii her ne olursa olsun bir kim- seye avukatlık sıfatının izafe edil- mesinin edep ve hürmete münafi ad- dedilmesini avukatların , müsamaha ile karşılamalarına imkân yoktu. Böyle bir hareket avukatlıgı halk efkârı nazarında aşağı ve küçük dü şüren bir zihniyetin ifadesiydi. Hele bunun, avukatlığın bir amme hizmeti bilmesi gereken iddia makamından sadır olması cidden ü- zücüydü. Şimdi İsmail Arar, baro olarak resmen bir talepte ve müra- caatta bulunmadan önce İstanbul Ba- rosu başkan 'vekili sıfatıyla — savcı- lık makamından iddiasının tavzihini istiyor ve bekliyordu. Bahis mevzuu iddianamede maksadı ifadede bir zuhul olması muhtemeldi, adliye ci- hazının bir rüknü olan şerefli avu- katlık mesleğinin iddia makamınca kuçumsenmek ve kötülenmek isten- memiş bulunması kabildi. Bu bakım- dan savcılık açıklama yapmaya da- vet olunuyordu. Fakat savcılıktan şu satırların ya- zıldığı ana kadar bir haber çıkmadı. İstenilen açıklama yapılmadığına gö- re, İsmail Ararın beyanatında belir- tildiği veçhile baro olarak resmen bir müracaat ve talepte bulunulacaktı. Bu hareket yapılacak mıydı? İşte, merak uyandıran buydu. Zira. Baro başkan vekilinin beyanatından tam bir hafta sonra savcılık başka bir davanın iddianamesinde sünnetçilik mesleğini küçük düşürücü sayılacak bir iddiada daha bulunuyordu. Sün- netçilerin de aynı şekilde hassasiyet göstermeleri doğrusu beklenilemezdi. Böylece hâdiseler daha da, fazla a- lâka çekecek bir mahiyet: alıyordu. Hukukçuların, kurumlarının yeni başkanı olan Dr. Muammer Akso- yun ikazlarına ve İstanbul Barosu başkan vekili İsmail Ararın hassasi- yetine ne dereceye kadar kulak ve- recekleri, daha doğrusu kulak veren- lerle vermeyenlerin nisbetinin ne ol- duğu bugünlerde anlaşılacaktı. Kim bilir belki de barolar harekete geç- meyecek de Sunnetçıler Cemiyeti, mensublarının "vakar haysıyetını cemiyet içindeki şeretlı mevkı ik rumak" da daha titiz davranacak. sayın — hukukçularımıza bir küçük ders verecekti. AKİS, 28 TEMMUZ 1956