TİYATRO BİR CEVAP S aygı: sayana; terbiye: alana gö- redir, derler... Suratı asık adama efendim, bende- niz için rahatsız oldunu » dıye mu- kabele edilemez. Tokat atanı ya mahkemeye Verırler veya o da sura- tına tokadı yer Size kayıtsız şartsız salahıyet veriyorum' ahki ip; id mde «teca uğrama dan» <<hakarete mâruz kalmadan» bir ki seye fena muamele etmış veya tek tır yazı yazmışs . 23 Ekim tarıhlı "AKİS” mecm da şahsım hak- kında yazılmış yazının başında Ssöy- lediğiniz gıbı «Utanç verici» bir ah- lâksız, «seviyesi düşük» bir aktör ol- duğumu itirazsız kabul edeyim... Bir hâdise olmuş! «Hazin oldu- ğu nisbette tiyatromuz için utanç ve- rici ve seviyı duşurucu» imiş! — Sebep? «Dünyanın neresinde hangi san- atkârın aklına gelir ki, — kendisini «tenkid» eden tiyatro yazarlarına bir gazetede cevaplar neşretsin!» böyle bir şey yaptımsa tenkid edenlere hakaret ettimse: hay elim kırıla!.. Her tenkıd gibi tiyatro tenkidi de —onu kendine —meslek edinmiş olanlar için— bir haktır, meşrudur.. ama <tenkid» olursa. Yoksa bir he- zeyanname, — bir hezelname olursa ona tenkid değil, tecavüz derl Mecmuanızda benim hakkımda o yazıları yazan muharririnize sorun bir kere: «Tenkid» adı altında çı- kan o küfürnameyi okumuş mu? Uza- ğa gitmeğe ne hacet. «Kibarlık Buda- lası» hakkında yazdığı e «Mamamu- şi> böbürlenmesi, mâlâyâni makaleyi kendinden başka kimseye okutabil- miş mi? Okutmuş da: bir «Yahu ne ayıp şeyl,» — diyene tesadüf etmemiş mi? Dünya yüzünde peygamberler— r yu bi; yaptığı işi; ileri sürdüğü teklifi, yüzde yüz beğendiren, kabul ettiren ferdi biyhemtâ: Kadem nihâde'i alem olmamıştır; bu malüm. Elbetteki beni beğenenlerin yanında beğenmi- yenler o acak denlerin sıra— sında zem er de bul Onun için <<Tenkıd» in benı kızdır— ması ve üzmesi şöyle dursun, mem- nun eden tarafları da vardır... «Ki- barlık Budalası» baklanda küfürsüz, iftirasız tenkidler de — çıktı, onlara «Türk Tiyatrosu» mecmuasında te- şekkür de ettim. Ben piyes provala— rında, yaşça ve sınıfça küçük arka- daşlarımın dahi tenkidlerini ister ve Vasfi Rıza ZOBU kendilerine, kendı düşüncelerine ay- kırı bir hareketimi görürlerse ihtar etmelerini rıca ve ısrar ederim. On- lar da söylerler; beraberce münaka- şasını yaparız... Ama alay, istihza ve nihayet hakaret: mâruz kalıp da, sühuletle sineye çekecek kadar ta- hammüle sahip değilim. Onun cevabı ya mahkemeye müracaat, ya sokak ortasında sıkış ırmak yahut aynı şe- kilde mukabe le etmi üçü cüsünü tercih ettım Bu öteki yanağımı da uzatacak kadar mütedeyyin olamadığım için Hazreti Mesih beni affetsin... Mecmuanızdaki o ismini gizliye- rek aleyhime yazan İstanbullu: <«Bir sanatkâr, kritiklerini gazete sütunla- rında değil, sahnede cevaplandırır. Onun yeri sahnedir!» diyor. Tekrar edeyim ki: ben, «Tenkid» lere değil, bana yapılan tecavüzlere mukabele Bunu sahnede, gazetede, radyoda kahvede istediğim yerde, gücümün erişebilecegı her hangi bır şek“d aynen cevaplandırmağa, en aşağı meselâ Fikret Adil kadar kanu- nen ve nizâmen hakkım — vardır... Kendinde bu ne gülünç bir hak gö- rüş ki: Benim, yazı de cevabıma iti- raz edıp, bu meşru hakkıma mâni ol- mağa Uuğraşır... Kendinde munekkıdlık tevehhum eden malum zevattan bir iç gazete sütununda konuşabilir- sini» diye de ona mâni olunmaz... Seyirci bulursa ne mutla ona. Oynar durur O isimsiz muarızım da böylece bilmelidir ki: basacak gaze- te, okuyacak kari buldugum müddet onun ve onun gibilerin hitaplarına mukabele etmiyecek kadar nezaket- sizlik göstermeyeceğiml!.. Biz «şülle lapa» da okur, «Ma- mamuşi» de oynar ve <onların» ha- yatlarım sahnede âleme ibret olsun diye canlandırırız.., Böylece gazaba gelerek bizi:. «Bayağı bir üslüp» ile itham edip, «pervasız» — lığımızdan şikâyet edenlerin kararan gözleriyle, söylediklerimizîn ve yazdıklarımızın mânasını anlamıyacak kadar kavra- yışsız veya anlayıp, aleyhimize tefsir edecek kadar garezkâr olduklarını da Hân ederiz... İS : Aziz üstad, epeyce ve- riştirmişsiniz. Yalnız, yanlış yere ol- Zira 0 yazıyı yazan sizin zan- nettiğiniz kimse değildir. Kusura bak- mayınız, Devlet Tiyatrosu Aman, maşallah ikkat, dikkat: Büyük ve Küçük ti- yatrolarda pazar günleri de temsil vardır. V Biz de bunu, bırkaç gundur Ankarada duvarlara asılan afiflerden ogrendık Şu, büyük boy kâğıt üzerine siyah ve kırmızı mürekkeplerle basılan — zevksiz afişlerden Hazır yeri gelmişken Devlet tiyat- romuzun afiş çıkmazından mek faydalı olurdu ama o değil. şka mu asebet başka zaman da afişlerden — söz açanz Evet, dıyorduk ki, Büyük v Küçük tiyatrolarda pazar günleri de temsil verileceğini — Devlet Tiyatrosu duvar afışlen ile ılan etmektedir. kapalı Öyle ya, mademki Devlet devlet muessesesıdır bütün en geniş reklam vasıtaları ile ilân et- melidir... Gerçekten tiyatro mensupları bi- rer memur olsalardı, diğer devlet me- bir o da sıra geldiği takdirde me- zunıyet alabilselerdi i İstanbul Şehir tiyatrosu sanatkârları- nın memurlardan daha fazla çalıştıkla- rını ispat etmek için Muhsin Ertuğrul- n tanzim ettiği mesai cetveline uygun olarak çalışsalardı pazar günleri üste- lik bir de matine oynıyacaklarını ilan ettikleri zaman, tıyatronun bu fedakâr- lığını biz de alkışlardık. Halbuki, geniş kadrosuna rağmen eserlerde dublor bulundurmaya u d r hangi bir Vazıfelı nez- le oka tıyatroyu tatıl eden, memur mesaisi lük çalışmaları ile bir türlü zaman içinde eser çıkaramıyan, bu se- beple de ya boş salona oynayan veya temsillere ara veren böyle bir tiyatro eğer pazar günleri de temsil vermiye- cekse, haftanın kaç gecesi bu tivatroya mensup olan herhangi bir sanatkâr yılda kaç saat mesai yapar? Eğer bu afişlerin bir başka mak- sadı varsa ve eğer idari — değişikliğin bir başarısı gibi gösterilmek maksadım güdüyorsa, böyle Operalardan — gala temsillerini kaldırmak kadar ehemmi- yetsiz bir karar için hem de esas vazife sayılan bir hareket için: bu masraf ya- pılmamalı idi. Denilebilir ki, halk pa- zar günleri temsil olmadığını biliyor, bu değişikliği duyurmak 1 ile afiş çıkarılmıştır. Bu sebep — red edi- lemeyecek kadar da kuvvetlidir. Fakat Devlet tiyatrosu eksik — vazifelerinden birini tam iÇi günleri temsil verilecekti, bu prensip AKİS, 6 KASIM 1954