ARAŞTIRMA Doğu illeri ve Kürt Vatandaşlarımız ürtler hakkındaki ilk görgüm, bir çocukluk hatı- rasıdır. Bilmiyorum hangi yıldaydı ve bilmiyorum kaç yaşındaydım. Fakat birgün garip kıyafetli, gö- rünüşleri ürküntü veren, heybetli bir süvari alayının Edirne'den geçişi, şehrin hemen bütün meraklıları gibi, bizim kenar mahalle çocuklarım da sokaklara dökmüştü. Sessiz, ürkek, çekingen, halkın ayakları dibine sığınarak, geçen alayı seyretmiştik. Bu geçen- lere Hamidiye Alayı deniyordu. Alayın süvarileri sı- ra sıra, ardarda geçtiler. Ellerinde uzun mızraklar vardı. Boyunlarına tüfekler çapraz asılmıştı. Bellerin- den iri kılıçlar sarkıyordu. Fakat asıl, kıyafetleri kor- kunçtu. Başlarına kocaman papaklar geçirmişlerdi. Bu koca papakların ortasında birer tuğra parlıyordu. Sırtlarına asker elbisesi değil, nice yıllar sonra Kazak- lar içinde ve nicelerini gördüğüm kazak mantoları giymişlerdi. Çizmeleri de galiba renkliydi. İşte bun- lar, Padişahın Kürt askerleri imiş. Geçişleri ve görü- nüşleri hem heybetli, hem korkunçtu. Biz çocuklara öyle geldi ki, bu askerlerin karşısında düşmanları- mız tir tir titrerler. İşte, o günden sonra bende, Kürt denilince uya- nan hatıra, hep bu güçlü, heybetli, atlarını yeri sar- sar gibi süren, iyi giyimli insanlar oldu. Fakat birgün Kürdü Kürtler içinde görünce, hu çocukluk hatıralarımın izleri hazin bir şekilde silin- di: 1916 başlarında Kafkas cephemiz, Erzincan batı- sındaki Karadağ hattına kadar çekilmişti. Benim birliğim, Kemah boğazında, Munzur dağları eteğinde üslenmişti. Munzur dağları, Dersim denilen ve son zamana kadar Devletin hiç bir suretle yerleşemediği dağlık, esrarlı bölgenin kale duvarları gibidir. Üzer- leri yaz - kış karlarla örtülüdür. İşte biz Kemah bo- gazına yerleştiğimiz zaman hana sık sık verilen vazi- fe, bu dağlara tırmanıp, onun karlı geçitlerinde, zir- velerinde askerimle keşifler yapmaktı. 19 yaşında bir yedek subaydım. Her dakikası har türlü ihtimaller içinde geçen bu çetin maceralar beni sarardı. Hakiki Kürdü, evvelâ bu dağlarda gördüm. Ve bu gördüklerim, benim çocukluk hatıramdaki Hami- diye Süvarilerinin izlerini birden ve tamamen sildi. Bu Dersim boğazlarında, zirvelerinde rastladığım ve hem bizim kendilerine "Kürt" dediğimiz, hem onla- rın kendilerini "Kürdem" diye tanıttıktan yaratık- lar, Tanrının hiç bir yerde, hiç bir kuluna lâyık gör- mediği çıplak bir sefaletin, açlığın, mutlak yoksullu- ğun korkunç ve tarif kabul etmez hiçliği İçindeydiler. Meselâ, ilk gördüğüm Kürdü hatırlarım: Karlar içinde, yalınayaktı. Göğsü - bağrı açıktı. Saçı, sakalı, Şevket Süreyya Aydemir bıyığı, göğüs kılları buz tutmuştu. Giysisi don göm- lekten ibaretti ve bu gömleğimsi şeyin içi, tipiden karta dolmuştu. Ama bize övündü, "Ben ağanın ku- luyum" diye.. Ondan sonra bunları ve bu bölgeleri, çeşitli za- manlarda, ya asker, ya devlet görevlisi olarak gör- mek imkânlarım oldu. Ve gittikçe daha derinden şu- na kani oldum ki, biç bir yerde insanlar için hayat, bu kadar çetin olmamalıdır. T ürkiye'de Kürtler var mıdır? Ve Kürtler kimdir? Bu soruların birincisinin cevabı şudur: Evet, yurdumuzda Kürt vatandaşlarımız vardır. 1927 ilk nüfus sayımına göre, Türkiye'de 13 milyon 648 bin insan yaşıyordu. Bu nüfusun 1 milyon 357 bin 347'si Kürttü. 1955te nüfus yekünu 24 milyon 65 bin oldu. Resmi rakamlara göre, bu nüfusun 1 milyon 504 bin 82'si Kürtçe konuşur olarak gösteriliyordu. 1965 sa- yımında genel yekün 31 milyon 291 bin 207 ve Kürtçe konuşanlar 2 milyon 327 bin 778 oldu. Kürtlerin anayurdu ve "Kürt" deyiminin gerçek mânası üzerinde kesin bir görüş birliği yoktur. Gerçi Lord Cürzon'un Genel Kurmayca yayınlanan bir ese- rinde ve Şükrü Mehmed'in "La Çuestion Kürde" isim- li eserinde Kürtlerin Turanı oldukları yazılıdır. An- cak, Kürtlerin vaktiyle İran yaylasının batısında, me- selâ Zagros dağlarında yaşayıp, oradan daha kuzeye yaydan, bu suretle Doğu Anadolu yaylalarına göçen Âri bir kavim oldukları baklandaki görüş birliği da- ha kuvvetli görünmektedir. Bu Ârilik vasfı, antropo- lojik balamdan da barizdir. Fakat bütün bunlar, Kürt- lerin Turani kollarla karışmış oldukları gerçeğini ta- bii kapatmaz. Zaten çağımızda ve dünyanın hiç bir ülkesinde saf ırk olmadığına göre, elbette ki Kürtler de ırki bir halita vasfım gösterirler. Kürtlerin tek tarihçisi olan Bitlis Hakimi Şeref ban, Kürtlerin Ana- dolu'ya göçünü İran kaynaklarına bağlıyarak izah eder Ararlar zamanında bu Kai Lahordu ve Yu- nanlı Ksenofon'un "Anabas nbinlerin ricatı" isimli eserinde ve Kürtlerin “bugün yoğunluk göster- dikleri bölgede Karduklardan bahsedilir. B izde Kürtler hakkında ilk resmi eser, Meşrutiyet devrinde, 1915'te Muhacirin Umum Müdürlüğü a- dına Alman Dr. Friç tarafından yazıldı (9). Bu eser- de Prof. Veber'den ve Rus Akademisi kaynaklarından nakiller vardır. Dr. Friç'e göre, mütecanis bir Kürt dili yoktur ve Kürtçede Türkçe kelimeler çoğunluk- tadır: Kürt milliyetçilerinden Celâdet Bedirhan, daha AKİS