KA DIN Köy Kardeş köyler Orta yaşlı esmer kadın, şahadet par- mağını sallıyarak havaya kaldırdı Ve yarı ciddi, yarı alaylı bir sesle: "— Size 150 tane fidan getirdik. İki gün sonra tekrar geleceğiz. Bu fidanlar dikilmemiş olursa, o saman çekeceğiniz var" dedi. Güneşten yanmış bir köy delikan- "— Emret Başöğretmenim" diye cevap verdi. Fidanları otobüsten köy meydanı- nın bir kenarına indirdi, dizdi. Köy meydanı bir anda siyah önlüklü öğ- renciler ve kucaklarında çocuk taşı- nema haline sokmuştu. Bir başkası film makinesini taşıyor, dört kişilik doktor ekibi ise okulun aralık odasın- da çocukları muayeneye başlamış bu- lunuyordu. Herkesin bir tanıdığı, bir sevdiği, bir dertlisi vardı. Herkes bir- birini özlemişti. Bir ekip çocuklara haftalık meyve ve sebzelerini dağıtır- ken, bir öğretmen kadın köy kadınla- rına temizlik konusu üzerine bir ko- nuşma yapıyordu. Tanınmış yerli i- lâç firmalarından toplanan ilâçlar da ihtiyaca göre hastalara verildi ve sağ- lıkla ilgili çok güzel bir renkli film gösterildi. Ziyaretçiler arasında senatörler, milletvekilleri, ziraatçiler, maarifçiler de vardı. Bunlar köylülerle köyün Bir kardeş köyde sohbet Elele, yan beyaz başörtülü kadınlarla odol- muştu. Otobüs ve özel arabalardan inen kadınlı erkekli bir kalabalık ta bunlara karıştı ve meydan bayram ye- rine dündü. Ankaradan dört kilometre ötede, 325 nüfuslu, 68 haneli Karaku- sunlar köyünde geçiyordu. Orta yaş- lı esmer kadın, Namık Kemal İlko- kulu Başöğretmeni Ferdane Oo Aytaç idi. Namık Kemal İlkokulu ile 65 öğ- rencisi bulunan Karakusunlar İlko- kulu 27 Mayıs inkılâbından sonra kardeş olmuşlardı. Namık Kemal O- kul - Aile Birliği böylece sık sık köyü Ziyarete geliyordu., Otobüslerden inenler derhal çalış- maya koyuldular. Bir erkek, köy il- kokulunun tek sınıfını karartarak si- 26 başbaşa.. gerçeklerini tartışıyor, dertlere çare arıyorlardı. Bir maarif müfettişi köy- lülere ot turşusu yapmasını o öğreti- yordu. Otu toprağa gömüp yeşil ola- rak saklamak mümkündü ve ot tur- şusu yiyen hayvan, kışın saman ile gıdalanan hayvandan en aşağı on mis- li fazla gelişiyordu. Hayvancılıkla geçinen Karakusurt- lar köyü için bu en ilgi çekici konfe- rans oldu. Konuşmalar bitince köylü- ler dostlarını grup grup evlerine gö- türdüler. Bu çatısız, göz kadar pen- cereli toprak evlerin içi hem çok ter- tipli, hem de çok temizdi. Hele köyün bir Emine Bacısı vardı ki, dehşetti!.. Emine Bacı. eşinin ve çocuklarının elbiselerini işlemeli torbalar (içinde duvarlara asmıştı. Yatağı sakız gibiy- di. Dış fırçalarını da işlemeli kaplarla başucuna asmıştı. Gençlere evlilik, ve mutluluk hakkında öğütler o veriyor, köyün nasıl kalkınacağını herkesten iyi biliyordu. Ankara Evlilikte aşk Kumral, sevimli genç kadın, elinde- deki değneği duvardaki şemaya değdirdi, sonra dinleyicilerine odön- dü. "— Nefret te, sevgi gibi tabii bir histir. Nefret eden kimse bir dere- ceye kadar kendi kendisini tatmin et- me çabasındadır ama, şurası muhak- kaktır ki, herkes sevgiyi, nefrete ter- cih eder. İnsanlar doğuştan itibaren daima ilk olarak sevgi ırmağını de- nerler. Hislerini bu yönde akıtmak isterler. Fakat eğer burası onlara ka- palı ise, çaresiz kalarak hislerine baş- ka bir mahreç ararlar. Sevgi ırmağı kendilerine herhangi bir şekilde bir baraj veya mania ile kapalı olursa şahsın can sıkıntısı, üzüntü ve acıla- rı evvelâ küçük küçük derecikler şek- linde iken sonra birleşir, genişler, de- rinleşir ve kocaman ' bir nef- ret ırmağı halini alır. Nefret ırmağını durduracak baraj mevcut değildir" diye konuştu. Değnek ince ırmaklar, barajlar, büyük şellâleler oüzerinde dolaşıyor- du. Sonra bu birinci şemadan kalk- tı, ikinci şemanın üzerinde dolaşma- ya başladı. Bu şemada bir dikdörtgeni bir küçük elips, bir daire, aydınlık ve karanlık kısımlar vardı. Bunlar sevi- len şahsı, çevreyi, sevenin hislerini temsil ediyordu. Aşkı bu şekilde ele alan cesur ka- dın, Zirat Fakültesi Ev Ekonomisi kürsüsü doçentlerinden Rezan Şahin- kaya idi. Rezan Şahinkaya Amerika- da iki yıl, "Çocuk ve Aile Münase- betleri" konusunda ihtisas yapmıştı ve fakültede olsun, kadın derneklerin- de olsun, yaptığı konuşmalar büyük ilgi topluyordu. Geride bıraktığımız haftanın başında Ziraat Fakültesinin büyük konferans salonu, yer ayıran- larla, yer kapmak için vakitlice gi- denlerin mücadelesi arasında tıklım tıklım, dolmuştu. Doçent Dr. Rezan Şahinkaya aşkı âdeta madde ile, sağ- lamlaştırarak gözler, önüne sermiş- ti. Ama bu geometrik aşk ne heyeca- nından birşey kaybetmişti ne de .tat- lı romantizminden. Ne var ki insan aşkın dokusunu öğrenince, hislerinin nedenlerini tahlil edebiliyor ve neyin aşk olduğunu, neyin aşk' olmadığını kolaylıkla ahlıyabiliyordu. Aşk ger- çekten mevcut ise, akıl ve mantık süz- gecinden geçirilmekle hiçbirşey kay- betmiyecek, aksine, kazanacaktır. Çünkü aşk dokusunu bilen kimse, me- selâ aşk üzerinde çevrenin rolünü, me- AKİS, 16 NİSAN 1962