— Memleket ahvalini nasıl görü- yorsunuz?" oldu. Sonra sualine ce- vap bekledi. C. H, P. nin kibar Genel Sekreteri iki elini yanlara açarak ve sâdece mimikleriyle: "— Vallahi bilmem ki..." mânası- na gelen bir işaret yaptı. Cumhurbaş- kanı bu defa gene Aksalın gözlerine baka baka Gümüşpalanın Hükümete ve onun Başkanına verdiği muhtıra- dan bahsetti, Genel Sekreterin cevabı- dütten ağız yandığı zaman âdet, yoğurda üfleyerek yemektir. Hal- buki eloğlu, en aklı başında kimse- lere aynı sütü gırtlağı yaka yaka tekrar içirmeğe muvaffak oluyor. Bundan bir kaç sene önce, tam ma- nasıyla bir rezaletin cereyan etmiş olmasına rağmen, o hâdisenin şam- piyonları bugün yeniden sahnede- dirler. Hem de, meşhur hikayeleriy- le: Atatürk Filmi! Evet, devir değişmiştir. o Evet, şahıslar da değişmiştir. Hatta, ge- tirilen adamın adı da değişmiştir. Değişmiyen, Atatürk Filminin bir masaldan ibaret olduğu gerçeği ve bu işin organizatörüdür. Hatırlardadır. Günün birinde or- taya, gürültü ve patırdıyla bir A- tatürk Filmi hikâyesi atıldı. Güya amerikalılar, konusu büyük kahra- manımız olan bir film çevirecekler- di. Tabii bu, bizi sevindirdi. Ama baktık, perdenin arkasından çıka çıka Amerikalarda dolaşan bir ma- ceracı vatandaş çıktı. Girgin, bir zat olduğundan devrin büyüklerine hu- lul etti, onların gösteriş merakından başarıyla faydalandı, kendini bir bü- yük müteşebbis gibi gösterdi ve her- kesin hayretten açılmış gözleri o ö- nünde işitilmemiş bir tertip yaptı. Douglas Fairhanks adındaki sinema artistini, kolundan tutup Türkiye- ye getirdi. Türkiye Cumhuriyetinin Başkanı -Celâl Bayardı- adamı ka- bul etmekle kalmadı, şerefine Flor- yadaki Deniz Köşkünde bir de ziya- fet verdi ve bu ziyafette devlet er- kânımız pür iftihar bulundu. Reza- let o kadarla da kalmadı. Hükümet, artiste (Bağaziçinde resmi bir kasr tahsis etti ve Douglas oFair- banks alenen "Devlet Misafiri"' mua- melesi gördü. Tıpkı yi gibi o gün de orta- da ne bir senaryo, ne para, ne te- şebbüse hevesli ciddi şirket, ne de verilmiş karar vardı. Sadece bir a- dam, bir başka adamı "İşte, filmde Atatürkü bu oynayacak!" diye ya- kalayıp getirmişti. Bu, o muameleyi AKİS 16 NİSAN 1962 ' vâlini bulandırmak nı bekledi. Aksal bir kere daha aynı mukabelede bulundu. Küçük (Genel Sekreterlik odasında sessiz bir hava esti. Sonra Aksal DerUe hafifçe doğ- ruldu ve söze başladı : "— Sayın Paşam memleketin ah- isteyenler (o var" dedi. Kendine has asabi hali içinde, fakat son derece kibar bir eda ile içinde bulunulan durumu izaha çalış- tı. 22 Şubat gecesinin karanlığından Hafif YURTTA OLUP BİTENLEB bahsederken cidden heyecanlıydı. Bir ara; — Paşam, o geceyi siz de bilir- siniz. Hepimiz inönünün yanında bu- lunduk ve memleketi içkide olduğu güç şartlardan kurtarmak için çalış- tık" dedi ve sonra Gümüşpalanın da. orada bulunduğundan bahsederek alı- nan bütün kararlarda onun da dahil' bulunduğunu ifade ederek: — Bunun için 22 Şubat Davranışlar sorum - Basın Yayın ve Turizm Asıl yakılan, sağlamaya yetti. Tabu sonra ne film çevrildi, ne Douglas Fairbanks'tan bir (o haber çıktı, ne bir teşebbüs oldu, hatta ne de bir senaryo yazıldı. Şimdi aynı zat, bir başka artisti dolaştırıyor. Dolaştırır. e Türkiyeye tanınmış bir artistin gelmesi de, fe- na değil. Bütün dünyada bu, gazete- lerin arayıp ta bulamadığı bir ni- met. Bakınız, bir Elizabeth Taylor bütün dünyayı meşgul ediyor ve ro- lünü oynadığı Kleopatradan daha fazla şöhrete malik bulunuyor. Ama gazetelerin işi başkadır, Devlet ve Hükümet büyüklerininki başka.. Ba- sında "Dünyanın en meşhur keli" diye bahsedilen bu zatın, aynı orga- nizatörün refakatinde Türkiye Cum- huriyetinin Başkanı tarafından özel surette kabul edildiğini öğrenmek, onun Basın Yayın ve Turizm Baka- nı tarafından sigarasının hürmetle yakıldığım görmek, Milli (o Eğitim Bakanının bilgi arzettiğini duymak insanın yüreğini burkuyor. Hayır, hayır! Ne, Atamızın is- Bakanı sigara yakıyor başka şey! mini istismar konusu yaptırtmaya hakkımız var, ne de kentlimizi kü- çülttürmeye.. Böyle kabuller, dünya- nın neresinde görülmüştür, lütfen söylenir mi? Bir ciddi filmin bu şe- kilde çevrilmediğini, hâdisenin bir o- yundan ihanet bulunduğunu görmek İçin gündelik gazetelerin osinema sayfalarını okumuş olmak yeter de artar bile.. Eğer bu, bir "para dolabı" ise, sokağa atılacak paramız bulunmadı- gım hemen söyleyip işi kapatmalı- yız. Yok gönül eğlendirilip reklâm peşinde koşuluyorsa, memleketimi- zin başında bulunanları buna âlet ol- maktan alakoymalıyız. Sadece "Dünyanın en meşhur keli" nin ga- zetecilere verdiği demeçleri okumak, işin ciddiyetten ne derece mahrum olduğunu anlamak için kâfidir. Ama hayret uyandıran, beş sene evvelin beş sene sonra nasıl olup ta aynen tekerrür edebildiği? Kim bi- lir, belki de bu gibi vakalar "Tarih tekerrürden ibarettir" miştir." için den-