CEMİYET Mecliste dinleyiciler osalonu sevi- yorlar. Gazeteciler kulisleri. Ku- lisler birer alem. Hakikatin maskesiz gezdiği birer âlem... Avni Doğan Mecliste, kalkık kaş- lı ve mağrur: "— Peki, feragat ediyorum!" Avni Doğan kulislerde kasları inik ve mağmum: "— Kardeşim, bu bizimkiler son derece ateşin... Her uzatılanı kapı- yorlar ve sonunda zokayı yutuyor- lar. (Kusura bakmayın, deyim Avni Doğanın). Gel dediler geldik, çekil dediler çekildik." O arada Mecliste dördüncü tür devam ediyordu. Bisiklet yangına dönmüştü iş. Üçüncü tur, beşinci tur, yedinci tur. Turdan ne geçilebiliyor- du, ne seçilebiliyordu. Şükür doku- zuncu turda herkes gevşedi de, Fuat Sirmende karar kılındı. Avni Doğan erene kalktı, kaşlarıyla beraber ve Balona e yöneldi: Gidey oyumu ,Kullanayım da, yanlış anlaşılmasın. inmez, siz muhterem Avni Do- ganın hangi şahsiyetini tercih eder- diniz, biz kulislerdekini... Daha sa- --mi, daha hakiki, daha sempatik... Hiç siz onun kürsüde "zoka" deyimi- ni kullandığım gördünüz mü? Kur- lislerde kullanıyor işte. * ". Vali Teoman paşanın evinde bir da- vet var. Dâvette de 12 kadar dâ- vetli... Büfe nefis. Tavuklar birer tondan... Pilâv bir şiir... Dâvetlilerden bir hanım, Teoman Paşanın hanımına soruyor: "— Kuzu eoman ll böyle bir aşçıbaşını nerede bulmu Paşanın çıtı pıtı hanımı il tat- lı gülümsüyor: — Sorun kendisine, beni nerede bulmuş, söylesin? Herşeyi elceğiziyle (o yapmışlığını şirin bir tarzda e etmiyor mu?, İnsan hep kendisinden ağlamaklı: "— Zavallı bilmem kim, ne yapıyor" diye bahsedilse, insansa kızar. Geçen gün sordular: " oZavallı Gedikin hanımı, liste nasıl?" Onu dikkatle izlemiş bir gazeteci cevap verdi: — İlk günlerdeki sıkıntılı halini kaybetti. Kâmuran Evliyaoğlu ile bol bol konuşuyor. Parti idareciliği yapar pozda. Sonra... Sonra size key- fi iyiye doğru gittiğinin asıl oemare- sinden bahsedeyim. Bir kadın için şaşmaz ölçüdür, bu. İlk günlerde lâ- ağlamaklı acaba normal Mec- civert, koyu gri füme kıyafetler gi- yiyordu. Şimdi açık bej döpiyeslere döndü. E, demek keyfi yerinde!.." Kadınlarda keyf bir renk meselesi olmalı! * Bir foto muhabiri C.H.P. nin Genel merkezinin binasında bir kapıyı itti ve flâş parladı. Tam iteceği ka- pıyı itmişti: Ardında İnönü vardı. Etrafıyl a! — Sen nereden geldin?" diye ağlı © herkes. Damdan düştüm." Ali İhsan Göğüş atıldı: ep siz yea çıkarsınız paşam, biz silik." İnönüye hitabediyordu böyle. Pa- şa gülümsedi ve fotoğrafçıya: — Onlar da yakışıklı çıksın" di- ye tembih geçti ve bir flâş daha par- ladı. Fotoğraf makinası galiba dış gö- rünüşü çekmiyor, şahsiyeti çekiyor diye düşündük bu sözler üzerine. Ne yapsın zavallı makina?. . Makina bu! Haydar Tunçkanat -Havacı, eski Milli Birlik üyesi- o havacıların son veda kokteylinde görüldü. Hava- cılığa veda ediyordu. Ve samimi sa- mimi göz yaşı döküyordu. Sempatik- ti bu ezik haliyle... İstemiyerek, Er- dekte Tusan otelinde yemeğe gelen Ve servisi altüst eden Haydar Tunç- kanatı hatırlayanlar oldu. Garsonlar diğer müşterileri unutmuş, yalnız o- na hizmet ediyorlardı. O ağır, göz- leri ga ikili, tarihi bir heykel gibi duruy Veda an teessür için- deki etten kemikten insan, o Tusa otelindeki tarihi heykelden çok daha yakındı Kuğtım, ihtilâli yapanlar ihtilâli k lan kimse kurulmasın vs kurumlanma- sın da e yapmamış mıydılar.?... Sormalı! * İlk Türk otomobili Cemal Gürsele hediye edildi. Başladık!... Bir otel odası. Ama bu, Necip Fa- zılın şiirinde bahsettiği cinsten o- tel odası değil. Lüks memlekete gö- re. Ortada yuvarlak bir masa, kon- ferans beklermiş gibi duruyor. Etra- fında üç maroken koalisyon koltuğu. İki bavul. Bavulun üstünde iki adet kürk. Biri truakar, biri manto. Kürk- lerin yanındaki cüce sehpada iki ya- yık şampanya kadehi. İçlerinde kö- pükler kurumuş. Belli ki, ailece esas- lı biç tesit merasimi olmuş. Bu, Suat Ürgüplü ve eşi "Şerefe! Hayri Ürgüplünün Ankara Palasta- ki odası Bu tedir alafranga usül ve üs- lüpla bu kadar şampanyalı alayı vâ- lâyla , neyi tesit ettikleri malüm. Yalnız, oda ortada olduktan son- ra, ne olur kimse çıkıp: "Bu makamı hiç istememiştik, kabul etmeğe mec- bur olduk, yoksa gidip meskenimize, bahçemizi çapalamak isterdik" gibi şeyler demesin artık, Demez de zan- nederiz, * İki güzel kızdılar: Birine Dorethy mour Suzan deniyordu. Birine Danielle Darrieux Şule. İkisi de Fran sız mektebinde okuyorlar ve hayran- lıklar arasında Beyoğlunda dolaşı- . Seneler geçti, asıl Dorothy geçkinleşti, oasıl Danielle Darrieux ihtiyarladı. o Benzerlerinde hayat hiç iz bırakmadı. Tesir etme- di hayatın akışı, onlara... Bu gün ikisi de bundan 15 sene evvelinden daha alımlı, Biri... Ondan çok bah- sedildi, etmiyelim artık. Öbürü, yani Şule, İranlı bir diplomatla evlendi. Şimdi Ankara sosyetesinde parıl pa- rıl parlıyor. Ve kocasının memleke- tini o kadar benimsemiş ki, kendi memleketinden "Türkiye" diye bah- sediyor... "Biz diplomatlar" diye de- vam ediyor... Güzel elbiselerden bi- rini giyiyor, birini çıkarıyor... Giy- mesi çıkarması iyi, fakat... İsterse- niz şunu şu şekilde söyliyelim: Keş- ke bize gelen yabancı gelinler bizim memleketi Şule Bahrami'nin vatanım benimsediğinin Üçte biri ka- dar benimsese... Üçte birinden fazlası... Zaten faz- a! AKİS, 6 KASIM 1961