Milletvekili olarak B.M.M. nde ça- lışmış. Şimdi de, Ankara Ütüversi- tesi Rektörü ve İlahiyat Fakültesi Profesörü. Suut Kemal Yetkin 13-14 yaşla- rında işe şiirle başlamış. Aruzu iyi Milyar. Hatta 1928'de yayınlanmış bir de şiir kitabı var: "Şiiri Layâl". 1927 yılına kadar şiir yazmış. "Salı ra o yayınladığım kitabı toplattım piyasadan.." diyor gülerek, şiiri bı- rakmasını da şöyle açıklıyor: Fel- sefe öğrenimi beni şiirden uzaklaş- tırdı, şiir üzerinde düşünmeğe yö- neltti." Yetkinin bugüne değin ya- yınlanan beş deneme kitabı var: "Edebiyat (OKonuşmaları" Sanat Meseleleri 345-, “Düş'ün Payı" kitaplarındaki odenemeleriyle, kitaplarına almadığı yazılarının ço- Şunluğu şiir üzerinedir. Suut Kemal yetkili, yazılarını hemencecik yâzıveren bir i de- gil. Çok duruyor, çok işliyor üzer- lerinde. "Boileau'nun bir sözü var- dır" diyor, "Arasıra ekleyiniz ama, çok zaman siliniz der. Ben arasırn ekleyen, çok zaman itilen bir yaza- rım" Önce büyük esericedit kâğıtla rına düşüncelerini, aralıklı aralıklı not ediyor. Sonra onları oturup bir- leştiriyor. Sonra da eline bir alisi a- ıp, Boileau'nun dediği gribi siliyor, arasıra ekliyerek... İş bununla bit- miyor, üçüncü kez yazının dili üze- rinde çalışmalar başlıyor. Sözcük- ler üzerinde duruyor. "O sözcük de- gil de. bu daha iyi anlatıyor demek istediğimi." Yatı, bu çalışmadan sonra temize çekilip yayınlanabilir bir hâle geliyor. Suut Kemal Yet- kin "“İnancıma yöre, yarıda şişkin- lik yazarın yetersizliğini gösterir" iyor. Eylül sonunda Fransada Mâison- neuve Yaymevince yayınlanacak o- lan 400 sayfalık "Türkiyd'de Türk Mimarisi" adlı yeni bir eseri var Yetkinin. Yetkin bu eseri Fransız- ca olarak yazmış, "İslâm Mimari- si" adlı eseri ise, kendi alanında önemli bilimsel eserlerin başında gelenlerden. Sözü dönüp dolaştırıp AKİS, 70 HAZİRAN 1961 eleştirmeye getiriyoruz. o Yetkine göre "Eleştirmen, okuduğu bir ese- ri geniş pir topluma anlatan ve duyuran kişidir. Bunu ya- parken, elbette yetişmesinin, çev- dünya görüşünün etki- Bu bakımdan eleştir- mede tarafsızlık, ya da objek- tiflik olama. Objektif o çalışma, bilimsel çalışmadır. Oysa elettirme, bir bilimsel Çalışma ürünü değildir Bir eleştirmen elbette kendi görü- şüne, duyuşuna en uygun olan ese- ri tanıtmaya, değerlendirmeye yö- nelecektir. Eleştirmen, düşüncesin- deki hürlük, beğenisindeki incelik, bilgilerindeki enginlik, O yargıların- daki içtenlikle okuyucuların güve- nini kazanır." Peki, bir oeleştirmende aranıla- cak nitelikler nelerdir? Yetkin bu soruyu şöyle cevaplandırıyor: "Bir kere engin kültürü olacak- tır. Sonra, yaratılıştan açık yürekli insan olacaktır Bir ahlâk sağlam- lığına eritmiş olacaktır, Dil zevki olacaktır. Dili kötü edebiyat eteri olamaz çünkü. Eleştirmen, okuduğu eserin diline eğitebilecek bir kişi olacaktır. Psikolojiden, sosyal bi- limlerden anlıyacaktır.." "Bizde böyle eleştirmen far mı? diyorum. Başını iki yana sallıyor, bir acım- sı gülümseme kaplıyor yüzünü: "Hayır" diyor, "benim anladı- ğını anlamda eleştirmecimiz yok." “Peki nasıl yetişir bu?" "Bir kere, saydığımız nitelikler- de kişiler olsa bile, ülkemizin koşul- ları, yayın araçlarının bu türe ge- reken ilgiliyi göstermemeleri yü- zünde yetişmez bizde eleştirmeci. Eleştirmeciyi biraz da koşullar ye- tiştirir.. Yazacak bir yeri olmalı- dır Önce. Yazdığıyla geçinebilmeli- dir. Bir, ikinci meslek değil, birinci iş olarak ele alabilmelidir bu türü ki, gününün bütününü kitaplara, kitaplar üzerinde düşünmeye, dü- SANATÇI VE DÜNYASI şündükleri yazarak duyurmaya ve bu yolla etkin almaya çalışsın Biz- de hangi gazete böyle bir eleştirme- nin yetişmesine imkân verecek bir sütun açabiliyor? o Açmadıklarına göre , bizde daha uzun yıllar eleş- tirmeci yetişemez. Tanıtma yazıla- rıyla avunur gideriz. Demli lm içerken, “şu anlamsız, alar, ne dersiniz? diyorum. Gtiluyar "Gençler" dr” Avrupanın XX. yüzyılın başında çözümlediği so- runları yeni şeylermiş gibi ortaya sürüp, üzerinde tartışmalar yapı- yorlar, akımlar yaratmaya çalışı- yorlar. Soyut, ya da anlamsız şiiri anlamam, Kapalı şiir vardır. Bu da şiirin yoğunluğundan gelir. Mal- larme bu şiirin en iyi örneklerini ver miş bir ozandır. İnsan denen yaratık yalnız düşünceden ibaret değildir. Aynı zamanda duygu ve duyum- dur da. Böyle olunca şiir insanın bütününe, yâni hem düşüncesine, ham duygusuna, hem de duyumuna seslenir. Meselâ Valery şiire fikri getirmiştir, soyutu değil. Gençlerin hemen hiç birisi sanat felsefesiyle uğraşmıyor. Hatta gereği gibi dille de Uğraşmıyorlar. Yeteneğini belir- tir bir, ya da iki kitabı yayınlanıp ilgiyi üzerine çekende bir "yeterlik duygusuzdur başlıyor: Ben oldum artık! Bu, bir sanatçı lala iflasının ilanı demektir. Örnekleri çok. İlk romanıyla kendini Dostoyevsky ol- dum sandı mı bir kişi, az gelişemez artık. Ama, gençler bizi kocamış buluyorlar. Hattâ fikirde gerici diyorlar. Onların yeni öğrenip de zaten zıpladıkları şeyleri, ne alım onlardan yaşlıyız, biz 23-30 yıl önce okuduk. Onun için bize ye- ni gelmiyor. Bize eski, onlara yeni geldiği için de onlar yenici, bizler gerici oluyoruz! Ne dersin?" Saatin geceyarısını çoktan geç- tiğini, le ulaştığını bir aralık sez- dik de, Sohbeti kestik. Yoksa saba- hı etmek işlen değildi. 31