MaziyebBakış 17“ senesinin, Demokrat İkti- arın katlamağa cesaret edeme- diği 19 Mayıs Bayramından bir iki gün sonraydı. Ankara kolejinin ilk okul öğrencilerinden bir grup ho- calarıyla beraber Anıt Kabir! ziya- len gözleri yaşla doluydu. Bu on bir yaşında bir oğlan çocuğuydu. Numaralı gözlüklerinin altından elinin tersiyle gözlerini sildi ve kendinden iki yaş küçük erkek kardeşine dönerek : "— Ben de Atatürk gibi büyük adam olacağım. Ne olur, beni de buraya gömseler.." dedi. Ersan Özeyir ağzından küçücük kalbinin bütün safiyetiyle çıkan bu dua, çok çabuk kabul olacaktı. 26 Mayıs 1960 günü küçük Er- san dünyanın en mesut çocuğuydu. Haftalardan beri iş için Amerika- da bulunan babası evine dönüyor, hem da yeni Ur otomobil getiri- yordu. Çocuk Çankayadaki apart- man dairelerine heyecandan sığa- mıyor, sık sık Müdafaai Hukuk Caddesine fırlıyordu. Nihayet saat 15 te beklenen otomobil göründü. Ersan çok arzu ettiği spor araba- sına kavuşmuştu. Çocuğu tozlu arabadan Indirjoek mümkün olma- dı. Bütün yorgunluğuna rağmen Dündar Özey oğlunun hatırını kı- ramadı ve ailece gezmeğe sıktılar. Gölbaşına doğru giderlerken o Er- san direksiyona geçti. Yaşına göre pak âlâ kullanıyordu. Gazinoda bi- raz oturduktan sonra erlerine dön- düler. Ertesi sabah, yani 27 Mayıs sa- bahı annesi Ersanı 6.30 da uyan- dırdı. İmtihana hazırlandıkları için sınıf öğretmenleri talebeleri mutat saatten bir saat evvel sınıfta top- luyor ve müşküllerini hâl ediyordu. Ersan daima alnına düşen saçlarını dikkatle taradıktan sonra salona geldi. Mektebe gitmeğe hazırdı, vaktin dolmasını bekliyordu. O sırada dairenin kapısı vuruldu. Gelen hanım üst kattaki komşula- rı ve yakın dostlarıydı. Çak heye- canlı görünüyordu. "Necla, ihtilâl oldu, asker idareyi eline aldı, ça- buk radyoyu acın" dedi. Necla Ö- zey hemen kocasını uyandırdı. Baha alelacele giyindi. Nasıl olmuş ta hiç bir şey duymamışlardı. İhtilâlin En Ersan Özey Küçük şehid Hayretti> doğrusu. Radyoyu açtı- lar, bir asker sesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilk tebliğini okuyor- du. Ersan mutfağa koştu, kahval- tıyı hazırlıyan atat annesine müj- deyi verdi: "Anneanne, asker ba- şa geçmiş!" Dündar Özenin ise ilk aklına gelen, yakın dostları profe- sör İlhan Arsel oldu. İlhan Arselin başı Demokratlarla derde girmişti. Bu kurtuluş haberini ona kendi ver- mek İsterdi. Arseller Yeni Posta caddesine taşınmışlardı, telefonla- rı da yoktu. Bir dakika içinde ha- zırlandı ve eşine: "Ben İlhanlara gidiyorum. Ersan da mektebe bıra- kırım" dedi, Genç kadının "Aman, bu gün de gitmesin" demesine kal- i. Babasının ç radyosunu kaptığı gibi yanma koş- tu, 'Beni de al babacığım" diye yal- vardı. Baba oğul yeni kapıdan çık- mışlardı ki radyodaki ses "Vatan- daşların evlerinden dışarı çıkmama- larını" rica etti. Necla Özer merdi- venlere koştu, fakat geç kalmıştı. Araba hareket etmişti. İçeri girin- ce annesi ile karşılaştı. Yaşlı hanım "Ersan nereye gitti, daha çaymı bi- le içmedi" dedi Anne kut endişeyle birbirlerine baktılar. Saat 7 yi 20 geçiyordu. Radyonun başına yeni dönmüş- lerdi ki sokak kapısı açıldı ve içeri baba girdi. Yalnızdı. Üstü başı kan içindeydi. Bütün ağızlardan kir tek feryat yükseldi: "Ersan?" Nere- deydi, ne olmuştu? Zavallı annenin bu suallerin cevabını kocasının ağ- zndan duymasına lüzum yoktu. Başlarına selen büyük felâket içine doğmuştu. Oğlu elinde transistör radyosuyla babasının peşinden ka- pıdan çıkalı henüz beş dakika bile olmamıştı. Ama bu beş dakika İçki- de Ersan muradına ermiş, küçücük bir çocukken birden büyük adam oluvermişti. Talihsiz baba çılgın kaideydi. Bu bir kâbustu, doğru olamazdı. Her şey o kadar ani cereyan etmişti ki.. Bir kaç dakika evvel, yanında oğlu, arabasiyle hareket etmişti Çankaya İlkokulunun hizasında as- falta çıkıp İngiltere sefaretine doğ- ru krvrılmıştı. Arkadan geçip Posta caddesine çıkacaktı. Hariciye köş- küne gelmeden bir bölük asker ara- bayı durdurmuştu. Başlarındaki su- bay vaziyeti izah etmişti. Yol kana- lıydı. Baba "Sağolun" dedikten son- ra geri dönmek üzere manevra yap- maya başlamıştı. Sefarete doğru ar- ka arkaya gittiği anada bir silâh sesi duyulmuştu. Ne olduğunu şaşı- ran genç adam, arabadan fırlamış- tı. O anda olanları pak hatırlamı- yordu. Kendisine geldiği zaman, bir kurmay binbaşının kolları arasın- daydı. Ersan yanında yoktu. Biraz evvel radyosuna ada sıla sarılmış, oğlunun ayakta durduğu yer kıpkı- zıl kana boyanmıştı. Silâh sesine, kaza mahalline koşan subayların teessürü çok büyüktü. Verilen emir kat'i idi. Kimseye ateş edilmiyecek- ti. Sonradan anlaşıldı ki, Ersan bir serseri kurşuna kurban gitmiştir. Bahtsız yavrucak, ne olduğuna an- lamadan şakağından vurulmuştu. Talihsiz anne baka an büyük tesel- iyi büyüğünden en küçüğüne kadar İhtilâli yapanların yakınlı- ğında, sevgisinde buldular. Oğulları milleti uğrasa şehit olmuştu. Vu- rulduğa caddeye Şehit Ersan ismi verildi. 11 yaşında küçücük bir şa- hit! İçine doğmuş gibi... Pr? senesinde Dündar Özey, Sivas- ta askerliğini yapıyordu. Bir sabah saat 4 te yerinden fırladı, koğuşta yanında yatan arkadaşla- AKİS, 29 MAYIS 1961