YURTTA OLUP BİTENLER grubun açık sözcüsü olmuş, Türkeş- le arkadaşlarının her sözünü büyük başlıklarla yaymaya, hattâ, konuş- malarını tefrika etmeye başlamıştı. Bunun yanında Peyami Sefa ve çö- mezi Gökhan Evliyaoğlu, grubu Ba- sının tasalludundan koruma vazife- sini yüklenmişlerdi, Türkeşler, Öz- Şu, T ürkiyenin üzerinden bulutların dağılmış olduğu su sırada, bir mesele Basın ile Milli Birlik idaresi arasında bol bol mürekkep sarfına yol açmakta devam ediyor. Bu, ga- ilan ve reklâmın tanzimiyle alâkalı bir tasarının or- talıkta dolaşması neticesidir. Şam- piyonluğu bilhassa. Basın - Yayın ve Turizm Genel Müdürü Ahmet Yıldıza maledilen bir "İlân ve Rek- lâm Kurumu Kanunu" tasarısı ge- ne bir kısım basıbı -ama Mendere- sin "Bir Kısım Basın"ını değil, ara- larında o zümreye dahil olanların da bulunduğu bir başka kısım bası- nı- heyecanlandırmış, harekete ge- İstanbulun bü- yük gazeteleridir. Türkiyedeki ga- sekseninden fazlasını temsil ettikleri doğrudur. Doğru olan bir başka husus bun- ların, maddi menfaatleri bahis ko- nusu olduğunda, diğer bütün konu- lardaki fikir ve kanaatleri ne olur- sa olsun daima bir araya geldikle- ri, bir müşterek cephe teşkil ettik- leridir. Bu yüzdendir ki vakit vakit, çeşitli tebliğlerin altında Nadir Na- di ile Haldun Semavinin, Ercüment Kılıçlıoğlunun, Bedii Faik ile bilmem kimin imza- gelmesi gibi bir garip durum meydana çıkmaktadır. Hâdise, meslek tesanüdünün bir ne- Ama, maalesef çoğu za- man pek basit bir menfaat tesanü- dünün icabıdır ve bu menfaat savu- basın hürriyeti, demokrasi, dördüncü kuvvet' veya batı dünyasının desteği gibi lafla- bir çok başka düşürmektedir. sırada "Basınımızın Çilesi"ni gazetesin- de Sefa Kılıçlıoğlu dile getirmekte- dir! Bunun Hüzün verici bir tarafı zetelere verilen çirmiştir. Bunlar, zete tirajının yüzde Karacan ile Sefa larının yanyana ticesi olsa alkışlanacaktır. hayır. Hâdise, tın atılması Basın, mücadelede zayıf Düşünmek lâzımdır ki şu ları tarafından lütfen kabul edilme- li ve davranşın hiç kimseyi aldat- madığı da gözler önünde tutulmalı- d IT. dağlar, Esinler, Solmazerler üstadla çömezinin himaye kanalları altında bir takım garip fikirlerin şampiyon- luğunu yapıyorlardı. Ancak, hima- ye karşılıklıydı. Türkeşler, Özdağlar, Esinler, Solmazerler de Havadisi hi- maye etmek için ellerinden geleni esirgemiyorlardı. Zaten füli bir te- mas da kurulmuştu ve kelimenin tam manasıyla bir işbirliği oyapılıyordu. Ancak Peyami Sefa bir defa daha yalışata oynamış, güvendiği dağ- lara kar yapıvermişti. Gürselin mesajının radyolar- da okunduğu günün akşamı gaze- tede toplanan idareci heyet ilk kararı ilân meselesi. “İlan ve Reklâm Kurumu Kanu- nu" gibi bir tasarının tamamile an- tidemokratik olduğu hususunda bir tereddüdün caiz bulunmadığı şüphesizdir. Tasarıya karşı açılmış olan mücadele sâdece zedelenen menfaatlerin ilhamı neticesi değil- dir. Ama, her nedense, diğer konu- larda bambaşka düşünenlerin ilân lâfı edilir edilmez yaman bir 19. a- sır liberali kesilmeleri ve her türlü devlet müdahalesini reddetmeleri akim kolaylıkla alacağı bir tutum değildir. Cemiyetin bütün sektörle- rinde devlet (müdahalesi geriliğin değil ileriliğin ve yeni sosyal niza- mın işareti sayılırken sâdece gazete ilânları bahis konusu olunca bunu redde kalkışmak, o vadide işlerin toz pembe bulunduğunu söylemek gerçek bir Dördüncü Kuvvete yakı- şan davranış değildir. Bir noktada mutabakata var- mak lâzımdır. Devlet müdahalesiy- le devletin tanzim ameliyesi aynı şey değildir ve ( zihinlerdeki "İlân ve Reklâm Kurumu Kanunu" dev- lete müdahale yerine tanzim vazi- fesini"yüklediğinden dolayı antide- mokratiktir. Yoksa, ilân ve reklâm konusunun ciddiyetle ele alınması lüzumu pek âcil, son derece mühim bir husustur. Bu sahada füli bir te- kelin varlığı herkesin malümudur. Büyük gazeteler, tekelden faydala- nanlar zümresini teşkil ettiklerin- den dolayı bu tekeli elinde bulundu- ran şirketin, adıyla söyleyelim, ma- hut Hoferin D.P. devrindeki davra- nışını mazur görmeye kalkışırlarsa âmmeye ve mesleğe karşı olan va- zifelerini yerine getirmiş sayılmaz- lar. İlân piyasasının mutlak hâki- mi Hofer o karanlık devrede,, ortak- larından birinin hâmisi Bayar ile menfaatinin vasıtaları büyük gaze- teler arasında cambazlığın en de- vamlısını yapmış, iki tarafı da mümkün nisbeiinde idare etmişti- Ama bu arada, Bayarı idare etmek için düşük Cumhurbaşkanının şah- sen düşman kesilmiş bulunduğu ga- zeteleri ilansızlıktan öldürme te- şebbüsüne âlet olmaktan hiç bir hicap duymamış, buna mukabil müşterisi bir kaç günlük gazeteyi idare etmek için Menderesin şim- şeklerinden kendini korumayı be- cerememiştir. Bu tutum bugün bü- yük bir kaç gazetenin, prensipleri el tersiyle bir kenara itip kendi -mik- tarda büyük, mâna ve mahiyette pek cüce- menfaatlerinin savunu- cusu kesilmelerini mazur göstere- cek bir asalette değildir. Aksine, ilân meselesinin üzerinde durulma- sını gerektiren bir kötü örnek ola- rak ibret levhası yerine geçmesi gerekirdi. Her sahada tröst kurmak bir suçtur. Bu tröstü Dördüncü Kuv- vetin büyük temsilcilerine menfaat sağlamak için gerçekleştirmiş bu- lunmak, hareketi meşru kılmaz. Büyük gazetelerden memlekete ait meselelerde dajma en doğru yolu bulmuş olanların, kendi çıkarları- nın bahis konusu olduğu konularda nasıl böylesine şahsi (düşüncelere kapıldıkları anlaşılmaz bir husus- tur. “İlân ve Reklâm Kurumu'na karşı açtıkları savaş ne derece meş- ruysa, ilân dağıtımının bugünkü -ve dünkü- feci durumunda muha- fazasını, bunu bir "no man's land — kimsenin girmeyeceği arazi" gibi göstermeye kalkışmaları bir bey- hude gayrettir. Buna kimse inan- mayacak, olsa olsa topyekün Bası- na karşı yüreklerde şüphe belire- cektir. Eğer dışarıya biraz kulak verirlerse, bunun böyle olduğunu görürler. Nitekim, bu bir kaç bü- yük gazetenin ihtilâlin hemen aka- binde, sanki dünyanın en mühim meselesiymiş gibi kendi dertlerini birinci sayfalarının mutena köşe- lerinde tebliğ halinde yayınlamala- rı dudaklarda iftihar vermeyecek tebessümlere yol açmıştır. Acaba, her iki tarafın basiret yoluna sapması ve Milli Birlik İda- resinin tanzimcilikten vazgeçmesi büyük gazetelerden iyi imtihan ge çirmiş olanlarının devlet kontrolü nu kabul edip kendi çıkarlarını de- gil prensipleri savunmaları müm- kün değil midir? AKİS, 21 KASIM 1960