General Madanoğlu basın sohbetinde konuşuyor Yazılacak şey var, yazılmayacak şey var... ve demirlerle ayrılmış bölmelerin a- rasından geçerek Terminalin büyük bekleme salonuna çıktılar. Salonun bir köşesinde, siyah kır» mızı ekose bir tayyör giymiş, güneş gözlükleri ogözünde, ağladığı belli genç bir kadın, bazı adamlarla otu- ruyordu. Ekose elbiseli genç kadın, Bayan Taşerdi. Beraberinde küçük kızını da getirmişti. Salona çıkan kü- çük aralıktan Taşer görünmek üze- reyken, Bayan Taşer ayağa kalktı. Ne yaptığını bilmeden o tarafa doğru yürüdü. Birden eşini karşısında gör- dü. İki genç birbirlerinin kollarına a- tıldılar. Taşer uzun müddet eşini bı- rakmadı. Bayan Taşer durmamaca- sıma ağlıyordu. Beş altı günlük ay- rılık belli ki genç kadına bir hayli do- kunmuştu. Sonra akrabaların istilası Gaziantepli olan Taşerin, doğrusu yakını bir hayli fazlaydı. Hala oğulları, amca oğulları ve niha- sarıldılar, öptüler ve ağladılar Taşer ve beraberindekiler Termi- nal binasının üst katına çıktı. Bin- başıya burada I numaralı oda tahsis edilmişti. Odada uçak saatine kadar yakınlarıyla konuşabilecekti. Başka- sıyla, hele gazetecilerle konuşması yasaktı. Geç kalan göz yaşları Te. yakınlarıyla okucaklaşırken, Esin birkaç adım ilerledi. Birisini arıyor gibiydi. Bu sırada etrafını ba- sın mensupları aldı ve foto muhabir- AKİS, 21 KASIM 1960 leri çalışmağa başladı. Esin meşhur tebessümünü dudaklarına oturtmuş- tu. Gazetecilere: "— Bari gülerken çekin çocuklar, sonra birşey zannederler? dedi. Bu sı- rada yanığı e bir-binbaşı, eşi- nin n yukarıda olduğunu, kendilerini görebileceğini söyledi. E- sin gazetecilere veda ederek, yanla- rından ayrıldı. - Yüzbaşı 6 numaralı odada yakınlarıyla görüşecekti, içe- ri girdiğinde genç hanımını ve anne- sini gözleri yaşlı buldu. Sordu: — Ne var? Neden ağlıyorsu- nuz?" Sonra küçük çocuğunu kucağına alıp sevdi. Öptü. Kokladı. Ortada bu- lunan geniş masaya dayandı, eşi ve annesiyle görüşmeğe başladı. Bir ara da gelip odanın açık kapısını kapadı. Esinin odasının yanında al yanak- lı Yarbay bavullârıylâ boğuşuyordu. Mustafa Kaplan yalnızdı. Bekardı. Kendisini teşyie kimse i Büyük kahverengi içine bir güzel yerleştirdi. i bir bekar oldu- ğu, elinin böyle işlere yatkın oluşun- dan belliydi. Sonra kırmızı - mavi bir havlu çıkardı, itinayla ikiye katladı ve kahverengi bavulun üzerine koy- du. Büyük kahverengi bavulun ka- panması Kaplanı bir hayli uğraştırdı. Kayışını da bağladıktan sonra, palto- sunu çıkardı ve aşağı ineceğini, İs- tanbula bir telefon edeceğini söyledi. Kaplan telâşlı adımlarla aşağı inip YURTTA OLUP BİTENLER bir İstanbul mükâlemesi yazdırdı. Her halinden son derece üzgün ve bezgin olduğu anlaşılıyordu. Başını kaldırmadan yürüyor, eski dostlarinı gördüğünde hafifçe selâm veriyordı Telefonda işini bitirdikten sonra Mey dan Müdürünün odasındaki koltuk lardan birine âdeta ilişti. Yenice si garasını çıkarıp bir tane yaktı. Ama ağız tadıyla sigara içemiyordu: Bu hareketlerinden belliydi. Nitekim da kapıda duran havacı üsteğmene "— Gazetecilik bir tarafa, ama Mustafa bey dostumdur. Kendisine bir güle güle demek istiyorum" dedi Genç üsteğmen: — Elbette, elbette konuşabilirsi niz. Buyurun içeri" diye cevap verdi Kaplan ve gazeteci arkadaşı el sıkış tılar. Vedalaştılar. Bunun üzerine di ger gazeteciler de odaya doldülar ve mahcup Yarbaya veda ettiler. Kap lanın gözleri yaşardı. Basın mensup larına vefalarından dolayı teşekkür etti. Daha fazla tahammül edemiye ceği için yukarıda kendisine ayrılan odaya çı Oda geniş bir odaydı. Ortada ko caman bir masa duruyordu. Kaplan masaya dayandı. Elini başına götür dü. Birkaç saniye öyle durdu, ve bo şandı. Yarbay Kaplan ağlıyordu. Bir müddet böylece ağladı. Sonra kendi sini toparlayıp, gözlerini sildi. Aşağı ya, şeref salonundaki arkadaşlarının yanına ineceğini söyliyerek çıktı. Aman konuşmayın! eref salonunun, geldiğinden beri misafiri Ahmet Erdi. Er, eşi ve iki oğlu ile uzun müddet konuştu Pek neşeliydi. Skoç elbisesi, üçken şeklinde bağlı yeşil - beyaz kravatı Ere pek yakışmıştı. Hafif sakalı uza mıştı. Bundan ötürü bir traş olmayı arzuladı. Havacı subaylar derhal ge rekli malzemeyi buldular. Ama Er eşi ve çocuklarıyla meşgul olurken traşlı olduğunu unuttu ve öylece uç çağa bindi. Sâbık jandarma yüzba şısı ancak İstanbulda, Yeşilköy ter minalinde traş olmak imkânını bul du. Bu hususu rica ettiği alanın kibar müdürü Kurmay Hava Yarbayı Mu zaffer Eryay kendisine berberi gön derdi. Ama Ahmet Erin bir derdi da ha vardı. Sabık jandarma yüzbaşıdı şairdi de.. İki şiiri vardı ki bunları basına vermek istiyordu. Kendisini uğurlamaya gelmiş bulunan İstanbul Merkez Kumandan muavini deftetr kâğıdına yazılmış bu edebi örnekleri aldı. Gerekirse basına bizzat veri cekti Saatler 10.30'u gösteriyordu ki cumartesinin ilk yolcusu Ankara ter minalinin şeref salonunda Esin ce 11