lışanların teyid edebileceğini anlattı- lar. Yüzbaşı teklifi mâkul karşıladı. Beraberce büroya çıktılar. Ufak te- fek, gözlüklü bir zat (anlaşmazlığı halletmek için geldi. Kendisine tevcih edilen sualleri dikkatle dinledi, sonra omuzlarını silkerek, yüzbaşıya, işin tamamen aksi olduğunu, mesai saa- tinden sonra buraya hiç bir gazeteci- nin alınmadığını ve haberlerin tele- fonla verildiğini söyledi. Yüzbaşının yüzündeki manalı tebessüm gazeteci- lere, oradan bir adım uzaklaşmama- larının en doğru hareket olduğu ka- naatini verdi. Başbakanlığın merdi- venleri yeniden basın mensuplarıyla doldu ve intizar uzadıkça uzadı. Albayın karşısında Saatler sıkıntılı geçiyordu. Nihayet dervişler muratlarına erdiler. Ge- ne aynı Yüzbaşı gazetecileri yukarı çağırdı. Albay Türkeş (kendileriyle e istiyordu. Yüzbaşı, gülerek şöyle dedi: "— Sizi burada, soğukta beklet- meğe gönlüm razı olmadı. Buyurun yukarı. Albay sizlerle,görüşecek." Bu sırada saatler 10.34'ü gösteri- yordu ve Albay Türkeşin arkadaşla- rıyla yaptığı sohbet bitmişti. Grup, uzun salonun sonundaki ilk kapıdan içeri alındı. Hususi kalem müdürle- rine ait odada gazeteciler bir müddet beklediler. Daha sonra büyücek bir masanın bulunduğu ikinci bir salonu geçerek, Başbakanlık Müsteşarının makam odasına girdiler. Kendilerini Türkeş bekliyordu. Güleç yüzlü Al- bayın çehresinde, anlaşılması güç bir ifade vardı. Ama gene meşhur tebes- sümünü kaybetmemişti. Saatına bak- tı -tam 22.38 di- sonra, basın men- suplarına dönerek: "— Burada sabaha kadar bekli- yecek misiniz bakalım?" dedi. Gazeteciler "Evet" mânasına ge- len birer bas işareti yaptılar. Albay tekrar gülümsedi: — Peki, ne bekliyorsunuz?" Gençlerden biri atıldı: — Sizin istifa ettiğinizi söylü- yorlar. Doğru mu? Yerinize de Hilmi İncesulu tâyin edilmiş." Albay Türkeş dudaklarını büzüş- türdü. Bir kere yutkundu ve sağ ta- rafında oturan, kahverengi sivil bir elbise giymiş gan ei Dündar Taşere baktı. Son — Evet, doğru” dedi. Bu sırada, etrafı tetkik eden ve iyi bir kompozisyon arayan foto mu- habirlerinden birine gülerek: "— Ne o, yoksa benim resmimi Timurlenkle beraber mi çekeceksin ?" diye takıldı. Sonra da kaşlarını ha- fifçe çatarak basın mensuplarına hi- taben: "— Devlet makamları şahıslarla kaim değildir. Bu bir nöbet hizmeti- dir. Bu hizmet ilgililer tarafından 8 "“Canlanmak için Seni Bekleyen Bu Topraklar!." Menderes, on yıl boyunca bu mem- lekete her türlü tahininin üs- tünde kötülük etmiştir. Cemiyeti, kendisine benzetmek için elinden geleni yapmış, insanlardaki pis ta- rafları alabildiğine körüklemiş, hiç bir asil duygu, temiz mefhum bı- rakmamak maksadıyla gayret sar- fetmiştir. Bunun basit sebebi, ikti- darım ancak öyle bir temel üstün- de devam ettirebileceği hususun- daki doğru teşhisidir. Teşhis doğ- ' ru olmakla beraber hesap doğru çıkmamış ve sıhhatini muhafaza eden cemiyet bir fiskede diktatör bozuntusunu alaşağı edivermiştir. Ancak Menderes» uzun asırlar bu memlekete her türlü tahminin üstünde fayda sağlayacaktır. Onun macerası, elinde kudret .tutacak insanlar için ders yerine geçecek, kendini "bu memleketin beklediği sayanları uyaracaktır. D.P.liderinin, hele iktidarının son yıl- larında bir "vaz geçilmez adam" tavrı takındığı, milletin karşısına o sıfatla çıktığı hatırlardadır. Ama, bu delice fikir onun zihninde bir an- da mı yeşermiştir? Elbette ki hayır. Daha baştan itibaren, etrafında balamış, yp la milletvekiline, çocukluk arkadaşından bakanına bir kocaman zümre "Ah, senden evvel hiç kimse bu vatan için bir şey yapmadı, hepsinin “ teşohbüsü fiyaskoyla neticelendi. Sen bu toprakları şenlendireceksin, sen bu milletin yaralarım saracaksın, sen özlenen idareyi kuracaksın, İktisadi İstiklâl Savaşını sen kazanacaksın. O sa- vaş ki, onda zafer kazanılmadan Milli Mücadele dahi hiç bir şey ifade etmez" diye dört dönmüştür. Laftan lâfa ve seneden seneye, Mendere- sin biçare muhayyelesinin bu palavralara inanması onu Yassıadanın | numaralı sakini haline getirivermiştir. Hastalık ilk günden tedavi edil- seydi, bunca ıstırap boşuna çekilmezdi. Bu masalı ona kimler okumamış ki? İşte, Suzan Sözenin bir mek- tubundan bir kaç satır: "Yürüyorduk.. Deniz kenarı.. Bir gece.. İkinci Cumhuriyet, demiştin. Doğru.. Canlanmak için seni bekleyen bu top- raklar. İkinci Cumhuriyet. Her sahifesi, her satırı ismini taşıyacak bir destan İenderesi nasıl bu edebiyat mahvetmişse, elinde kudret tutacak hiç kimse de unutmamalıdır ki bu topraklar canlanmak için hiç bir şahsı beklememektedir. Bu topraklar bir sistemin sayesinde canlana- caktır ve o sistemi, herkes elbirliğiyle kuracaktır. Bu, bir anormal de- ğil, bir normal sistem olacaktır ve hiç bir merhaleyi havadan uçarak katetmek sevdasına kapılmmayacaktır. İkinci Cumhuriyetin destanı- nın ne her sahif esi, ne her satırı bir ismi taşıyacaktır. İkinci Cumhuri- yetin destanı demokrasiye inanmış, gerektiğinde kanını akıtmaktan çekinmediğini göstermiş, yılmamış, azimli bir Atatürk neslinin toptan malı olacak ve kendisine üstün vasıflar atfedilen insanların değil, her- kesin eseri sayılacaktır. Bu topraklar, canlanmaları için kendisinin beklendiğini sanan pek çok gafil görmüştür. Belki de bu toprakların canlanamaması sebebi, bu gafillerin tâ kendileridir. 27 Mayıs böyle ucuz bir edebiyatın sonuna çizgi çekmişse, Türk tarihine hizmetlerin en büyüğünü yapmış ola- caktır. AKİS, 26 EYLÜL 1960