YURTTA OLUP BİTENLER oldukları seziliyordu, O kadar ki, haklı veya haksız, Albay Türkeş bir belirli zihiyetin sembolü, dayanağı, bayrağı olarak yurtta görülmeye baş- lanmıştı. Bu zihniyetin. Milli Birlik Komitesine hakim ruhla ve zihniyetle zerrece alakası bulunmaması Başba- kanlık Müsteşarlığında bir değişikli- &i bundan bir müddet evvel "Bekle- nen bir sürpriz" haline getirmişti. Hele çarşamba akşamı Başkentte cereyan eden bir hâdise, bu sürprizin o kadir uzak da olmadığını belli et- ti Bir talihsiz beyanat daha O akşam, İstanbul o gazetelerinden bâzılarının Ankara bürolarına "Türkeşin ricası" olarak bir istek iletildi. Albay, Hukuk Fakültesinde talebelere hitap etmişti. Orada söy- lediği sözlerin yayınlanmamasını di- liyordu. Teşebbüs, gazetecilerin me- rakını kamçıladı. Aslında, pek az ga- zetecinin hâdiseden haberi vardı. Bir kaç basın mensubu toplantıda ya bu- lunmuş, ya bulunmamıştı. Hukuk Fakültesi öğrencilerinden bir grup Albay Türkeşi davet için Başbakan lığa gelmiş ve Fakültede bir konuş- ma yapmasını istemişti. Başbakan- luk Müsteşarı daveti kabul etmişti. Gitmeye kararlıydı. Bu sırada Milli Birlik Komitesinin Başkentte kalmış bir kaç üyesinden biri olan Binbaşı Dündar Taşer de Başbakanlıkta gö- rünmüştü. Zaten, daha sonraki kritik günlerde de, Dündar Taşerin kudret- li Albayın yanından hiç ayrılmadığı gözlerden kaçmadı. Aslında Dündar Taşer, yaptığı bazı çıkışlarla dikkati çekmiş olan Yüzbaşı (Muzaffer Öz- dağla birlikte güney illerini dolaşa- caktı. Fakat bir muzip hastalık Ta- şeri yolundan alakoymuştu. Boğazı- na bir ağrı musallat olmuştu! Bunun üzerine genç Binbaşı Albay Türkeşe refakat etmeye başlamıştı. Nitekim, öğleden sonra Türkeşi dinlemek için Fakülteye gidenler Dündar Taşeri de Başbakanlık Müs- teşarının yanında gördüler. Türkeş orada talihsiz konuşmalarından bi- rini daha yaptı. İddiasına göre "nor- mal yollarla muasır uygarlık seviye- sine ulaşmamız imkânsız"dı. "Tarih- te ne Tanzimat, ne Birinci, ne İkinci Meşrutiyet, ne de Cumhuriyet hare- ketleri bizi muasır medeniyet seviye- sine ulaştıramamıştı". Bu bakımdan "hamle yapmak, merhaleleri sıçra- mak" zorundaydık! Genç talebeler Müsteşara hayretle baktılar. Peki, bizi muasır uygarlık seviyesine ulaş- tıracak anormal yol hangisiydi? Son- ra, Cumhuriyetin bizi o yola soktu- gunu inkâr nasıl kabil olabilirdi? A- caba kudretli Albayın aklındaki re- jim neydi ki? Hele Türkeş Üniversi- Başbakanlık binası Nöbet te mezunlarının doğrudan doğruya yedek subaylık hakları olmayacağını söylediğinde (omemnuniyetsizlik büs- bütün arttı. Daha sonra konuşan Ta- şer tamamen ayrı konular üzerinde durdu, gençliğe güvenlerini belirtti, gençliğin her türlü ihtiyacının karşı- lanacağını bildirdi. Gençlik vazifesi- ni bihakkın yerine getirmişti. İstik- balde de yerine getirecekti. Bu söz- ler, Türkeşin bilhassa Cumhuriyet ve normal olmayan yolla alâkalı fikirle- rinin bıraktığı soğuk duş intibarını kısmen sildi. İşte, o akşam gazetelerden yayın- lanmaması "Türkeşin ricası" olarak istenilen bu konuşmaydı. Halbuki er- tesi gün, bâzı gazetelerde kudretli Albayın sözleri yayınlandı ve tabii büyük hayretle, biraz da endişeyle okundu. Hep de ona mı? Aslında Türkeş bir kaç gün evvel İstanbulda, sözlerinin hep yanlış tefsir edildiğinden gazetecilere şi- kâyette bulunmuştu. Aklında olma- yan fikirler kendisine atfediliyordu! Albayın bunu o söylerken aklına ge- tirmediği, bunun niçin hep kendi ba- şına geldiği sualinin cevabıydı. Daha İnkılâbın ilk günlerinde Le Monde gazetesine bir beyanat vermiş ve bu beyanat bazı kimselerin Albay Tür- keşe bir nevi Albay Nasır gözüyle bakmalarına yol açmıştı. O zaman Türkeş, sözlerinin yanlış tefsir edil- diğini söylemişti. Arkadan aynı fi- kirleri taşıyan bir beyanatı Times'a değişikliği vermişti. Tenkide uğrayınca, sözleri- nin gene yanlış tefsir edildiğini ileri sürmüştü. Eş fikirler, Albayın bir İzmir gazetesine verdiği beyanatta da tekrarlanmıştı. Türkeş şimdi o söz- lerinin de yanlış tefsir edildiğini bil- diriyordu. Halbuki beyanatların hep- sinde Türkiyenin demokratik yoldan dâvalarını halledemeyeceği tezi sa- vunuluyordu. Cemal Gürsel böyle dü- şünenlerin Türk millerine bühtanda bulunduğunu bir basın toplantısında resmen açıkladığı halde Türkeşin ve bâzı arkadaşlarının görüşlerinde 1s- rar ettikleri ortadaydı. Kudretli Al- bayın sözleri yanlış tefsir edilmiyor- du. Belki kudretli oAlbay fikirlerini yanlış sözlerle ifade ediyordu, ama o bile pek uzak bir ihtimaldi. Zaten Türkeş memlekette, gene ihtiyatsız tutumuyla bir "İnönü düş- manı" namı salmıştı. Bu cereyanı bir nefeste yok etmesi mümkünken bu- nu yapmamış, bilakis körükleyecek yel talihsizliklere düşmüştü. İstan- bulda İnönüyle alâkalı olarak söyle- diği sözler polemiğin ta kendisiydi. Hele o konuşmada Cemal Gürseli ba- his mevzuu ediş tarzı pek basit bir taktik olmuş ve gözlerden kaçmamış- tı. Türkeş bu tutumu muhafaza ettik- çe, İnönünün fikirlerine düşman olan- lar ve İnönüyü sevmeyenler, yahut içlerindeki politika ihtirasının tatmi- nine onu mâni sayanlar kudretli Al- bayın ardında saf almışlar, oradan salvoya başlamışlardı. Bunun da Mil- li Birlik ruhuyla elbette ki bir alaka- sıyoktur. AKİS, 26 EYLÜL 1960