eski Mardin Milletvekili M. Ali Arı - kandı. Arıkan Mardin dolaylarında cereyan eden ve sayısı tam olarak tespit edilemiyen birçok vatandaşın öldürtülmesiyle ilgili olay hakkında ifade vermeğe geliyordu. Tanık, D.P. devrinde bu olayla alakalı bir sual takririni B.M.M. ne vermiş, fakat di- ger sual takrirleri gibi bu da Meclis Başkanının sumeni içinde unutulup gitmişti. Bir tezat Gazeteciler haftanın sonunda gene o dönerkapıda, gene Menderesle a- lakalı olarak ifade vermeye gelen başka bir hanım daha gördüler. Ama onun hali ve tavrı, çehresindeki mus- tarip ifade dilber opera sanatkarının tutumuyla tam bir tezat teşkil edi- yordu. Bu, düşük Başbakanın talih- siz ve kibar eşi Berrin Menderesti. Tahsisatı mesturenin sarfıyla alaka- lı bir suale cevap vermek için gel- mişti. Yüzü boyasız, gözlerinin altı mordu. Kocasının Başbakan olarak marifetlerini (öğrendikten sonra iğ- renç hususi hayatının da teferruatını gazetelerde okumuş bulunması Ber- rin Menderesi adeta yıkmıştı. Üste- lik, bir zamanlar etrafında dönenle- rin şimdi semtine dahi uğramamaları, hatta Yassıadada bulunan eski Ba- kanların eşlerinin kendisini hiç ara- mamaları, sanki Bayan Menderese giderlerse kocalarının cezası on yıl artacakmış gibi kaçmaları talihsiz kadını üzen hususların başındaydı. Suzan Sözenler, Ayhan Aydanlar, altmış yaşındaki adamın o gülünç mektuplaşmaları Berrin oMenderese darbelerin en büyüğünü teşkil etmiş, ailesini temelinden yok etmişti. Ber- rin Menderes, kocası Başbakanken evinin masraflarının nereden görül- düğünü anlattı. Tuz, biber Soruşturma Kurulunun çalışmalarını bütün hafta içinde bir tek hadise renklendirdi. O gün üyeler 6 - 7 Eylül dosyalarının içine dalmışlardı. Alın- lardan damlayan ter, cepte mendil bırakmıyordu. Salonda ve binanın etrafında çıt yoktu. Ankaranın öğle sonrası sıcağı da adamakıllı bastır- mıştı. Birdenbire sessizliği beş-altı el patlama yırttı. Duyulan patlama silâh sesine benziyordu ve D bloku- nun alt tarafından geliyordu. İlk pat- lama nisbeten az gürültü çıkarmış, ama onu takip edenler ortalığı ayağa kaldırmıştı. Kalemler bırakıldı. Yor- gun yüzler birbirine çevrildi. Ne olu- yordu? Silah sesleri nereden geliyor- du? Kime, niçin silah atılmıştı? D blokunu korumakla vazifeli pa raşütçüler hemen bir iki saniye için- de mevzi aldılar. Silahlar dolduruldu ve emniyetler açıldı. Aynı anda para- AKİS, 26 EYLÜL 1960 Afta Adalet Her ihtilal, cemiyetin bazı talihsiz zümrelerine şefkati beraberinde getirir. Bu zümrelerin başında mahpuslar vardır, Hiç kimsenin zer- rece şüphesi olmasın: 27 Mayıs sabahından beri Türkiyedeki hapisha- neleri dolduran onbinlerle insan ve onların eşleri, babaları, anaları ya da kardeşleri, yakınları bu şefkat kanadının kendilerine sürünmesini beklemektedirler. Bırakınız ihtilâl sonralarını, hapishanelerde her gü- nün her saatinde sadece af konuşulur, sadece af beklenir. Sabahları af- tan bir haber alabilmek için ümitli kalkılır, akşamları aftan bir haber çıkmadığı için mahzun yatılır. Affı bugüne kadar geciktirmiş olmak suretiyle ihtilal, o geniş kütleye, ihtiyarının dışında bir lüzumsuz aza- bı çektirmiştir. Şimdi, bir kısmi af tasarısının Milli Birlik Komitesine sevkedildiğinin açıklandığı bugünlerde buna son derece acil bir mesele saymak ve süratle karara varmak insanlığın pek basit bir icabıdır. Dı- -ardaki adam içerdeki adam hakkında kolaylıkla "Canım, üç gün son- ra çıkarsa dünya mı yıkılır?" diye düşünür. Ama içerdeki adamın ba- şına bir dünya hakikaten her akşam vakti yıkılmakta ve güneş batıp ta koğuşların kapısı kapandı mı karanlık yüreklere çökmektedir. Ancak, açıklandığı şekliyle tasarı bir af getirse de afta adaleti be- raberinde taşıyamayacaktır. Kısmi aftan murat "bir kısım suçların affı" olursa, bir haksızlık kendiliğinden doğacaklar. Kısmi af mutlaka "bir kısmı suçluların affı" olarak ele alınmalı, bu şefkati hak etmiş bu- lunanlar günahları ne olursa olsun İhtilalin şefkatine mazhar olmalı- dırlar. Kısmilik suçlara değil, suçlulara tatbik edilirse bir mana ifade eder. Hapishaneler, çıktığının ertesi günü kumarhanelerini yeniden açıp icra-i faaliyete geçecek kumarbazlarla, ama yaptığına bin kere pişman, ve bundan sonra sinek öldürmeyecek "kanlı kafirlerle dolu- dur. Bunlardan birincileri cemiyetin içine tekrar salıvermek, ötekileri ise günahlarıyla -ve o zararsızlıklanyla- başbaşa, ebediyen bırakmak şefkatsizliğin ta kendisidir. Bir umumi af mı? Asla! Bunun mahzurları 1950'de pek açık şe- kilde ortaya çıkmıştır. Bir sabah hapishanelerin açılan kapdanndan dışarı fırlayanlar içinde, akşamı beklemeden yuvaya dönenler olmuş- tur. Islah olmamış, ıslah olacağına dair en ufak emare bulunmayan, bir takım marifetleri meslek haline getirmiş kimseleri mahiyet itiba- riyle suçları hafif cezayı gerektiriyor diye affetmek asla fayda verme- yecektir. Her suçtan adam affedilsin , ama layık olan.. Hapishanelerin içini bilenler, orada affa liyakat bahsinde en yüksek nisbetin o herke- sin göğüslerine "kanlı katil" yaftasını (yapıştırdığı kimseler arasında bulunduğunu görmüşlerdir, öteki suçlardan mahkum olanlar içinde de aklar ve karalar, kader kurbanları ve pis karakterlerine uyanlar iki büyük kategori meydana getirmektedirler. Fikir şu olmalıdır: o Affa liyakat kesbeden, İhtilalin şefkatinden faydalansın. Bunları ayırmaktaki zorluk mübalağa edilmemelidir. Ge- ne bazı haksızlıklar olmayacak mıdır? Elbette! Ama bu, topyekün hak yemekten çok daha az mahzur yaratacaktır. Eğer ceza müddetleri göz önünde tutuluyor ve işi büyütmekten korkuluyorsa bir belirti sürenin affa layık olan her mahkumun cezasından tenzili davayı halledecektir. Gölgede yatan, güneştekinin halini bilmez. Hürriyetine sahip olan da hürriyetsizliğin ıstırabını gözünün önüne getiremez. Azapların en büyüğü geleceği bilinen, fakat her gün geciken bir affı beklemektir. Bu, aç adamın önüne yemek tabağını koyup koyup kaldırmaktan fark- sızdır. Ne olur, çabuk, çabuk, çabuk... abuk ve adil şekilde.. Adaleti, mümkün nisbetinde ilahi adalete yaklaştırarak! sütçü bölük merkeziyle temasa geçi- lerek takviye istendi. Hazırlık ta- mamlanır tamamlanmaz patlamala- rı sebebi araştırıldı. Bir kaç dakika sonra hadise anlaşıldı. İş, şakacı bir ekzozun başının altından çıkmıştı. Kafir alet patlarken silah sesini pek güzel taklit etmiş ve etrafı boşuna telâşa vermişti. İşin eğlenceli tarafı, ekzozun sa- dece paraşütçüleri aldatması olmadı. Bir İstanbul gazetesi de aldanmıştı. Ertesi gün. Yeni Sabahın manşetinin altında olay, "Yeni Meclis civarında patlayan altı silâh sesi" olarak yer aldı!. 15