Haftanın içinden Sevimli Mübalâğalar 27 Mayıs hareketinden bu yana, çeşitli kimselerden çeşitli fikirler (o dinliyoruz. Söz konusu (o kimseler arasında hususi maksat taşıyanlar, bir belirli hedefe ulaşmak isteyenler, kendilerini temize çıkarma veya zedelenmiş menfaatlerini tamir etme gayretinde olan- lar var. Bunlar, suniliğihemensırıtan, işite işite gına getirmiş bulunduğumuz havaları, sanki ilk defa söylü- yorlarmış gibi okuyup duruyorlar. Aldananlar oluyor mu? Şüphesiz! Zaten bu türkülerin hiç müşteri bula- maması, insan tabiatının icabına aykırıdır. Şarkıcılar melodiyi zamana ve zemine uyduruyorlar, muhatapla- rı o an neden hoşlanacak sanıyorlarsa notaları portenin üzerine öyle diziyorlar. Curcuna sürüp gidiyor Asıl, bu grubun yanında yüreği memleketin dert- leriyle dertli, vatanın muhtaç olduğa hamlenin ateşiy- le sıcak, hareketli ve iyi niyet dolu bir zümre daha sesi- ni işittiriyor. Ama o sesin sahipleri acelecidirler, o se- sin sahipleri hadiseleri basite irca temayülündedirler, o sesin sahipleri meselelerin esasını değil, sathım gör- düklerinden bir takım klişelere bağlıdırlar, o sesin sa- hipleri, belki de bütün bunlardan dolayı hükümlerinde dikkatsiz, isabetsiz ve mübalâğacıdırlar. İhtimal ki sebep Türkiyenin davalarıyla uzaktan, kendi köşelerin- de meşgul bulunmuş olmalarıdır. Köy kahvelerinde hal- ledilmeyecek dünya (omeselesi mi vardır? En karışık diplomasi kördüğümlerinin orada nasıl hal çâresi bul- duğu herkesin malümudur. Hattâ o münakaşaların pek hoş üslübu ne kadar tebessüme yol açmıştır, "İngiliz Caponu bir kenara çekip te Amerikalının kendisiyle bir- lik olduğunu, Moskofun üzerine yürüyeceklerini söy- ledi mi herifeioğluda şafak atar. Almanı da göndere- ceksin Çinin tepesine. Bak, gör!" Her şey bu derece ba- sittir, her şey böylesine sâdedir. İş, kolları sıvamaktan ibarettir. Bunu, diplomat denilen o karıştırıcıların na- sıl olup ta beceremedikleri büyük bir takaza vesilesidir. 27 Mayıstan bu yana, biraz köy kahvesi üslübu içinde nutuk atma meraklılarının aramızda belirdiğini görmemeye imkan yoktur. Öyle görünüyor ki memle- ketin her derdinin devası bir reçete halinde ceplerinde- dir. Bir takım sihirli kelimeler, sanki ilk defa kendileri tarafından bulunmuş gibi ortaya atılıyor ve bunların tatbik mevkiine şimdiye kadar konmamış olması gel- miş geçmiş bütün idarecilerin başarısızlığının, hiçlikle- rinin, hattâ bencilliklerinin delili sayılıyor. Göz yaşları içinde bir vatan ve lakayt idareciler! Bu sevimli müba lâğacılara bakarsanız 27 Mayıs böyle bir tablonun yır- tılıp parçalanması mânası taşımaktadır. 1960 hareketi- ni 1919 ihtilâline benzetenler, bir milletin tarih içinde- ki akışının istikametini değiştiren o yaman dönemeci bugünkü dümeni doğrultma ameliyesiyle bir tutanlar, hattâ 1919'un muvaffak olamadığını 1960'ın başarı ka- zanacağını tatlı tatlı, sevimli bir omübalâğayla anla- tanlar eksik değildir. "Kardeşim, memleketi batı mem- leketleri seviyesine mi çıkaracaksın? Alırsın eline top- rak reformunu, kırarsın derebeyinin nüfuzunu, ekono- mik temeli kurdun mu, ilân edersin eğitim seferberli- ğini, sosyal adaleti de sağlayıp çalışanın istismarına mâni oldun mu elli sene ileri gittin bile.. Ondan sonrası iş gücünü arttırmaya kalır. Derhal bir seferberlik da- a.. Tamam! Ah! ah!. İş başına geçenlerin hepsi uyu- muş. Hem beş sene, on sene, otuzyedi sene değil. Tam AKİS, 19 EYLÜL 1960 Metin TOKER üç asırdır di geriliyoruz da hiç m çıkıp bizi silkelememiş. Olmak ya da olmamak! Bugün, kar- şımıza dikilmiş sual budur Bunun cevabını biZN verece- 8iz. Politika için bir "İmkânlar Sanatı" derler ve bu tarif, belki de politikaya konulan en başardı teşhistir. İmkânların ötesine uçmak, imkânları hiç hesaba kat- mamak, sâdece kalbin ve iyi niyetin sesini dinlemek eğer sâdece böyle bir hayale kapılanları hüsrana uğ- ratmış bulunsaydı omuz silkilip geçilebilirdi. Ama ta- rih, bu neviden tecrübelere tahta yapılan milletlerin ve memleketlerin politikanın, yâni devlet idaresinin bir “Imkânlar Sanatı" olduğunu bilmeyen amatör ruhlular elinde çok ağır zararlara uğradığını en kalın çizgilerle kaydeder. Bugün devleti yeniden kurmaktan, devletin bağımsızlığını sağlamaktan, o devleti sağlam temeller üzerine oturtmaktan bir vazoyu rafına koymak dere- cesinde kolaylıkla, fütursuzlukla bahsediliyor. İhtimal ki, 1960 1919 ile kıyaslamaya kalkışmak da bu nevi- den mübalâğaların neticesidir. İhtiyaçlarımızın ne ol- duğunu bilmezsek, gerimizde kalanın envanterini cid- diyetle çıkaramazsak, bize dü Eğ vazifenin hududunu çizemezsek, merhaleleri mümkün en büyük süratle ka- tetmeye çalışacak yerde üzemeninden sıçrayıp uçmaya kalkışırsak, sosyal hâdiselerin kendine göre kuralları bulunduğunu unutursak iyi niyetliniz ancak bir han- dikap olur. "Niçin"ler, "Neden"ler devlet idaresinde "Nasıl"lar derecesinde önemlidir ve birincilere verilen cevaplarda hata edildi mi, ikincisi içinden çıkılmaz bir arap Saçı olur. Bugün sihirli kelimeler halinde ortaya atılan mefhumlar cemiyetimizde daima tartışma ko- nusu olmuştur ve bunların tatbik kabiliyetleri göz önünde tutulmuştur. "Batıyı şekil olarak aldık, ruh olarak alamadık" ıstırabının bizzat Atatürk tarafından türkü takip eden iyi niyetli, vatansever idarecilerin de, bugün genç sözcülerin "Eureka" diye salladıkları fikir bayraklarını ilk defa onların ellerinde gördüklerini san- mak pek hoş bir tafra olur. Evet, İngiliz Caponu bir kenara çekecek ve Alman Çinin tepesine gönderilecek! Ama kahvehane masalarında okonuşulurken hiç bir güçlüğü bulunmayan bu gibi diplomasi omanevraları- nın, profesyoneller tarafından ele alındığında ne çetin cevizler teşkil ettiğini o cevizlere kafayı vurmaksızın anlamak hakiki diplomasinin başlıca meharet ölçüsü- dür. Bizim son en yıllık tarihimizde elinde kudret tu- tan böyle bir amatör, memleketin bundan sonraki bü- tün idarecileri için ibret vazifesi görmelidir. O ahlâk- sızdı, o bilgisizdi, o sefihti, o deliydi. Tamam! Ama asıl hatası "Yaparım, olur!" sanmasıydı. Yaptı ve hiç bir şey olmadı. Ahlâksızca yaptı, bilgisizce yaptı, sefihçe yaptı, delice yaptı. Doğru! Ancak, başka türlü de yap- saydı olmayacaktı ve olmadığını görüme gene diva- neye dönecekti. Politikayı küçümsemek kaabildir. Ne fayda? O bir sanat olduğunu, tıpkı kurmaylık gibi ihtisas ba ğini, tecrübe istediğini, amatörce yapılamayacağını kendisi, her seferinde en büyük açıklıkla ve bir çırpıda hayal sahiplerine ispat ediverdikten sonra..