Fakültesi salonunda ilim adamlarının yurt içi seyahatiyle ilgili toplantıda bulunmuş, konuşmuş ve hemen aynı gün başkente dönmüştü. O gece Milli Savunma Bakanı Fahri Özdilekin kı- zının düğününde bulunamıyan Komi- te üyelerine Majestikte verdiği yeme- ğe işte bu yüzden Özdağ biraz geç gelmişti. Genç kurmay kapıda görün- düğünde yemeğin hemen hemen or- talarına gelinmişti. Özdağın, toplantılarda o yaptığı konuşmalar odoğrusu istenirse o bir hayli alaka çekici oluyordu. Genç Kurmay her ne hikmetse bu konuş- malarında bir fikrin üzerinde fazlaca durmaktaydı. Fikir, ihtilalin kim için yapıldığı, okime karşı yapıldığıydı. Özdağı yakınen tanıyanlar kendisinin pek nüktedan, pek muzip, pek şakacı olduğunu bilirlerdi. Hatta zaman za- man genç kurmay bunu kendi de ifa- de ederdi. Onun bu huyunu bilenler katen şaka yaptığını zannettiler. Genç Komite üyesi bir konuşmasın- da, "İhtilal elbette ki Yassıadada bu- lunan bir avuç insana karşı yapılma- mıştır" demişti. Bu bir fikirdi. Ama şaşırtmaca, diğer Milli Birlik Komi- tesi üyelerinin başka türlü söyleme- sinden doğuyordu. Meselâ, Albay Sa- mi Küçük bir basın toplantısında kendisine tevcih edilen bu meseleyle ilgili bir suali ooldukça başka türlü cevaplandırmıştı. Sual suydu: "— İhtilalin ikinci günü, Devlet Başkanı bir mesajında, İhtilal meşru- iyetini kaybetmiş bir idareye karşı yapılmıştır, demişti. Şimdi bazı Ko- mite üyeleri yaptıkları konuşmalar- da topyekün politikacıları suçlamak- ta ve politikayı vebal altına sokmak- tadırlar. Buna kesin bir cevap vere- bilir misiniz?" Albay Küçük genç gazetecinin bu sualine kendine has gülüşüyle muka- bele etmiş ve başını iki yana hafifçe sallıyarak şöyle cevap vermişti: — Yassıadanın kimlerle meskün olduğunu biliyorsunuz. Bu, ihtilâlin kime karşı yapıldığını anlatmıyor mu ?" Albay Küçük basın toplantısında Milli Birlik Komitesi sözcülüğünü yapmaktaydı. İşte bundan dolayıdır ki Özdağı dinliyenler bir türlü kimin şaka yaptığını, kimin ciddi olduğunu kestiremiyorlardı. Özdağ, geçen haftanın ortasında bir gün, ayırabildiği vakitten istifade ederek Sağlık Bakanlığı Sosyal Hiz- metler Enstitüstüsü tarafından tertip- lenen bir seminere de gitti. Burada yaptığı konuşmada gene ihtilâlin mâ- nasını anlattı. Bu sefer iş biraz daha geniş tutulmuş ve şöyle denmişti: "— İhtilâl bir avuç soyguncuyu Yassıadaya göndermek için değil, milletin kaderini değiştirmek için ya- pılmıştır!" AKİS, 19 MÜL (o 1960 Bir garip tâyin.. Başkentte işler böylece yürürken, haber hem üzdü, hem de pek büyük Bir Tekzibin Düşündürdükleri Bir tekzip, ferahlık yaratmış bulunuyor. Gazete yalan havadis vermiş, yalan havadis telâş uyandırmış, tekzip edilince herkes ferahlamış! Hayır, öylesi değil. Ferahlık sebebi tekzibin kaleme alınış tarzı, tek- zibi yayınlayanlara hâkim olan zihniyet ve meselelerin telâkki tarzı- dır. Hikâye şu: Günlerden bir gün Vatan gazetesinde, kocaman puntolu harfler- den müteşekkil bir manşetin altında sansasyonel bir haber veriliyor. Haber, düşüklerin duruşması ve haklarında istenilen cezalarla alâkalı. Resimler, sumanşetler, çerçeveler., öyle bir hal var ki, 55 kişinin ida- mı muhakkak. Hattâ, aynı tencerenin içinde bulundukları halde âdeta iyi hallerinden dolayı ayrı muameleye nail olmuş kimseler bile - Kabi- nede Şem'i Ergin, D.P. Genel İdare Kurulunda Sıtkı Yırcalı- isim zik- redilerek belirtilmiş.. Gerçi, profesyonel bir gözün bu yazının bir masa başı yazısı olduğunu ve herkesin bildiği bâzı hususların mantık ve mu- hayyeleyle işlenmesi suretiyle hazırlandığını farketmemesi imkânsız. Ama okuyucu elbette ki başka kanaat edinecek, 55 düşüğün idamı için iplerin bile hazırlandığına inanacaktır. Milli Birlik Komitesi bir tebliğ yayınlıyor ve böyle bir hatayı düzeltiyor. Şimdi, gözlerinizi kapayınız ve yüz küsur gün evveli düşününüz. Böyle bir vaziyette radyolardan yükselecek sesi tahayyül ediyor mu- sunuz? Aman efendim, o düşüklerin en düşüğü Burhan Belge ucundan kan damlayan kalemiyle nasıl küfür eder, basın hürriyetine nasıl sövüp sayar, ne yüksek perdeden "Alçaklar!" diye haykırırdı. Mesele, bizzat düşük Başbakana gazetecileri yermek için silâh yerine geçer, Mende- res o kendisine has yayvan üslubuyla "Bu mudur basın hürriyeti? Bu mudur istedikleri serbesti ? Bütün bir umumi efkârı telâşa verecekler, aslı astarı bulunmayan şeyleri hakikatmış gibi yazacaklar.. Maksat? Maksat sürüm. Ama fitne devam edecekmiş.. Ne gam? Rotatifler dö- necek ve basın denilen o doymak bilmez ejder beslenecek. Hayır! Yok öyle şey.." diye nutuklar atardı. Mili Birlik Komitesinin tebliğini okudunuz mu? Bir eda ki, sanki böyle bir tekzibe, bir tavzihe lüzum oldu diye huzursuz, üzgün, mah- cup.. En ufak serzeniş yok. Adeta "Canım, olur böyle hatalar. Ama, ne çıkar, biraz dikkatli davranalım. Zira bu nevi haberler ağıza sakız ya- pılıyor ve istismar vesilesi teşkil ediyor" diyen bir hava.. Tebliğin her satırında bunun basın hürriyetine bir köstek sayılmaması ricası ken- dini belli ediyor. Bu, sâdece bir düzeltme ve istikbale matuf bir ikaz- dır. Gazeteler, hattâ resmen yasak sahalarda bile at oynatmakta ser- best bırakılıyor. Komitenin bütün istediği biraz dikkat, biraz itina ve yalan, yanlış havadisten, tefsirden sakınmadır. 27 Mayıs hareketinin üzerinden yüz gün geçmiş bulunuyor. Hattâ, daha da fazla, Bütün bu devre içinde bir husus dikkati çekiyor: Komi- te, heyet olarak, daima en isabetli yolu, en uygun tonu buluyor. Bir ta- kım hareketler endişe uyandırıyor, bâzı tutumlar garipseniyor, bir teb- liğ çıkıyor, ihtiyatsız ve talihsiz ibareler taşıyor. Ama en sonda, Komi- te işi ele aldığında aklıselim ve basiret galip geliyor. Kümelenen, mü- temadiyen kümelenen bulutların şimdiye kadar hep Komitenin tek fis- kesiyle dağılıvermesi bu yüzden, Gerçi basın hürriyetine saygı, bu ne- viden dahi bir tereddüte yol açmış değil. Basın hürriyetine saygı İnkı- lâp hükümetinin ve onun yürütücülerinin alâmeti farikası olarak kal- makta devam ediyor. Ama, tenkitleri esirgemediğimize göre takdiri niçin esirgeyelim: Bir hatalı haberin bu ölçüyle tekzibi, onun arkasında yatan zihniyete insanı ivazsız, maksatsız bağlıyor Kuvvetli idareler, vatandaşı kendisine böyle bağlayan idareler de- gil midir? hayrete düşürdü. Habere bir türlü inanamıyorlardı. Acaba böyle bir hâ- diseye sebep ne olabilirdi? Anlaşılan, yanlışlar zincirine bir halka daha ek- 21 Ankara sakinlerini duydukları bir