ASKERLİK incele, piramidin tepesine çıkılıyor ve bir noktada zirveye ulaşılıyordu. En yukardaki nokta Başkumandanlıktı. Taban ne kadar geniş ve sağlam o- lursa, yeni bir orduda küçük rütbeli subay ne kadar fazla bulunursa, pira- mit o kadar sağlam durur, yıkılması güç olurdu. Ama bugünkü durum böyle değildi. Geçmiş iktidarlar, po- litik güçlükler dolayısıyla bazı tek- nik zaruretleri göz önüne almamış- lardı, İş böyle olunca piramidin ta- banı küçülmüş, tepeye doğru bir Şİş- kinlik baş günleri Neredeyse pi- ramit yana yatacakt Bunun sebebi vardı. 1939 da bü- tün Avrupa devletleri gibi Türkiye de İkinci Dünya Harbi sebebiyle or- dusunu ve subay adedini fazlalaştır- ma yoluna gitmişti. Harp Okulu se- nede ortalama bin mezun vermekte ve bunlar genç subaylar olarak ordu- ya katılmaktaydı. Tempo zamanın icaplarına göre elzemdi. Bu, 1944 se- nesine kadar böyle devam etmiş ve piramidin tabam adamakıllı sağ- lamlaştırılmıştı. Ancak İkinci Dün- ya Harbi bitince bazı tedbirler alın- ması gerekiyordu. Ordunun er adedi gibi subay adedi de azaltılmalıydı. O günler için bir tasfiyeye pek İhtiyaç oktu. Ama seneler ilerliyor ve harp yılları içinde piramidin tabanını teş- kil eden genç subaylar yavaş yavaş yukarı doğru çıkmağa başlıyorlardı. Piramidin tabanı gelenlerle beslene- mediği gibi, evvelkiler üst kademele- re çıktıkça muvazene de bozuluyor- du. 1950 yılına varıldığında vaziyet ciddi, fakat vahim değildi. Zira harp yıllarının genç subayları o zaman an- cak yüzbaşı olabilmişlerdi. e Üstelik askerlik gençler için cazibesini kıs- men muhafaza ediyor ve Harp Okulu kafi talebe buluyordu. Ama 1950 den sonraki her enflâsyon yılı işi obiraz daha çapraşık hale soktu. 1954 yılın- dan sonra ise orduda küçük rütbeli subay bulmak bir mesele olmuştu. O zaman yapılan bir tablo 1961 sene- sinde ordunun durumunun ıslah edil- mez hale geleceğini ve küçük rütbeli subay sayısının çok üstünde yüksek rütbeli subay olacağını açıkça göste- riyordu. Ama genç kurmaylar devrin idarecilerine dertlerini bir türlü anla- tamamışlar ve başlarını tevekkülle sallamışlardı. Artık o vaziyete gelinmişti ki bir binbaşıyla idare edilmesi gereken as- kerlik şubelerine albayları yollamak zarureti hasıl olmuştu. Bir bölüğün kumandanlığını binbaşının omuzları- na yüklüyorlardı. Üstelik takım ku- mandanı bulmak bir meseleydi. Zira küçük rütbeli subay adedi yürekler açışıydı. Harp Okulundan mezun o- lanların sayısı hiç omesabesindeydi, 8 Fahri özdilek Çuvaldızı kendisine batırdı Üniforma cazip olmaktan çıkmıştı. Bu, askeri otoritenin zayıflamasına yol açıyordu. Bölük Kumandanı olan binbaşılar küçük rütbeli subaylar ol- madığından erle doğrudan doğruya temas etmek mecburiyetinde kalıyor- lardı, Böylece temeli sağlam bir di- sipline dayanan orduda kumandanla- rın otorite temini müşkül oluyordu. Halbuki bir çok devlet harp son- rasının bu zaruri ayıklamasını yap- mıştı.. Yunanistan, Amerika, İtalya, hatta Rusya kendi ordularında böyle bir revizyona ihtiyaç görmüşler ve harp yıllarının şişkinliklerini berta- raf etme yoluna gitmişlerdi. Ordula- rı gençleştirme ameliyesinin otuz HERKES OKUYOR kırk yılda bir zaruri olduğu apaçık d ortadaydı Bir cebir meselesi.. K araman, bunları izah ettikten son- ra biraz durakladı. Geçen yarım saat içinde basın toplantısının hava- sına girmiş,, heyecanı..teskin olmuştu. Şimdi meselenin esasına geliyor ye emekliye sevkedilecek olanların ade- dini söylüyordu. Hemen yanında bu- lunan Cumhuriyet gazetesi muhabi- rine döndü, Gülümsiyerek; "— Bakın, emekliye sevkedilecek olanların kaç kişi olacağını size açık- lıyayım. Bu rakam, 5 bin çarpı iki taksim beştir" dedi. Karamanın bu sözü basın men- suplarını bir kaç saniye şaşırttı. Bu sırada Basın Yayın Müdürü Ahmet Yıldız neşeli bir kahkaha at- mış ve uzun masaya doğru eğilmişti. Genç kurmay yüzbaşı Numan Esine gelince, yüzünde eksik olmayan te- bessüme kavuşmuştu. Şimdi daha ne- şeli ve rahat görünüyordu. Gazeteci- ler önlerindeki not defterlerine bir 6 bin rakamı yazdılar. Bunu 2 ile çarp- tılar. Elde ettikleri 10 bin rakamını 5 e böldüler ve Yarbay Karamana: ” ani 2 bin mi demek istiyor- sunuz?" dediler. Yarbay başıyla "evet" mânasına, gelen bir işaret yaptı. Sonra işin di- ger cephesine geçti. Ordu mensupla- rına, şimdiye kadar herhangi bir teb- ligat yapılmamıştı. İlk defa bugün, Milli Savunma Bakanlığının bir teb- liği birliklere gönderiliyordu. Bu teb- liğde durum bütün inceliği ile izah ediliyor ve emekliye ayrılmak isteyen subayların en geç 20 Ağustosa kadar müracaatları isteniyordu. Komite bu müracaatın iki binin çok üzerinde o- lacağı kanaatındaydı. Bu bakımdan müracaatların ancak bir kısmı ka- bul edilebilecekti. (Bununla beraber az da olsa müracaat etmemiş bulu- nan bazı yaşlı subaylar mutlaka e- mekliye ayrılacaktı. Bu zaruriydi ve ordunun gençleştirilmesi için Milli Birlik Komitesi böyle bir muameleyi en seri şekilde tatbik mevkiine koya- caktı. Hikâyenin başı Aslında her şey, geçen haftanın başlarında bir gün Başbakanlık müsteşarlığından gazetelere telefon edilmesiyle başladı, öğleden sonra saat beşte (Başbakanlık müsteşarı Albay Alpaslan Türkeş bir basın top- lantısı yapacaktı. Toplantının hangi mevzuda olacağını soran gazetecilere bunun "sohbet maksadıyla" tertiplen- diği bildirildi. Hakikaten saat beşte Başbakanlığa giden gazeteciler Ba- kanlar Kurulunun toplantı salonuna AKİS, 10 AĞUSTOS 1960