san ile 27 Mayıs arasında C.H.P. teş- kilâtının D.P. liderlerine karşı tatbik ettiği bir taktikti. Taktik D.P. lider- erinin asaplarını bozmuş, fakat onla- rı sapık yoldan ayıramamıştı. Şimdi D.P. liler ve gericilik taraftarları ay- nı oyunu tecrübesiz bildikleri Komite üyelerine oynuyorlardı. Mektuplarda bir kaç türlü tahrik bulunuyordu. D P. lilere göre en tesirlisi idealist su- bayları C.H.P. ye alet olmakla suçla- mak ve onların gururlarını tahrik et- mek, C.H.P. aleti olmadıklarını gös- termek için C.H.P. aleyhinde hare- ketlere itmekti. Ayrıca zındıklık, kâ- firlik, gâvurluk isnatları sıralanıyor, bazı tehditler savruluyordu. Her hal de bulanık su avcıları İnönü ve bil- hassa C.H.P. ile Milli Birlik Komitesi arasına kara kedi sokmağa bütün varlıklarıyla çalışıyorlar, mevcut te- massızlıktan faydalanarak gemileri- ni yürütüyorlardı. O kadar ki ordu- daki gençleştirme hareketinin İnönü- nün rızası hilafına yapıldığı, bunun bir ihtilâf konusu olduğu yolunda uy- duruklar bile ortada -ve orduda- do- laştırılmaya başlandı. Bütün bunlar, aslında, bir fiske darbesiyle yıkılabi- lecek tertiplerdi. Ama, işte, bu fiske- i â . Albay Türkeşin spektaküler bir görüşme yapmaları ve kapak kapılar arkasında milli me- seleleri samimiyetle görüşmeleri sâ- dece faydalı değil, aynı zamanda za- ruri hal almıştı. Nitekim haftanın başındaki pazartesi (oakşamı Devlet Radyosu da bu mantıki tezi işledi ve iki eski Harbiyelinin temasını bir ye- ni vaziyet olarak vasıflandırdı. Hakikaten bu haftanın başında başkentte çok daha sakin bir hava esiyor, artık, politika dedikodu üze- rine değil, gerçek hâdiseler üzerine bina ediliyor, memleketin I numara- lı devlet adamının engin tecrübesi ve prestijinden faydalanılıyor, devlet iş- leri rayın üzerinde daha ziyade ra- hatlıkla ilerliyor, ilerliyordu. Heybeli görüşmesinin kapalı kapılar arkasın- da cereyan eden kısmı hakkında hiç bir dedikodu ve haberin yayılmaması gerektiğinde ciddi sırların pek âlâ saklanabileceğini ve dillere sakız ya- pılmayacağını (o göstermesi bakımın- dan da büyük ders oldu. Ama bir baş- ka dersi Gürsel yerine yaverinin İ- nönü tarafından beklenmesi hatası- nın, hiç kimsenin kusuru yokken bü- yük bir yanlış anlamaya meydan ve- rebileceği hususu teşkil etti. Böyle bir talihsizliği yarın öbür gün de ön- lemenin çâresi ise sadec samimiyet, yalnız samimiyet ve lüzumsuz alın- ganlıkların komplekslerin | bir kena- ra atılmasıydı AKİS, 10 AĞUSTOS. 1960 Soruşturma Son perdeye doğru (Kapaktaki Hâkim) Uzunca boylu, gür kaşlı, yaşından u- mulmıyacak sağlamlıkta, iri ya- pılı adam elini arkadaşının omuzuna koydu ve başını sallıyarak anlatma- ya koyuldu: "— Kadı ahşap evini tamire kal- kışmış azizim. Bir marangoz kalfası çağırmış, kaça olur bunun tamiri di- ye sormuş. Marangoz şöyle bir bakıp yirmi altına idare eder demiş. Giriş- mişler işe. Evin neresine dokunsan cılk, neresine el atsan yıkılıyor, Yirmi altın olmuş elli, elli altın olmuş yüz, Nihayet yüzelli altına ev yenilenmiş. Yenilenmiş ama kadının da canına okunmuş. Parayı öderken marango- YURTTA OLUP BİTENLER işler hakkında "şu gün bitebilir" gibi bir tahminde bulunulamıyordu. Yük- sek Soruşturma Kurulunun üzerine aldığı vazife hakikaten güç, yorucu ve mesuliyetliydi. Şimdiye kadar en azından on binin üzerinde dosya in- celenmişti. Bir o kadar da incelene- cek vardı. İhbarlar ayrıydı. Soruşturma Kurulunun iş hacmi o kadar geniş, o kadar kesifti ki ça- lışanlara başkentin boğucu sıcakla- rını bile unutturuyor, terlerini sil- mek fırsatını dahi vermiyordu. Ku- rul Üyelerinin hayat düzeni de bozul- muştu. İş baştan aşkındı. Üyeler ne zaman yemek yiyeceklerini, ne Zza- man istirahat edeceklerini ne za- man uyuyacaklarını o bilemiyorlar- dı. Bazan gecenin geç vakitlerine kadar bir ayran, bir sandviçle idare AKİS muhabiri Hayrettin Perk ile birlikte Dananın satmıyacağını hayretler içinde altına da takımlarını satmış. Kadın marangozun takımla- rını aldığı gibi omahkemeye gitmiş. Kur'anı filân bir tarafa atmış. Her kim huzura gelirse, marangozun ta- kımlarını ortaya çıkarır, yalan söylü- yorsan evine bunlar girsin mi der- MİŞ." ZA, takımlarını satıp Maran İri yapılı hukukçu bunu anlattık- tan sonra bir kaç saniye durakladı. Arkadaşına göz kırptı ve devam etti: — Bizimki de ona benziyor. Ev- velâ bir iki ayda biter sanmıştık. ma adamların durumu kadının al evinden beter azizim". İri yapılı hukukçunun adı Hayret- tin Perkti. Yüksek Soruşturma Ku- rulu Başkanı bulunuyordu. Kurul ge- celi gündüzlü çalışıyor, buna rağmen kuyruğu ediyorlar, bazen bunu bile bulama- dıklarından boş midelerini, koyu demlenmiş çaylarla susturmaya ça- lışıyorlardı. Nitekim bu gayrımunta- zam ve son derece yüklü çalışmaya işin başında Yüksek Soruşturma Kur- rulu Başkanlığına getirilen Celalettin Kurelman ayak uyduramamıştı. Son derece muntazam bir hayatı olan Kurelman birkaç gün içinde yıpran- mış ve bazı arazlar kendisini (o gös- termişti. İlk başkan bu yüzden vazi- feden affını istemek mecburiyetinde kalmıştı. Adalet Bakanı Gözübüyük daha fazla ısrar edememişti. o Zira Gözübüyük, kalp hastalığından muz- tarip olan bir emniyet mensubunun. İnkılâbı takiben (Kayseri Emniyet Müdürlüğüne tayininden birkaç gün sonra vefat ettiğini duymuş ve adamı kendisi oraya gönderdiği için âdeta 13