teşebbüse bırakması bir az da böyle yeni bir sahnede tekrar faaliyete ge- çerken bunun kolay olacağım sanı- yordu. Hiç de öyle olmadığım gördü. Bunun için yalnız kendi adına ve ka- abiliyetine Oo güvenmemek Oo lâzımdı. Çünkü seyirci ve 15 yıldanberi duy- mıya alıştığı tuluat nüktelerini, mai ve siyasi hicivleri değil, metinde yazılı olam verecekti. nin, yani eserin de çok kuvvetli ol- ması, etrafındaki sanatkâr toplulu- gunun eskisinden daha iyi seçilmesi gerekti. 2 iyle olmadığı için Site Ti- yatrosunun parlak reklâmlarına, her biri bir şehir adı taşıyan kanape kol- tuklarına ve cicili bicili salonuna rağ- men "Hızır" temsilleri, umulan ilgiyi az çok belki gördü, ama sanat bakı- mından vadettiğini. veremedi. "Bulunmaz Damat" Karaca durumun "sanat'için sanat" apmakla kurtarılması güç oldu- ğunu anlayınca, ikisinin ortasını bul- mıya çalıştı. Çok defa yaptığı gibi "Hızır" piyesinin adım değiştirdi, "Bulunmaz Damat" koydu ve bu pi- yesle turneye çıktı. Ankarada bir ay- danberi oynamakta olduğu piyes bu- dur. "Hızır'ı evvelce Site Tiyatrosun- da görmüş olanlar, adıyla beraber birçok repliklerinin de değişmiş oldu- gunu farketmişlerdir. . Ama bunlar, ne yazık ki, eseri İyi bir komedi, hat- tâ bir vodvil yapmıya kâfi gelmemiş- tir. Çünkü yapılan değişiklik ve ilâ- tebessümler uyandırmaktadır. Eserin aslı, belki fransız seyirci- si için cazip tarafları olan bir eser- dir. Ama adaptasyonda cazip bir ta- raf kalmamıştır. Mütemadiyen yan- lış alınıp götürülen ve mantığı zör- lıyan bir . sık ve şekil birliği- içinde biribirinin benzeri bir sürü bavuldan başka güldürme unsuru da yoktur. Adaptasyonda, egere, ilk adını veren şoför Hızır, Paşazade ile evlenen hiz- metçi, Burhan Salacakın karısı gibi oldukça mühim tipler hayatımızdaki karşılıklarını iyi bulamamış, hayli silik kalmışlardır. Aynı şey Muam- mer Karacanın oynadığı tüccar kâti- bi Osman Martı için de söylenebilir. Böyle tâli bir rol büyük bir komedi sanatkârına ne imkân verebilir ? A- la ucube kızı İffetdir. Bu rolleri Ziya Keskinle Adile Keskin doğrusu pek güzel canlandırıyorlar. 34 , Güzel Sanatlar Bakanlığı Lütfi AY İnkılâp hareketiyle beraber milli ve sosyal a, tepeden tırnağa gözden geçirmek, zayıf kalmış, ihmâl edilm taraflarını tezelden kuvvetlendirmek, bugün yurdumuzda bu inkılâba inanmış olan aydın- ların büyük umut bağladıkları davranışlardan biridir. Onun içindir ki her sektörde, her teşkilâtta bu gaye ile girişilen ıslah hareketlerini, umumi efkârı yaratan aydın kitle sempati ile karşılaşıyor. Girişilen bu hareketlerden biri de Güzel Sanatları ilgilendiriyor. Vakıa ortada henüz alınmış kesin bir karar yoktur. Ama gazetelerde çıkan bazı haberler güzel sanatlarımızı lâyık olduğu gelişmeye bir an evvel kavuşturabilmek için. yeni bir bakanlık kurulmasının bile düşü- nülmekte olduğunu açıklıyor Bu düşünce, Milli Eğitim Bakanlığının realiteler karşısındaki sa- mimi kanaatinden doğuyor ve ondan kuvvet alıyorsa buna sevinmek lâzımdır. Çünkü bizde, şimdiye kadar, resmi makamlar bir kere kendi bünyeleri içine girmiş olan vazifelerin -bunları hakkıyla yerine geti- remeseler de- bünyelerinden almıp yeni ve başka bir teşkilâta bağlan- masına büyük bir kıskançlıkla karşı koymuşlardır. Bir çok alanlarda geri kalmış olmamızın sebeplerini bu zihniyette arayabiliriz. Güzel Sanatlara gelince: Bilindiği gibi bu alana Maarif teşkilâtı içinde yer verilmesi de nisbeten yenidir. Büyük Atatürkün direktifi ile kurulmuş olan Güzel Sanatlar Umum-Müdürlüğünün ancak çeyrek asırlık bir geçmişi vardır. Bu zaman içinde güzel sanatlarımızın her dalında büyük gelişmeler olmuş, ama umum müdürlük bu gelişmeyle mütenasip bir varlık gösterememiştir. Bunun sebeplerini henüz ilk ve" orta öğretim, okul ve öğretmen meseleleri gibi ana dâvalarım hallede- memiş olan Bakanlığın Güzel Sanatlarla daha fazla ilgilenememesinde, ona daha fazla ödenek ayıramamağında buluyo Halbuki güzel sanatlarımızın her şubesi, son "çeyrek asırda, Devlet- ten maddi mânevi en geniş ilgi ve yardımı beklemeğe hak kazanacak bir gelişme göstermiştir. Böyle olduğu halde, bütün dünyanın gıpta ettiği eski eserlerimiz ve müzelerimiz bakımsızlıktan kurtarılamamış, modern bir anlayışla lâyık oldukları şekilde değerlendirilememişlerdir. Plâstik sanatlarımız, milletimizin fıtri istidadına memleket Ölçüsünde cevap verecek bir kalkınmadan mahrum kalmıştır. Müzik, opera, ti- yatro, bale ve film çalışmalarımız müesseselerin ve şahısların feraga- tine, ferdi teşebbüslerin güçlüklerle dolu olan akışına (o bırakılmıştır. Bugün Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kültür merkezlerimizde ih- tiyacı karşılayacak ne tam teşkilâtlı Akademilerimiz, Konservatuar- larımız, orkestralarımız, stüdyolarımız var, ne de resim galerilerimiz, sergi ve konser salonlarımız. Sayılarının yıldan yıla arttığını sevine- rek gördüğümüz İstanbul tiyatroları hâlâ köhne salaşlarda temsiller veriyorlar. Anadolunun birçok şehirleri hâlâ tiyatrodan ve müzikden mahrum yaşıyorlar. Bir İstanbul Operası İnşaatı on beş yıldanberi hâ- lâ tamamlanamıyor... Edebi sanatlarımızın ve folklorumuzun ne durumda oldukları ise meydandadır. Kalem erbabı tâbilerin eciri olmaktan kurtulamamıştır. Yazarlarımızın eserlerini, yabancı dillerde, Batı âlemine' tanıtacak cid- di ve devamlı bir Devlet neşriyatı hâlâ başlıyamamıştır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun Milli Eğitim Bakanlığına bıraktığı meslek teşek- külüne bile kavuşamamıştır. Avrupa festivallerinde birincilikler alan folklorumuzu iptidai durumundan çıkaracak, onu stilizasyon ve kore- ografı yoluyla işleyerek geliştirecek, güzelleştirecek bir Folklor Ens- titüsünden hâlâ mahrumuz. Bütün bu yokluklar ve mahrumiyetler içinde, âdeta kendi haline bırakılmış olan güzel sanatlarımızın büyük hamleler yapması elbette beklenemez. Bütün bu yoklukları ve mahrumiyetleri Milli Eğitim Ba- kanlığının üç memurlu Güzel Sanatlar Umum Müdürlüğünden bekle- mek de elbette safdillik olur nun için Güzel Sanatlar Bakanlığı fikrini ortaya atanlara yü- rekten katılıyoruz. Yeterld bu fikir ilmin, realitelerimizin ve batıda verdiği tecrübelerin ışığı altında gerçekleştirilsin. Güzel Sanatlar Bakanlığı, yahut Müsteşarlığı, en lüzumlu, en faydalı teşkilâtlardan biri olacak ve karşı yüzümüzü en çok güldüren bir alanda, en verimli, ticeleri almakta gecikmiyecektir. bu memlekete dosta düşmana en parlak ne- AKİS, 10 AĞUSTOS 1990.