işbirliği halinde oldukları, Gürselin Cumhurbaşkanı, Menderesin Başba- kan olarak vazifeye, başlayacaklarını ciddi ciddi saf köylülere anlatan bir ücretli D.P. propagandacısı oyakayı ele vererek tevkif olundu. Selâhiyetli şahsın AKİS muhabi- rine söylediği kafi sözlerde ifadesi- ni bulan kanun teklifi Mili Birlik Komitesinin tasvibine sunuldu ve ka- nunlaştı. Ancak kanunun tatbikine geçilmeden önce İnkılâp Mahkeme- lerinin mâna ve şümulünü umumi ef- kâraarz inek bir borç, bir vazifey- di. İlgili Bakanlar, Milli Birlik Komi- tesi üyeleri sohbetlerde, basın top- lantılarında bunu gazetecilere anlat- tılar. Onlar da gazeteleri vasıtasıy- la meseleyi bütün yurda duyurdular. İşte haftanın sonunda başkentte şid- gârının sebebi biraz da buydu Bu aydınlatıcı toplantılardan bi- risi de geçen haftanın sonunda cuma gfintt yapıldı. Buna basın toplantı- sından ziyade bir "sohbet" demek ye- rinde olurdu.'Takvimlerin 5 Ağustos 1960'ı gösterdiği cuma günü saat 15.556 de Başbakanlık obinasmm üst katında Bakanlar Kurulunun toplan- lesef böyledir" diyor ve ilâve ediyor- du: "— Bir memleketin 27 milyon nüfusunun 16 milyonu okuyup yaz- ma" bilmezse durum bundan daha iyi olamazdı." Bunları İnkılâp Hükümetinin Dev- let Bakanı Âmil Artüs söylüyordu. Bu sıcak Ağustos gününde gazeteci- lere İçini döküyor, bir nebze olsun ferahlıyordu. Daha iyi olmayan du- rum, cahil halk tabakasına sakıt ar- tıklarının enjekte etmeğe (o çalıştık- ları ve boşuna uğraştıkları fikirler- den ötürü ortaya çıkan meselelerin meydana getirdiği ortamdı. Cehale- tin eli İnkılaba kadar uzanmaya ce- saret ediyordu. Artüsün ifade ettiğine göre Ana- yasaya ne kadar kesin, ne kadar dü- zenli hükümler konursa konsun, seç- menin oyuyla iş basma gelmiş par- tizan oy kaygusunu söküp atacak basireti gösteremeyince meseleyi ta- rramen halle imkân ve İhtimal yoktu. Bunun için de okumak lâzımdı. Kül- tür lâzımdı. Cehaletin ortadan kalk- ması lâzımdı. Daha mühimi, AKİS. 10 AĞUSTOS 1960 idarecilerin sabık olmaktan okorkmalarıydı. İşte D.P. iktidarını ebediyen sabık yapan bu zihniyetti. Artüsün hasbıhali bu min- val üzerine devam ederken gazete- ciler muhtelif sualler sormaktan ge- ri kalmadılar. Bu arada bir hanım gazetecinin sorduğu suale verilen ce- vap günün belki de en mühim sözü- nün ortaya çıkmasını sağladı. Ba- yan gazeteci soruyordu: ikicin sa- bıklar illâ da kalmak için bu kadar cehd saffettiler? Neden bunun için mücadeleyi göze aldılar ve olmadık işler yaptılar? Artüsün cevabı tek kelimeydi ve manidardı. Devlet Bakam bu suale şöyle cevap verdi: "Korku". Ve de- vam etti:"Onlar ismet Paşadan kor- kuyorlardı. Eğer bir gün giderlerse Paşa onları asacak sanıyorlardı. Hal- buki İsmet Paşayı sabıkların elinden Feridun Üstün Keçilerle ittifak İnkılâp hareketi kurtardı. Asıl kötü- lük onlardaydı. Oturduğu koltuğun arkasına iyice yaslanan Devlet Bakam Artüs, yak- tığı Yenice sigarasından iki üç derin nefes çekti ve "Bilmezsiniz bu İnkı- lâp ne kadar zamanında oldu" dedi. Gazeteciler Devlet Bakanıyla hemfi- kirdiler. Evet, İnkılâp zamanında ol- muştu. Karşılarında büyük bir açık- lık ve samimiyetle konuşan Artüsü muhabbetle seyretmekten kendilerini alamadılar. Zira bu adam devlet me- kanizmasının bir uzvuydu ve kendi- leri gibi düşünüyor, kendileri gibi ko- nuşuyordu. Eski devrin sakıt Devlet Bakanlarını tanıyan gazeteciler için bu samimiyet ve iyi niyetin başka bir OLUP BİTENLER o da insana huzur ve- YURTTA cephesi vardı: ren tarafıydı. Bakan ve ormancılar İnkılâp Mahkemelerinin teşkili, Mil- li Birlik Komitesinin İnkılâbın ko- runacağına dair (yayınladığı tebliğ başkentte denilebilir ki en fazla bir zümreyi ziyadesiyle (memnun etti. Bunlar ormancılardı. İşin başından beri yeni Tarım Bakanıyla anlaşa- mayan ve orman mevzuunda onunla taban tabana zıt fikirlere sahip olan ormancıların huzursuzluğu gün geç- tikçe (o büyümekteydi. o Ormancılar Türkiyede ormanların tehlikede oldu- ğu ve böyle devam ederse yakın bir gelecekte memleketin kele döneceği fikri etrafında toplanmışlardı. Buna aykırı fikri savunan bir kaç ormancı karşı safta bulunuyordu. Bu şahıslar sakıtlar devrinde gazetelerde yapı- lan yayın üzerine Radyoda bir konuş- ma hazırlamışlar ve Türkiye orman- larının göğüs kabartacak kadar iyi- ye gittiğini hattâ ve hattâ biraz gay- ret edilirse orman mahsullerinin ih- raç dahi edilebileceğini belirtmişler- di. Bu şahıslar şimdi gene iş başında bulunmakta, işin garip 'tarafı, yeni Bakana da tesir edebilme hünerini göstermekteydiler- oBakan ormancı- lıktan pek iyi anlamadığını açıkça söylüyordu. Ama, belirli (o şahısların tesiriyle bu meseleyi pek fazla ciddi- ye almamak gerektiğini, Türkiyedeki ormanların pek âlâ yeterli olduğunu, hattâ inkişaf halinde bulunduğunu da söylemekten çekinmiyordu. Halbuki ortada elle tutulan bir istatistiklere göre ii açılan her tarla bir kaç oy demekti. 380 bin hektar orman da e 2 bir olmuştu. Tarım Ba- kanlığında orman mevzuu büyük bir mesele haline geldi. Ormancılar, iş- ten anlayanlar iş başına getirilmedi- ği taktirde istifa edeceklerini açıkça söylüyorlardı. Şayet bu meselede karşı taraf galip çıkar, Tarım Baka- nı fikrinde ısrar ederse Orman Umum rında penisilin bulmaktan zor olacak- ti. Nitekim genç ormancılar ilk çı- kışı, Tazım Bakanının tertiplediği basm toplantısında yaptılar. Bakan ormancıları da toplantıya çağırdı. Genç ormancılar cevap olarak gele- miyeceklerini, evvelâ aralarındaki fi- kir ve prensip ayrılıklarının halledil- mesi gerektiğini söylediler, o basın konferansına Ormancılar Cemiyeti olarak katılmadılar. 21