EĞİTİM sürülen (düşüncelere katılmamak mümkün değildi. Komisyon, "en iyi örf ve âdetlerimizi (o koruyabilmeyi, bugünkü cemiyetimizi ayakta tuta- bilmeyi, hür insanın iyi yaşayabilme- sini sağlıyabilmeyi ve çocuklarımız için zengin ve kuvvetli bir gelecek hazırlayabilmeyi" ancak eğitim sa- yesinde mümkün görüyordu. "Bu se- beple hemen hiç bir konu, Türkiye işin, yurttaşın eğitimi kadar önem- li olamaz"dı. Türkiye, modern dün- yada yerini almak ve bunu koruya- bilmek için sanayide, ziraatta, tek- nikte ve eğitimde enerjik hamleler yapmak zorundaydı. Bu sebeple kuv- vetli bir eğitim sistemine sahib olma- sının hususi bir önemi vardı. Böyle bir eğitim sistemine duyulan ihtiyaç, sâdece fen adamları, teknik eleman- lar yetiştirmek için değil, aynı za- manda felsefede, edebiyatta, güzel sanatlarda, dinde, idarede, iktisatta, ziraatta, siyasette, kısaca her alan- görebilecek.ve önderlik edebilecek kabiliyette insan- lar yetiştirmek içindi. İkinci Dünya Savaşından sonra eğitim işleri daha da önem kazanmıştı. Japonya, Ame- rika, Fransa, İngiltere, Batı Alman- ya ve İtalyada teknik, ekonomik ve sosyal alanlardaki son gelişmelerin ışığı altında kurulan -milli seviyede- ki- komisyonlar vs heyetler tarafın- dan eğitim sistemleri yeniden göz- den geçirilmekte, aksaklıkların dü- zeltilmesi için yollar aranmakta, genç nesillerin ihtiyaca en uygun şekilde yetiştirilmelerinin imkânları plân ve programa bağlanmakta, bunların gerçekleştirilmesi için de gereken maddi kaynakların sağlanmasına ça- lışılmaktaydı. Batı ülkelerinde büyük halk çoğunluğunun ilköğretimden geçme meselesi tamamen halledilmiş durumdaydı. Şimdi oralarda en aşa- ğı orta öğretimi -her derecesi ve şek- liyle- verme ve bunu en iyi şekilde gerçekleştirme, yani bütün yurttaş kütlesine orta öğretimden geçme im- siyasi tesir ve otemayüllerin dışında kalınmak suretiyle, tamamen ilmi esaslara göre 'tanzim edilip yürütülü- yordu. Gene ileri memleketlerde mil- li birlik yapısını bozmamak şartıy- la mahalliliğe doğru gidildiği ve ida- recilere daha geniş yetkiler ve so- rumluluklar tanındığı müşahede edil- mişti. Bu memleketlerde tek tip or- taokul ve lise yerine her kabiliyet, a- lâka ve ihtiyaçtaki çocuğa tahsil ve gelişme imkânı veren muhtelif ga- yeli okulların tercih i örü 'müştü. İleri memleketlerde çocukla- ra yalnız hafızaya dayanan kuru hil- 28 giler verilmekle kalınmıyor, onların bedeni, zihni, hissi ve iradi obakım- lardan da olgunlaşıp gelişmeleri esas tutuluyordu. o Japonya, Amerika, Fransa, İngiltere, Batı Almanya ve İtalyada üstün kabiliyetli ve her sa- hada lider olma vasfını hâiz çocukla- rın yetiştirilmesine özel bir itina gös- teriliyordu. Keza okul .dışı eğitime ve yetişkinler e büyük önem veriliyordu. Han şırlarsa çalışsın, rin üniversitelerden ti mezun olmaları prensibi bu memle- ketlerde kabul edilmişti. Ayrıca, öğ- retmen ve idarecilere memleketin ha- yat standardlarına göre iyi ve mü- reffeh yaşama imkânları sağlanmış- tı. İleri memleketlerin çok genel çiz- gilerle tesbit edilen, eğitim alanında- ki bu temel fikirlerinin ışığı altında memleketimizdeki eğitim durumuna eğilince yürek paralayıcı bir peri- şanlığı görmemek, ileri memleketler- le aramızdaki büyük mesafeyi o seç- memek mümkün değildi. İlerleme değil gerileme Cehaletle savaş, rapora bizde herşeyden önce ilköğretim dâvasının hâili meselesiydi. Bu alan- da yapılan çalışmalar, başladığı tem- poyla devam ettirilebilseydi, 1960 yı- lı 'Türkiyesinde bu dâva hâlledilmiş olabilirdi. 1935 den 1955'e kadar olan yirmi yıllık çalışmalara şöyle bir göz atmak bize bazı gerçekleri öğretiyor- du. 1935 yılında Tüıkiyenin nüfusu 16.158.018 di. Bütün memleketteki ilkokul sayısı 6112,, öğretmen sayısı 13858, öğrenci sayısı 669.344 dü. 1945 bakılırsa deki durum ise şöyleydi: Nüfus 18.790.174, on yılda nüfus artışı 2.632,156, yüzde nisbetl takriben 9616, ilkokul sayısı 13890, artış 7778. Yüzde 125 nisbetinde bir hamle, öğ- retmen sayısı 12570 fazlasıyla 26428 e Yüzde 90'ı bulan bir hamle Öğrenci sayısı 673.548 kişi ar- a 1.342.892'yi bulmuştu. Artış yüz de yüzden fazla. Demek ki 1935-1945 devresinde ilköğretim alanında bü- yük hamleler yapılmıştı. Bu hamle- ler nüfus artışındaki nisbet de dik- kate alınarak, artan bir hızla, devam ederse ikinci on yılda ilköğretim dâ- vasının hiç olmazsa yüzde doksanı hâlledilmiş olabilirdi. . Rakamların verdiği ümit buydu. 1945 - 1955 dev- resindeki durum, rakamların büyüme- sine rağmen çalışma hızının azaldı- gım açıkça gösteriyordu. Memleket nüfusu buon yıllık devre içinde 5.331.604 kişi artarak 24.121.778 kişi- yi bulmuştu. Okul sayısı 5232 fazla- sıyla 19122 olmuştu. Ama bu artışa aldanmamak gerekiyordu. Artış niş- beti yüzce 37 kadardı. Birinci on yıl- da ise bu yüzde 125 di. Demek ki o- kul yapımında yüzde 88 bir azalma vardı, öğretmen sayısı 17293 fazla- sıyla 43721'e yükselmişti. Ama artış nisbetl yüzde 90 dan yüzde 73'e düş- müştü. Öğrenci sayısı 653.3lu fazla- sıyla 1.996.202 olmuştu ama nisbet yüzde 49 du. Demek ki birinci on yı- la nazaran yüzde 51 bir azalma vardı. 1955 » 1960 devresindeki rakamlar da buna paralel olarak gitmekteydi. Gö- rülüyordu ki baş meselemiz olan ce- haletle savaşın en kuvvetli silâhı olan ilköğretim davasındaki tutumumuz, en kısa zamanda, en müessir şekilde meseleyi hâl etmek yolunda değildi. Hısımız çalışmamız azalmıştı. 1950 yılından bu yana memleketin elde et- tiği yardımlar ve İmkânlarla bu a- landa yapılanlar düşünülürse, tam bir gerici çalışmanın içine düşüldüğü inkâr kabul etmez acı bir gerçek ola- rak görünüyordu. Bugün hâlâ bir milyondan fazla 7-11 yaş arasında- ki Türk çocuğu okulsuz ve öğret- mensizdi. Yirmi bine yakın köyde o- kul yoktu. Şehir ve kasabalarda ikili, verememekteydi. İlköğretimde, orta öğretimde, yüksek öğretimde durum böyleydi. Öğretmen kadrolarında bü- yük boşluklar vardı. Meslek bilgileri olmıyan kimselerle bu kadroların ka- patılması, öğretmen ihtiyacının kar- şılanması imkânı da yoktu. Üstelik, ilköğretim meselesinin hâili, memle- kette eğitim dâvasının çözülmesi de demek değildi, Halk eğitimi, yetiş- kinlerin eğitimi başlı başına, el sü- rülmemiş bir konu olarak ortada durmaktaydı. Bir Bakanın hikâyesi İşte, Türk "eğitimi bu vaziyetteyken 28 Mayıs 1960 günü Siyasal Bilgi- ler Fakültesinin telefonu çaldı ve bir ses Dekan Fehmi Yavuzu istedi. Prof. Fehmi Yavuz o sırada Fakülte Yöne- tim Kurulunun toplantısındaydı. Top- lantıdan çıkarak telefon başına gel- di. Sonradan Milli Birlik Komitesi ü- yesi Albay Sami Küçükün olduğunu anladığı ses Cemal Paşanın kendi- siyle görüşmek istediğini bildiriyor- du. Cemal Gürsel yeni İnkılâp hükü- metinde Fehmi Yavuza Milli Eğitim Bakanlığını teklif etti. Bu,, Prof. Ya- vuzun hatırından dahi geçirmediği bir teklifti. Düşünmek için mehil is- tedi. Fakat Gürselin işi aceleydi. Ya- rım saatlik bir mühlet verdi. Dekan yönetim Kuruluna döndü ve arka- daşlarım tekliften haberdar etti. Ar- kadaşlarına göre düşünülecek bir şey yoktu. Yapılacak iş, teklifi kabulden ibaretti. Memleket Fehmi Yavuzu vazifeye çağırıyordu. Elbette ki ica- bet edecekti. AKİS, 3 AĞUSTOS 1960