nı selâmladıktan sonra sükünetle da- gılıyordu. Bu minval üzre Ordu- evine gelindi. Alınan emniyet tedbir- leri dolayısıyla Orduevi iki taraftan kesilmişti. Ama halkın sıcak sevgisi nöbetçileri yardı ve binlerce kişi Gürselin konuşacağı (o terasın altına toplandı Terden sırsıklam olmuş Devlet Başkam Orduevinin birinci katında- ki salona girdi. Bir koltuğa oturdu. Memnun görünüyordu. Sağ tarafına Mili Savunma Bakanı Org. özdi- lek, soluna Hatay Valisi Enver Saat- çıgil oturmuştu. General Gürsel ne- reden konuşacağını sordu. Getirilen limonatayı büyük bir iştiha ile içti. Salona, gazeteciler dahil, hiç kimse alınmamıştı. Beş dakikalık bir isti- rahatten sonra Gürsel beraberindeki- lerle birlikte Orduevinin terasına çık- t. Gazetecilerin çilesi. Gürsel balkonda görüldüğünde top- lanan halk kendisini delicesine al- kışlamağa ve tezahürat yapmağa başladı. Halkın arasında, tezahürat babında toplananların hepsini geçen bir grup göze çarpıyordu. Bunlardan bir çoğunun göğsünde fotoğraf ma- kineleri asılıydı. Elleriyle, kollarıyla hareketler yapıyorlar, Gürseli duyu- rabilmek, görünebilmek için ellerin- den geleni ardlarına koymuyorlardı. Grup İstanbuldan ve Ankaradan Devlet Başkanının seyahatini takip için gelen gazetecilerdi. Hava alanın- dan Orduevine kadar işleri iyi gitmiş ancak Orduevinden içeri girilince bir Kurmay Yarbay kapıyı kesmişti. Nuh diyor, peygamber demiyordu. Gazeteciler dertlerini anlatamadılar, İskenderundaki bir birliğe bağlı bulu- etmemesine azami dikkati gösteri- yordu! Gazeteciler nihayet kendilerini Devlet Başkanına gösterebildiler. Ge- neral Gürsel kaşlarını sevimlice çat- tı. Arkasına dönerek: "— Bu çocukları bıraksanıza, doğru dürüst çalışsınlar. Bırakın gel- sinler yukarı" Bu sefer gazetecileri yukari çı- kartmak için an fâzla çalışan gene o Kurmay Yarbay Oldu! İş bununla bitmedi. Gazeteciler- den birçoğu General Gürselin konuş- ma yapacağı terasa çıkmışlardı. Te- rasa büyük pencerelerdin geçiliyor- du. Yarbay kapı diye. kullanılan pen- cerenin önünü tutmuştu, Birden bire aklına birşey gelmiş Olacak ki geride kalan iki gazeteciyi durdurdu ve on- ların terasa çıkamayacaklarını söy- ledi. Sebep, istiap haddi idi. Allah ko- rusun teras çökebilirdi. o Gazeteciler AKİS 3 AĞUSTOS 1960 YURTTA OLUP BİTENLER Kıbrıs Alayına Sancak Veriliyor Barış yolunda adımlar rica ettiler. Bulundukları yerden nut- ku duyamadıklarını, ellişer kiloluk adamlar olduklarını, sonra bizzat Ge- neral Gürselin müsaade ettiğini söy- lediler. Ama nafileydi. o Yarbay pek tedbirli bir zâta benziyordu. İki ga- zeteciyi her zamanki gibi gene Gür- selin özel doktoru Albay Mustafa kurtardı. Gülerek omuzlarını sıvaz- ladı ve içeri girmelerini temin etti. Hâdise biraz sonra Gürsele nakledi- lecek ve Gürsel içeri alınmak isten- miyen iki gencin gönlünü alarak, ba- bacan tavrıyla oüzülmemelerini, beş parmağın beşinin birbirine benzeme- diğini söyliyecekti. Devlet ve Hükü- met Başkanını, denilebilir ki, bu se- yahatte en fazla üzen hâdise bu oldu. ' Yapılan mukavele... Gürsel Konuşmasına boğucu sıcak altında başladı. Ellerini mutadı veçhile arkasına bağlamıştı. Sol aya- ğını biraz öne uzatmıştı. Terasın al- tındaki kalabalık çıt çıkarmadan Ge- nerali dinliyordu. Kalabalığın arka- sından İskenderun körfezi de sanki Generali dinlermiş gibi sessiz sedasız uzanıyordu General her zaman olduğu gibi gene irticalen konuştu. Söze İsken- derunlulara teşekkürle başladı. nız İskenderunlularla (değildi, aynı zamanda bütün Hataylılarla konuşu- yordu. Başkan geçmişin kısa bir hi- kâyesini anlattı. (o İskenderunluların ve bütün yurttaşların çektikleri acı- yı biliyordu. Vatan bir esir pazarı haline getirilmiş". Türk Milleti buna lâyık değildi, Nereye el atılsa kir çı- kıyordu. Sakıtların bıraktığı o miras sâdece maddi değildi. Bir de manevi yıkıntı o bırakmışlardı ki, esas olan bunun er Dini Kötüye kul- lanmışlar ve Türk milletini parçala- mışlardı. “Koca milleti "bir lokma, bir hırka" teranesine inandırmışlar ve çalışmaları, aydınlanmamaları i- çin ne lâzım gelirse yapmışlardı. İş- te Türk Milleti bundan kurtulacak, bundan kendisini sıyıracaktı. Bunun için de hâlen içimizde bulunan fesat ee le birbirimizi sev- Sonra günü geceye kâ- tıp çalışmak gerekiyordu. General Gürsel sözlerinin burasın- da biraz durakladı. Halk kendisini al- kışlamağa başlamıştı. Uzun uzun ka- labalığı süzdü. . Toplananlar yanık yüzlü, belirli bir tabakaya mensup Güneylilerdi. Bağırıyorlar ve çalışa- caklarına, kendisini dinleyeceklerine söz veriyorlardı. Generalin yüzünde- ki tebessüm genişledi. Aşağıdan ba- ğıran iri kıyım bir Güney delikanlı- sına: "— Söz Veriyorsun değil mi? Ça- lışacağına söz veriyorsun" dedi. Delikanlı olanca kudreti ile ba- gırdı: "— Söz Veriyoruz paşam.. Söz veriyoruz.." General, bal bir 'kere daha süzdü. Sağ e lini yukarı kaldırarak salladı: "— Bakın, mukaveleyi imzaladık. Sonra karışmam' dedi ve meşhur kahkahalarından birini attı. Halk coşmuş, Devlet (Başkanını alkışla- mayı arttırmıştı. yapanları susturdu. Gürsel, tezahürat "Hatay parçamızdır" Konuşmanın düğüm noktasına, se- yahatin asıl gayesine gelinmişti.- Başkan bir asker gibi konuştu. Ha- 17