sadece üç "büyük" Oscar vardı ve dagıtım töreni 4 dakika 32 saniye sürmüştü. Halbuki bugün Oscar ka- zananların adlarını ilan ve heykelle- ri dağıtmak için muazzam bir gala yapılmaktadır. Amerikada 1928 den önce çeşitli kuruluşlar değişik ad ve şekillerde armağanlar dağıtmaktay- dılar. Bu işleri bir düzene okoymak ih- tiyacını duyan "Amerikan Sinema Sanatı ve Tekniği Akademisi" üye- lerinden bazıları 1927 yazında bir araya gelerek, "sinema o endüstrisi- nin gelişmesine tesiri olacak eserlere verilmek" üzere topluca bir arma- gan dağıtılmasını okararlaştırdılar. Yeni armağanın kurucuları arasında Mary Pickford, Douglas oFairbanks, Harold Lloyd da vardı. Kazananlara verilecek heykelin desenini ise Ced- i i izmişti. Gibbons elleri- duran bir gösteren heykeli yaratmak için uzun müddet düşünmek zorunda kalmıştı. Aslında âdi bir ometalden dökülmüş, üzeri altın kaplama bir heykel olan Oscar, 30 santim yük- sekliğinde ve 3 kilo ağırlığındaydı. İlk Oscar heykelciğini 1928 de re- jisör Lewis Milestone ile oyuncu Ja- net Gaynor ve Emil Jannigs'in al- malarından sonra, dağıtımın dördün- cü yılına gelindiği halde heykelin hâ- lâ resmi bir adı yoktu. Herkes, a mağandan "heykel", "heykelcik" gi- bi adlarla söz ediyordu. "Oscar Amca.." Söylendiğine göre, Akademi Başka- nının sekreteri heykelin halini Oscar adını taşıyan amcasına benze- terek fırsat odüştükçe o heykelciğe. "Oscar Amca" diyordu. Her ne şe- kilde olursa Olsun, bahsedecekleri şeyi belirli bir adla söyleyememenin sıkıntısını çeken sinemacılar, Oscar adını bile benimsemekten kaçınma- . Heykel hâlen bir tüzüğe göre dağıtılmaktadır. Tüzüğe göre, hazırlıklara armağanının dağıtılaca- ğı Mart sonundan iki ay önce başla- nır. Akademinin çeşitli bölümleri, her kol için beşer aday seçerler. Adaylı- ğa talip olanların daha önceden Aka- demiye yüz dolar yatırmaları gerek- tir. Seçilen adaylar, kimin kazana- cağını oylarıyla kararlaştıracak o- lan Akademinin bir kaç bin kişilik Üyelerine ikişer defa gösterilir. Son derece gizil tutulan Oscar neticele- ri, resmen Armağanın dağıtılacağı gece açıklanır. oŞurasını belirtmek yerinde olacaktır: Vardığı neticeler ne olursa olsun, oylama sırasında bir AKİS, 13 NİSAN 1960 skandalin vukubulduğu şimdiye ka- dar Oscar tarihinde hiç işitilmemiş tir. Öyle ki neticeler gayet gizli tu- tulduğundan heykel üzerinde iddia sahibi olanlar, hattâ kazanacakları yüzde yüz görünenler büyük galada saatlerce bekledikten sonra, galibin başka' birisi oOolduğunu ancak liste ilan edildikten sonra (o öğrenebilmiş- lerdir. Sürprizler... Sürprizler Oscar'ların dağıtımındaki tek sürp- riz bundan ibaret değildir. Os- carlar, işin doğrusu, şu son yıllara kadar tipik birer "sürprizler" prog- ramı olmuşlardır. Akademi üyeleri- nin oylarını hangi filme verebilecek- lerini Önceden kestirmenin imkânsız lığı da, bu sürprizler yaratma huyu- nun gayet iyi bilinmesinden ileri gel- mektedir. Oscar'ların tarihinde, var- lığını artık kimselerin hatırlıyama- dığı Luise Rainer'nin, 1937 de "Le Grand Ziegfeld - Büyük o Ziegfeld" 1938 de ise "The Good Earth - İyi Toprak" filmleri dolayısıyla iki kere Oscar kazanması gibi garabetler hiç de az değildir. Meselâ, Ingrid Berg- man'a 1956 da "Anastasia" filmin- deki zayıf oyunu dolayısıyla verilen Oscar'ın da, gerçekte, kocasını alı- şılmamış bir şekilde terkeden ünlü yıldızı o Amerikalıların artık o affet- tiklerini göstermek gibi minicik bir sebepten ileri geldiği herkesce bilin- mektedir. Yine oOscar'ların tarihi, yıllarca kendisinden Oscar esirge- nen rejisör, oyuncu ya da senarist- lerin hiç ilgisi olmıyan bir kordela vesile edilerek Oscar'la taltif o olun- duğunu kaç kereler göstermiştir. Os- car alanların listesi sinemanın en SİNEMA yüce kişileriyle, en gülünç adamla- rının yan yana geldiği dünyanın en tuhaf belgelerinden birisidir. Geçtiğimiz 5 Nisan gecesi dağıtı- lan 1959 Oscar'ları da bu bakımdan ilgi çekiciydi. Mesela, Simone Signo-. ret kocası şarkıcı Yves Montand ile birlikte müteaddit defalar Moskova turneleri yaparken, Paristeki bütün solcu gösterilere katılırken, Ameri- kalılar için adı ağza bile alınmıya- cak sanatçılardan biriydi. Sonra na- sıl olmuşsa olmuş, Signoret'le Mon- tand bu defa bir Amerika turnesi yaparak, halk oyunun büyük sevi- yesini kazanınca işler değişivermiş- ti. Yves Montand, Gregory Peck'i e- karte ederek Marilyn Monroe'nun karşısında "Let's Make Love - Hay- di Sevişelim" filminde başrol almış- td. Armağanın dağıtılmasından da- ha bir hafta önce ise, ü i üstünde satışı bulunan "Time" gibi tipik bir Amerikan dergisi, Oscar adayı Signorefyi okurlarına geniş bir şekilde tanıtmak mecburiyetini hissetmişti. Şüphesiz olan bir şey varsa o da, Montand - Signoret çifti üç dört ay süren son Amerika turnelerini yap- mayıp, hâlâ Fransada oturan iki sol- cu Sanatcı olarak kalsalardı, en iyi kadın oyuncu Oscar'ını, "Tepedeki Oda"da elde ettiği büyük başarıya rağmen Signoret'nin rüyasında bile göremiyeceğiydi. Kendisine (o verilen ması da, herhalde seçimin ardındaki küçük hesapları pek iyi bilmesinden- di. "Ben - Hur" dan bir sahne Ya İsa ölmedeydi ?