“Ayşenin Marifetleri" adıyla adapte edilmiş ve 1958 de İstanbul Şehir Ti- yatrosunda oynanmıştır. “Edebiyat Mükâfatı" tı" adıyla tercüme ettiği "La Plume", yukarıda işaret ettiğimiz nin macerasından ilham alarak, za- ki anlaşmazlıklar ve yeni dehâlar (bu “ameliye"nin de belki peşinde koşan büyük editörlerin rek- lâm ve propaganda oyunları ile tat- tı tatlı alay ediyor. Eseri sahneye koymuş olan Zih- HAKLI? tatistiklerle isbat etmiş durumdadır. Geriye, tanınmış müelliflerin eser lerinin "beğenilmese de" oynanmaları keyfiyeti kalıyor. Devlet Tiyatrosu gibi resmi hüviyeti olan bir sanat müessesesinde, Edebi Heyet gibi yetkisini tanımak icabeden, gene resmi bir organın tetkik ve kontrolünden geçmesi şart koşulmuş bir Devlet repertuvarına bu Heyetce "beğenilmiyen" eserlerin "beğenilmese de" alınmasını iste- mek, ilk bakışta insana biraz garip geliyor. Bir yazı işleri müdürü "be- ğenmediği", hattâ "istemediği" bir yazıyı, imzası ne kadar tanınmış olursa olsun gazetesine koyar mı? Bir münekkid, rolünü kötü oynıyan bir aktörü, bu aktör ne kadar meşhur olursa olsun, haklı olarak, ten- kidetmekten vaz geçer mi? Hayır tabii. Şu halde Edebi Heyet bir ga- zetenin yazı işleri müdüründen veya bir münekkidden daha yetkisiz, daha şahsiyetsiz, tarafsızlığı daha şüpheli bir topluluk mudur ki kana- ati hilafına iş görmesi istensin? Böyle ise o heyetin yetkisizliğini, ta- rafsız kalamadığım ortaya koyup çekilmesini, yahut değiştirilmesini istemek elbette daha doğru olur Açıkça söylenemeyen maksad bu değil de, tanınmış yazarların za- yıf eserlerinin de, telifi teşvik gayesiyle oynanmasına göz yumulması, müsamaha edilmesi ise o zaman iş değişir. O zaman başka bir tonda konuşmak, kimseyi suçlandırmıya kalkmadan Devlet Tiyatrosunun te- lif eserler için ayrı bir tutuma olmasını, onlara ayrı bir tiyatro ayırma- sını ve borada devamlı olarak yalnız telif eser oynamasını istemek ye- rinde olur. Fakat o zaman da aktörün, rejisörün, hattâ seyircinin reak- siyonu ne olacaktır? Edebi Heyetlerin kabul edip de aktör ve rejisörle- rin “oynamayız!" diye direndikleri, bu yüzden de sahneye bir türlü ko- nulamamış telif eserler acaba yok mudur? Seyirci hesabına, "Bizi ace- mi berberlere traş ettirmiye ne hakkınız var?" diyen rejisörler çıkma- mış mıdır? O zaman, "beğenilmeden" sahneye konulan telif eserin ta- nınmış yazarı - "beğenilen" eserleri oynanırken kendisine lâyık oldu- ğu saygının gösterilmediğinden, tiyatroda sanki eseri "lütfen oynanı- yormuş" gibi bor görüldüğünden şikâyet eden aynı yazar - hele hatır için sahneye konulacak eseri tutmayıverirse, kendisine çevrilecek kü- çümser bakışlara nasıl tahammül edecektir? Sonra madalyanın ters tarafı da var: farzedelim ki eser "tuttu", halk tarafından "beğenildi". Eser hakikatte kötü, zayıf,' seviyesiz bir eserse, ele aldığı mevzuun çe- kiciliği, merak uyandırması, aktüaliteyi aksettirmesi, yahut bir sanat- kârın fevkalâde oyunu sayesinde "tutmuş"sa, bu neticeyi tiyatromuz, tiyatro yazıcılığımız lebine bir kazanç, Edebi Heyet aleyhine bir "fiyas- ko" olarak mı kabul edeceğiz? göre yazdıkları bir esere yircisi için ilaveler" Görülüyor ki hayli dallı budaklı, çeşitli cepheleri olan bu meselede her iki taraf m da nakli ve haksız göründükleri noktalar var. En iyisi müelliflerle Edebi Heyet ve Tiyatro arasında anlayışa, dostluğa, karşı- lıklı itimada dayanan samimi bir havanın esmesi, sıcak bir işbirliği ik- liminin yaratılmasıdır. Bu da, bugünkü gibi, sert ve kırıcı çatışmalarla değil, ancak iyi niyetle karşılıklı saygıyla, ferdi kaygılardan sıyrılarak meseleyi yalnız bir memleket ve sanat meselesi olarak ele almakla mümkün olur. AKİS, 13 NİSAN 1960 ni Küçümen, temsilden evvel kendi- siyle görüşen bir meslekdaşına -zira kendisi hem aktör hem de gazeteci- dir- eserde "kısaltmalar yaparak Gâye Baykalın "Edebiyat Mükafa- Paris seyircisini ilgilendirecek kı- sımları çıkardığını, buna karşılık Türk seyircisi için bazı ilâvelerle bir gibi, Françoise Sagan ve benzerleri- (çeşit -adaptation scenigue- sahne uygulamasına giriştiğini" açıklamı manın edebi zevki, nesiller arasında- (tı. Temsilin uğradığı başarısızlıkta i tesiri ol- muştur. Çünkü iki Fransızın, Fran- sız seyircisi için, Fransız hayatına ürk yapmak, -hoş TİYATRO görülebilecek bir şey olmadıktan bilir. Bu "çıkarma" ve nelerden ibaret olduğu (O bilinemezse de halk üzerinde müsbet bir reaksi- yon uyandıramamış olması pek isa- betli olmadıklarını açıkça gösteri- denemesinde- eline verilen metinden “çıkarma"lar, ona "ilaveler" yap- mak mı olmalıydı. Sahnedeki Oyun Zihni Küçümenin ilk reji denemesi olarak sahneye koyduğu "Ede- biyat mükâfatı" daha iyi, yani daha isabetli, daha da kuvvetli bir tevzi- atla oynanmış olsaydı, özü bakımın- dan bir derinlik taşımadığı halde, seyirciyi bol bol güldürebilir, hoş, zarif ve espritli bir komedi olarak daha büyük bir ilgi de o görebilirdi. Ama yanlış tevziat, zayıf kadro ve hayli ağır bir oyun temposu temsili sönükleştirmişti. Rejisör esere -Paris havasından vazgeçtik- sadece Fransız havası vermeğe bile muvaffak olamamıştı. Nasıl verebilsin ki aktörler, sahnede daha biribirlerinin adlarını doğru dürüst telâffuz edemiyorlardı. Tev- ziat hatalarına da diyecek yoktu. En büyüğünü rejisör, gençkızın aşık ol- duğu foto muhabiri delikanlı rolünü olan Birsen Kaplangı da böyle bir rolü bütün cepheleriyle yaşatacak sanat kaabiliyetine henüz sahip ol- madığım gösterdi. e Başlangıçtaki "çocuk'* tarafı belki aksamıyordu, ama sonraki kısımlarda, kazandığı muvaffakiyetin -haklı Ohaksız- şuu- runa ermiş, ne yaptığını bilen, ka- rarlı, kaprisli, hattâ koket "harika romancı"yı, onun birdenbire gelişen, adeta "kadınlaşan" taraflarını yaşa- tabilmekten uzaktı. Kaldı ki, öteki roller de çok iyi oy- nanmıyordu. Evin büyük hanımı, madam Thevenin'de Saime Araman, torununu taklidederek açık o saçık romanlar karalamıya heveslenen o ağırbaşlı, okerli ferli Okayınvaldeye müelliflerin verdikleri (imkânlardan faydalanmasını bilememişti. Temsilin en muvaffak sanatkârla- rı baba rolünde Mehmet Karaca ile meşhur editör Lalande rolünde Nec- det Mahfi Ayraldı. Mehmet Karaca tecrübeli ve rahat oyunuyla, Fran- sızlığı olmasa da sevimliliği olan, babacan bir edebiyat öğretmeni tipi çizmekte güçlük çekmemişti. Nec- det Mahfinin kalıplaşmış, el kol ha- reketi bol ve tam manâsıyla teatral oyunu da editör Lalande'a uygun düşmüştü. 31