Rauf Denktaş Tesanüde doğru dir. Atalarımız, o"Eldekine razı ol! Fakat, daha iyisini iste!" derlerdi. Kıbrıs Rum halkının mücadelesi bit- memiştir ve yarın için parolası işte bu olacaktır. Bu mücadele tam hür- riyet olan nihai gayesine ulaşmadık- ça sona ermeyecektir. (o Kıbrıs Rum halkının gayrı meşru hal çarelerine ilânihaye tahammül edeceğini sa- nanlar, sefilane bir şekilde aldan- maktadırlar." Tabii, "Alithia" nın kasdettiği "tam hürriyetin "Eno- sis"ten başka bir şey olmadığını an- lamak için falcı olmağa lüzum yok- tu Fakat, iş bununla bitmemişti. Baş- papaz Cenapları, aynı zamanda, İn- giltereye karşı korkunç tehditler sa- vuruyordu. İngiliz üslerinin mesaha- sı konusunda kendi teklifleri kabul edilmezse, Başpapaz, Kıbrıs halkını İngiliz idaresine karşı sivil itaatsiz- liğe teşvik edecek ve kendi başına Kıbrıs Cumhuriyetini ilân edivere- cekti! Kırk yılda bir İş karıştırma mütehassısı kara pa- pazın demeci oLefkoşedeki Türk mahallesinde bir yıldırım hızıyla ya- yıldı ve o ana kadar müstakbel Cum- hurbaşkanını "idare" etmeğe çalışan müstakbel Cumhurbaşkanı Yardım- cısı Dr. Küçük, ilk defa, Türkiye Başkonsolosu Vecdi Türele danışma- dan bir iş yaptı: bir beyanat yayın- ladı. Dr. Küçük, -kendisi- nadiren yerinde laf eder- bu pek yerinde be- yanatında şöyle diyordu: AKİS, 13 NİSAN 1960 "Makarios'un (oO(Rum halkını sivil itaatsizliğe davet edeceğini bildiren demecini nefretle karşılıyorum. Bu davet, Zürich ve Londra Anlaşmala- rını baltalamaktan başka bir şey de- ğildir. Türkler Enosis'e eskisi kadar aleyhtardırlar. oMakarios'un, Rum- ların Enosis için başka şekilde çalı- şacakları yolundaki sözleri Türk Ce- maati arasında büyük endişe uyan- dırmıştır. Bütün bu beyanlar, yapıl- makta olan müzakerelerin de müsbet bir neticeye ulaşması ihtimallerini maalesef, azaltmıştır. Bu tarz ülti- matomlarla uzlaşmaya e düşünülemez. Bu durumda, Ada üze- rine tekrar şüphe bulutları Gülme. tür. Türk Cemaati Zürich ve Londra Anlaşmalarına kat'i surette sadıktır. Bu Anlaşmaların muhafaza edilebil- mesi için, Makarios'un son demecin- den sonra, Türk ve Yunan askeri bir- liklerinin Kıbrısa çıkması kesin bir zaruret haline gelmiştir. Türk Cema- işbirliği yapmak niyetinde olduğunu bir kere daha teyit ederim. Bununla beraber, Zürich ve Londra Anlaşma- larına yeni kampanyalar için bir tab- ya nazarıyla bakanlarla işbirliği ya- pamayacağımız anlaşılmalıdır. Anlaş- malar bir bütün olarak veya kısmen, bu şekil konuşmalarla baltalandığı takdirde, Türk Cemaatinin bunun yaratacağı neticelerden herhangi bir mes'uliyet kabul etmeyeceğini bütün ilgililere hatırlatırım." Dr. Küçük, bu demecini, Makari- os'la Amery'yi uzlaştırmak için orta- ya attığı bir uzlaştırma teklifinden DÜNYADA OLUP BİTENLER birkaç gün sonra yapıyordu. Küçük, hakikaten iyi niyetle, İngiliz üsleri için 100 mil karelik bir mesahanın kabul edilmesini istemişti. İngiliz üs- leri için üs arazisi ilk olarak Londra Anlaşmalarında (o -haritada gösteril- diği gibi- sadece 180 mil kare olarak tasrih edilmişti. | Amery şimdi o 120 mil kareye kadar iniyordu. Makarios da 80 mil kareye kadar çıkmıştı. Kü- çük iki taraftan 20 şer mil karelik bir gayret daha göstermelerini isti- yordu. İngiliz Hükümeti bu teklifi tetkike değer bulmuştu. Makarios ise, teklifi derhal reddetmiş ve EOKA günündeki mahut demecim vermişti. Küçükün bütün iyiniyetli gayretleri- nin mükafatı işte buydu! Fakat, kara cübbeli papazın hainliğinin yine de bir faydası olmuştu. Türk Cemaati bu suretle tekrar tesanüdünü bul- muştu. Bu suretle, "idare" politikası yok oluyor ve Rauf Denktaşla Fazıl Küçük tekrar aynı noktada birleşi- yorlardı. Dışişleri Bakam Zorlu da, bir de- meç vererek, "Londra Anlaşmaları- nın bir bütün olduğunu ve bu Anlaş- malar bir bütün halinde tatbik edil- meden -yani İngiliz üsleri konusu da tamamiyle halledilmeden- bağımsız- lığın bahis Okonusu olamayacağını hatırlattı. Atina hava alanında Yu- nan Dışişleri Bakanı oAveroff, ona ister istemez, aynı prensipte mutabık olduğunu bildirmişti. Fakat, zorlu Dışişleri oOBakanının demeci, Türk halk efkarında, Londra Anlaşmalarının getirdiği iki başlı mahlükun doğmadan ölüp ölmediği hususundaki ciddi şüpheleri asla gi- derememişti.