TİY A İstanbul Tiyatroda Aktüalite Tiyatronun cemiyete ayna tuttuğu doğru ise, tiyatro yazarının yaşa- dığı devri, bu devrin hususiyetlerini iyi ve kötü taraflarıyla aksettirme- sinden daha tabii bir şey olamaz. Yerli, yabancı birçok piyeslerin mu- ayyen devirlerin, ocereyanların bir nevi canlı şahitliğini yapmaları, bu bakımdan birer vesika oOehemmiyeti taşımaları bundandır. Fakat, neden- se, bu çeşit eserlere lâyık oldukları u , "an ri olmadığı düşüncesine saplanılır ve "kalıcı"lıklarından şüphe edilir. U- nutulur ki, bu piyesleri canlandıran kişiler de, zaafları ve kuvvetleriyle, insanoğlunun ta kendisidir. e Onları harekete getiren, biribirleriyle ve yerleşmiş nizamla çatıştıran mesele- ler ne olursa olsun, kendi toplumla- rının ve devirlerinin realitelerine uy- gun davranışları varsa, hakikidirler ve hakiki olan her şey gibi kalıcıdır- lar. Bu gözle bakınca İstanbul Şehir Tiyatrosunun Eminönü bölümünde sahneye koyduğu ve şimdi Kadıköy bölümüne naklettiği "Edebiyat Mü- kâfatı" isimli piyes de, yalnız Fran- sada değil, zamanımızda hemen he- men bütün memleketlerde yeni nesil- lerin zevk aldıkları, daha doğrusu yüzbinlerin okuduğu "kitle edebiya- tı"nın hicvini yapıyor, yapmacıksız realizm adı altında moda haline geti- rilen bir nevi kalem ticaretinin gü- lünç, inanılmaz gibi görünen, fakat gerçek olan taraflarını tesbit ediyor. Her devrin böyle tiraj rekorları kı- ran sahte edebiyat dehaları olmuş- tur. Birinci dünya harbinden sonra Maurice Dekobra imzasını taşıyan romanların bütün dillere tercüme e- dildiği, adeta kapışıldığı günler he- nüz hatırlardadır. Şimdi de Franço- ise Sagan... Fransız sahnelerinin iki genç ve nüktedan yazarı, Barillet ile Gredy, bu fırsatı kaçırmak istememişler ve yaşadıkları devrin "moda edebiyatı" m sahneye çıkarmışlar. Onların "e- debiyat hârikası" da 16 yaşında bir liseli kız, bir "harika çocuk"tur. Bu kadarı yetmiyormuş gibi, eser 1956 da Pariste Daunou tiyatrosunda sah- neye konulduğu zaman, kahramanı olan Minouche için Françoise Sa- gan'a benzeyen genç bir sanatkâr aranmış ve bu rol ona bir ikiz kardeş kadar benzeyen Chrtstiane oLasou- to'a oynatılmıştı. 30 Çifte Yazarlar Tiyatro âleminde iki imzalı piyesle- man çok rastlanmıştır. Meilhac ile Halevy, Feydeau ile Des- vallieres, Armont ile Gerbidon, Ro- bert de Flers ile Caillavet ve işte şimdi de Barillet ile Gredy. Bizde o sonra, 1950 de oynanmış, derhal bü- e çifte yazarlı piyesler görülmemiş değildir. Eskilerden bir örnek ver- miş olmak için Celâl Esat e rahmetli Salah Cimcozun "Üçü Selim'ini, M. Şükrü Erdenle ii "Genç Os- li Musahipzade Celâlin T R O man'"ını, yenilerden de Adalet Sü- merle Sevim Uzgörenin "Bir Piyes Yazalım"ını hatırlıyabilliriz. Pierre Barillet ile Jean - Pierre Gredy, biri büyük bir elmas tüccarının öbürü bir bankerin oğlu olan bu iki genç yazar, şimdiden yarım düzine- ye yakın piyesin müşterek müellif- leridir. İlk piyesleri, birçok tiyatro müdürleri tarafından reddedildikten re sık sık değilse de, zaman za- Fransada: yük bir rağbet görmüş ve Tristan Bernard o mükâfatım (kazanmıştır. Bu ilk müşterek muvaffakiyetin adı "Le Don d'Adele" dir. Bu eserleri türkçeye Fehmi Baldaş tarafından Ki M Son günlerde Devlet Tiyatronu Edebi Heyetine karşı bazı münekkid ve müellifler tarafından yaylım ateşi açıldı. Biribirini takibeden fıkra ve makalelerden sonra, geçen gün. Sanatsevenler Klübünde, mesele açık oturum halinde münakaşa edildi. Haldun Tanerin yaptığı bir tiyatro ko- nuşmasının vesile olduğu, Edebi Heyet başkan ve üyeleriyle müellif ve münekkidlerden bazılarının katıldığı bu münakaşanın, zaman zaman, nahoş bir şekil aldığı da görüldü. Edebi Heyete yöneltilen ve tiyatro ile yakından ilgilenen geniş bir kitlenin merak ettiği bu hücumların sebebi neydi? Edebi Heyet telif esere acaba boykot mu ilân etmişti? Hayır... Devlet Tiyatrosu dergisinin son sayısında neşredilen bir listeye göre, kuruluşundan bu yana» Devlet sahnelerinde 95 tercüme esere karşılık 46 telif eser oynanmıştı. Yalnız bu mevsim sahneye konu- lan telif piyeslerin sayısı dördü bulmuştu. O halde? Görünüşe bakılırsa mesele, mevsimin 4. tur eserleri arasında bir telif esere yer verilmemiş olmasından çıkmıştı. Acaba Devlet Tiyatrosu, şimdiye kadar her prog- ram değişikliğinde, her yeni turda repertuvarına mutlaka yeni bir telif eser mi alıyordu ki "bozulan gelenek" den bahsediliyordu? Hayır, o da değil. Devlet Tiyatrosu Edebi Heyetine İstanbul ve An- karada, yazılı ve sözlü olarak, yöneltilen hücumların altında başka se- bepler olmalıydı. Bu meselede iki tarafın da ayrı ayrı düşündüğü görülüyor: münek- kid ve müellifler diyorlar ki: "— Devlet Tiyatrosunun bellibaşlı vazi- felerinden biri de müellif yetiştirmektir. Kuruluş kanununda bile "Türk dram ve musiki sanatının yayılmasını, genişlemesini sağlamak" gayesi belirtilmiştir. Bu gaye de ancak yerli eserlerin "iyice" lerini olsun oyna- makla yerine getirilmiş olur. Kaldı ki tanınmış müelliflerin eserleri be- ğenilmese de oynanmalıdır. Çünkü seyirci, Edebi Heyet bu eseri niye seçmiş? demez, falan yazar bunu niye yazmış? der" v.s. v.s Edebi Heyetin de, resmi bir açıklama yapılmamış olmakla beraber, şöyle düşündüğü, Sanatsevenler Klübündeki münakaşalı konuşmalar- dan, anlaşılıyor: "— Müellif yetiştirmek gayesiyle yeni imzaların ümit verici ilk eserlerini teşvik etmek, oynatmak vazifemizdir, bunu da ya- pıyoruz. Fakat bu teşvik ve müsamahayı, ilk eserleri oynandıktan, mu- vaffakiyet de kazandıktan sonra, artık ne yazarsak oynanır düşünce- siyle, üzerinde kâfi derecede çalışılmamış, zayıf piyesler gönderen mü- elliflere devamlı olarak gösteremeyiz. İki tarafın iddia ve müdafaalarında da gerçeklere uygun olan ve olmıyan taraflar var Şüphe yok ki müellif yetiştirmek, telifi himaye etmek vazifesi her tiyatrodan çok Devlet Tiyatrosuna düşüyor. Sebebi de malüm: Devlet parasıyla işliyor, gişe hasılatına bel bağlamıyor, tutmıyacak eserleri sahneye çıkarmanın cezasını iflâsa sürüklenmekle çekmiyor v.s. iş bun- dan ibaretse Devlet Tiyatrosu bu vazifeyi yerine getirmiş olduğunu is- AKİS , 13 NİSAN 1960