SİNEMA Filmcilik Bir saltanatın sonu Haftalardır bomboş stüdyoları, toz orları ve 1ssız cadde- leri, atom infilâkinin ertesinde terkedil- miş şehri andırıyordu. Yıllardır magazin sayfalarının, skandallarıyla, aşk maceralarıyla bir numaralı ko- nusu olan Amerikan sinemasının baş- kenti, Yazarlar ile Oyuncular Birli- ginin birlikte giriştikleri grev sonun- da, dünyanın en acıklı beldesi duru- muna düşüvermişti. Büyük s larda çevrilmekte olan sekiz A Mİ eN durmuş, başla- rında Marilyn Monroe, hani sinema- nın bir zamanki şu "budala sarışını" ile Tony Curtis ve karısı Janet Leight bulunan 14 bin artist ve figüranla, 5 bin teknisyen altlarındaki arabalara atladıkları gibi evlerinin yolunu tut- muşlardı. Gerçi 1930 larda, 1940 lar- da da bazı grevler olmuştu ama, hiç biri bu kadar büyük çapta olmamıştı. Grevin böylesine büyük oluşunun bir sebebi de yıllardan beri ilk defa "Ya- zarlar Birliği" ile "Oyuncular Birli- ği" nin omuz omuza vermesiydi. Gre- vin sebebi ise, şekli olarak, 1948 den sonraki yıllarda çevrilen filmler tele- vizyona satıldığı takdirde, prodüktör firmaların, bu filmlerdeki emeklerin- den ötürü oyuncular ile teknisyenler için ayrılması istenen bir fonu öde- memeleriydi. Değer bakımından bu filmler 300 milyon dolar yakınında tutuyordu. Birlikler bunların televiz- yona satışından elde edilecek gelirin bir kısmının, yaşlanan üyelerine ay- rılmak üzere kendilerine verilmesini istiyorlardı. . Büyük şirketlerin bu teklife cevapları "herşeyden önce 1948 sonrası filmlerini televizyona satmak gibi bir istekleri" olmadığını, "satsalar bile oyuncularla teknisyen- lere bu sebeple yeni bir para ödeme- yi akıllarından bile geçirmediklerini" bildirmek olmuştu. Grev, bir uzlaş- ma yolunun bulunamaması üzerine, şeklen bu cevap dolayısıyla, başla- mıştı. Ancak, olayı doğru şekilde dü- şünebilmek için durumu daha başka açılardan da incelemek gerekmekte- dir. Öküzün altında buzağı aramak heveslisi bazı Amerikan fıkra yazâr- larının meselede hemen bir "kızıl par- mağı" keşfetmeleri ne kadar gülünç- se, Hollywoodun emektar prodüktörü Joe Pasternak'ın "oyuncular, endüs- triyi yeniden patronlarının eline ver- medikçe bir daha film çevirmiyece- gim sözü de, dâvanın açıklanmasın- da o kadar önemli bir ip ucuydu. Gre- vin asıl sebebi, gerçekten film endüs- trisini elinde tutanların kimler oldu- AKİS, 6 NİSAN 1960 gunu ortaya koymaktan ibaretti. Sa- hip, patronlar mıydı, oyuncular mıy- dı?... Televizyon gelince.. inema, Amerikada yıllarca büyük belir sağlayan bir endüstri olmuş, ama televizyonun yaygınlaşmasıyla yerini yeni rakibine (o bırakıvermişti. Republic, RKO gibi eski büyük film şirketleri oartık televizyon filmleri çevirmekteydiler. Sinemanın sâdece bir "eği " aracı diye düşünülme- sinin en tabii sonucu buydu. Halk, daha kolay, daha ucuz bir "eğlence" yolu bulunuverince, artık sinemaya gitmek için bir sebep göremez olmuş- tu. 1948-1952 yıllarında Hollywood televizyon karşısında devamlı olarak gerilemiştir. 1948 de ayda 4,6 milyar kişi sinemaya giderken, bu miktar 1952 de 26 milyara, 1953 te ise 2,3 milyara kadar düşmüştü. 1920 de her Amerikalıya yılda 16, 1930 da yılda 37, 1940 ta yılda 32 film düşerken, 1955 te 15, 1959 da ise 14 film düş- meğe başlamıştı. 1950 de Amerika- da her ay 375 film gösterilirken, on yıl sonra bu rakam yüzde 40 eksi- giyle 1959 da 195 filme inmişti. Ha- len Amerikada 50 milyon televizyon alıcı makinesi bulunduğu söyleniyor- du. Grafiklerin durmadan bir geriye dönüşü göstermeleri, elbette yalnız televizyonun rekabeti ile ilgili değil- di. Ortada daha başka sebepler de vardı. Bunların en önemlilerinden birisi de, konuları, tipleri ile ele alı- nışları birbirinden (farksız yüzlerce kordelânın halkta sinemaya karşı bir cins bıkkınlık yaratmasıydı. Temcit pilâvı gibi ısıtılıp ısıtılıp yeniden pi- yasaya sürülen konular artık çekici- liğini kaybetmişti. Ayrıca, ağır bas- mıya başlayan bazı endüstriler, me- selâ plâk endüstrisi de sinemanın müşteri kaybında Önemli bir sebep olarak gösterilebilirdi. Bütün bunlar Amerikan sinemasının her geçen gün kendinden biraz daha verdiğini gös- teriyordu. Hollywood yavaş yavaş kocamış, dişleri dökülmüş aslanları andırmağa başlamıştı. Bütün bu dış değişikliklerin yanı sıra, endüstri içinden de kaynaşıyordu. Hollywood'u yıkan sebepler arasında, bir de iç mücadeleleri saymak yerinde olacak- tu. Meydanı bırakanlar. ya 1950' ye kadar şöhretiy- le efsânesini, daha çok bazı si- nema oyuncularıyla yapmıştı. o Efsa- neleşmiş yıldızlar arasına katılabil- mek için, büyük bir filmin yıldızı ola- bilmek için, bazı büyük patronları tanımak, onlarla bir süre birlikte yaşamak yetiyordu. Ama, uzun yıl- Marilyn Monroe Grevcibaşı lar endüstriyi elinde tutan bu büyük patronlar artık oyaşlanmışlar, birer birer ellerini eteklerini bu alandan çekmeğe başlamışlardı. Harry Cohn ölmüştü. Bir otomobil kazası Jack Warner'in adını sinema dünyasından silmişti. Louis Mayer "Metro — Goldwyn — Mayer" in sonuncu "M" si, önce endüstriden uzaklaşmak zorunda kalmış, sonra da ölüvermiş- ti. Bir elinde İncil, öteki elinde ise aşağılık seks hikâyeleri bulunan Ce- cile B. De Mille adı, artık kayıplara karışmıştı. Sam Goldwyn köşesine çekilmiş gibiydi. Adolphe Zukor'u anan artık kimse kalmamıştı. Zanuck bile, geniş ekran sistemini geliştire- rek Cinemascope'un varlığını kabul ettirmesiyle biten büyük kumarı gö- ze alarak, 1954 sonrasında Holiy- wood'a az çok canlılık getirmesine rağmen, bugün Amerika dışında ça- lışıyordu. Kısacası, "büyük patron- ları" nı birer birer kaybeden Holly- 33