Hafıza-i beşer nisyan ile malul değildir. Gi bu tavanı yüksek, dar ve ufak oda bir Cezaevi hücresi değildi, Haydarpaşa Numune Has- tahanesinin bir hasta odasıydı ama sütlü kahverengi bir robdöşambr giymiş, yatağının içinde oturan, u- fak yapılı yaşlı adam, bir mah- kümdu! Son bir ay içinde biraz daha çökmüş, o yaşlanmış gibiydi. 72 yaşında, 53 yıllık gazeteci Ah- met Emin Yalman, geçen şeker bayramını, 15 ay 16 gün mahküm bir insan olarak, bu ufak, dar has- tahane odasında geçirdi. Bayram- dan bir kaç gün önce Yalmanı zi- yarete giden eşinin anlattıklarını, herhalde yeniden hatırlamıştı. Yal- manın eşi, yolda giderken bir tak- sinin birden bire yanında durduğu- Ğ , beyfen- rak etmesin, yakında iyi günler ge- lecek" dediğini anlatmıştı. "Yakın- da iyi günler gelecek!" Bunu söyli- yen, Ahmet Emin Yalmanı teselli etmek isteyen yolda rastlanılmış, herhangi bir vatandaştı. Bu hikâ- yeyi dinlediği gün olduğu gibi, bay- ram sabahında da -o sırada küçük hastahane odasında yalnız olması- na rağmen- ellerini yüzüne kapa- mış, göz pınarlarına biriken yaş taneciklerini saklamak istemişti. Ahmet Emin Yalman, Toptaşı Cezaevine -İstanbul Parkotel- gir- dikten birkaç gün sonra oCezaevi doktoru tarafından muayene edil- miş, bir hastahanede müşahede al- tına alınmasına lüzum gösterilmiş- ti. İşte, 25 gündür Haydarpaşa Nü- mune hastahanesinin bu küçük Oo- dasında bir mahküm hasta olarak yatıyordu. Hastahanenin 15 doktor- dan müteşekkil sağlık kurulu, 25 gün devam eden bir müşahede dev- resinden sonra, Ahmet Emin Yal- manda dokuz ayrı hastalık teşhis edildiğini, dokümante olan bu has- talıklara cezaevi şartları altında tedavi edilmesine imkân olmadığı- nı, bu sebeble cezasının altı ay tecil edilmesi gerektiğini ittifakla karar altına almıştı. Bu karar, Adli Tıp Heyetinin otasdikinden geçtikten sonra, Yalmanın cezası altı ay te- cil edilecektir. Pulliamzedelerden Şahap Balcı- oğlu ile Selâmi Akpınar, cezaevinde ilk bayramlarını geçiriyorlardı. Bu 20 A. Emin Yalman İyi günler yakındır elbette, zor bir bayram geçirmekti. Bugüne kadar her bayramı, sıcak sevimli, sevinçli aile yuvası içinde geçirmeğe alışmış kimselerdi. Şim- di Toptaşı Cezaevinin bir koğuşun- daydılar. Bu zorluk yalnız Balcıoğ- lu ile Akpınar için değildi tabii. Evde, EŞSİZ, babasız kalan çoluk ço- cukları için daha da zordu. Bay- ram, Ülkü Armanın, Beyhan Cenk- cinin, Yusuf Ziya Ademhanın, Na- im Tiralinin, Fatin Fuadın evlerine olduğu gibi Balcıoğlu ile Akpınarın evlerine de, gözyaşıyla, hüzünle girdi. Yenmez bir zehir aşı gibi! Balcıoğlu ile Akpınar, bayram sabahı erkenden kalktılar. Şahap Balcıoğlu, oOCezaevine girdiğinden beri ilk defa, kolalı gömleğini giy- di, kravatını taktı. Sırtında resmi elbiseleri vardı. Bayram gününe kadar, hep kürklü bir ceket ve kazak giymişti. İki ee gazeteci, Emin Yalm Cezaevine girdikten sonra kendilerine verilen odada sabahın yedisinden itibaren bayram tebriklerini okabul ettiler, Önce Başgardiyan Mehmet Çopan ile Osman Kirmen bayramlarını tebrik etti. Sonra bütün mahküm- lar sırasıyla Pulliamzedeleri ziya- ret edip, bayramlaştılar. Sonra da, bütün mahkümlarla birlikte hapis- hanenin küçük bahçesine çıktılar. Selâmi Akpınarla Şahap Balcıoğ- lunun eşleri, çocukları gelmişlerdi. İçe akıtılan, dudak ısırarak, gökyü- züne bakarak, sırası değilken gül- meğe çalışılarak saklanmak istenen bir hüzün Balcıoğlu ile Akpınarla- rı çepçevre sarmıştı. oBalcıoğlunun küçük oğlu bir aydır tırnaklarını kestirmiyordu. Sanki, protesto gre- vi yapıyordu. Şahap, oturdu küçük Çelikin tırnaklarını bir güzel kesti. Ankara Hiltonda yatan iki genç gazeteci -Ülkü (OArmanla Beyhan Cenkci- nin bayram sabahları, İs- tanbul Parkoteldeki oPulliamzede gazetecilerin sabahlarından farklı değildi. Armanla Cenkçinin evleri de Akpınarla Balcıoğlunun evleri- nin aynıydı. Ne var ki, Armanla Cenkçi, daha kıdemli mahkümlar- dı. Aileleri de, kendileri de cezaevi şartlarına, mahkümluğa, mahküm ailesi olmaya alışmış gibiydiler. Ar- manın, aylardır cezaevi yolunu a- şındıran annesiyle kızkardeşi, o sa- bah da Ülküsüz bir bayramın hüz- nü içindeydiler. Beyhanın genç eşi Ayşe Cenkçi, o şayanı takdir da- yanma gücünü bu bayram sabahın- da da göstermiş, göz pınarını Zor- layan yaşlarını saklamasını bilmiş- ti. eyhan da Ülkü de, yeni elbise- lerini giymişler, neşeli ve güvenli olarak o ziyaretçilerinin (okarşısına çıktılar. Beyhan, yaptığı resimler- den bahsediyordu. "Bir ben, diyor- du, bir de Van Gogh.. Ötesi yok!" Bir şikâyeti, kilo almaktan. O ka- dar. Cezaevine girdiğinden beri do- kuz kilo almış. Ülkü, Beyhan gibi değil. Onun, bu kadar eski bir mah- küm olmasına rağmen, kilo aldığı yok. Kendi ifadesiyle "çakı gibi" Zafer Gazetesinin Yazı İşleri Mü- dürü Fatin Fuad, uzun bir süredir cezasını Tıp Fakültesi Hastahane- sinde geçirdiği için, tabii daha ra- hat. erhalde, cezaevlerinin soğuk yüzlü duvarları arkasında çileleri- ni dolduran gazeteciler de, sıra bek- liyenler de, sırası gelecekler de, kı- sacası bütün memlekette büyük ço- gunluğun düşüncesi ve inancı, en güzel ifadesini şoför vatandaşın sö- zünde bulmaktadır: "Yakında iyi günler gelecek!" AKİS, 6 NİSAN 1960