lık devresinden sonra- Scala orkest- rası ile soylemış büyük şantörlerle temsilini layı- getirmek kolay iş değil- di. Onun için İstanbul Operasının açı- lış temsillerinin kazandığı muvaffa- kiyette Kurt Eichhorn'un büyük bir hissesi olduğunu kabul etmek lazım- dır. Kazanılan muvaffakiyette hissesi olanlardan biri de, elbette, Devlet Tiyatrosunun eski tenoru ve rejisörü, yeni İstanbul Operasının da Umumi Sanat Müdürü Aydın Gün- dür. Aydın Gün, bir opera temsiline hiç de elverişli olmıyan Tepebaşı sah- nesine "Tosca"yı, emektar Perov'un ağırbaşlı dekorları ve bir çok itina ile dikilmiş güzel kostüm içinde, ayrı ayrı yerlerde geçen üç perdesi ve korosu ile beraber, seyirciye "dar- lık" hissi vermeden yerleştirmek us- talığını göstermiştir. Başrollerden Floria Tosca'da Ley- la Gencerle Baron Scarpia'da Orhan Güneki -radyonun naklen yaptığı yayınla- bütün memleket gurur ve iftiharla dinlemiştir. Yalnız son de- rece sıcak ve tatlı sesleri, yalnız ko- lay erışılmez muzıkalıtelerı ile değil, temsil ve icradaki üslüb ve ifade za- rafetiyle de bu müstesna cevherli iki Türk çocuğu dünyanın her tarafında yüzümüzü ağartacak kudrette olduk- larını bir kere daha göstermek fırsa- tını buldular. Bu övgü kelimeleri onların ça- lışmaları ve bu çalışmalar sonunda elde ettikleri muvaffakiyetin mükâ- fatı olarak azdır. Bir gün bizde de Devlet Sanatkârlığı Trütbesi ihdas edilirse, Opera bölümünde, hiç çe- kinmeden bu rütbeyi verebileceğimiz büyük ilk insanlar Gencer'le Günek olma- dır. Misafir tenor Giuseppe Savio'ya gelince: Puruzsuz sesi, 1nsana rahat- tün endişesinin partisini ve arialarını en iyi ve tesirli şekilde söylemekten ibaret olduğu da gözden kaçmıyor- du. JİNEKOLOG - OPERATÖR Dr. NİHAL SİLİER Kadın Hastalıkları - Doğum mütehassısı Munayenehane : Samanpazarı Billur Han, Kat 2, No. 32 Tel: 19031 AKİS, 23 MART 1960 T 1 YA İstanbul Dormenin "Zafer" i İstanbul tiyatroları, bu mevsim, bir- birleriyle hakiki bir rekabet ha- lindeler. Rekabetin böylesine doğru- su can kurban. Çünkü netice hem se- yircinin, hem de Türk tıyatrosunun hayrına oluyor. Seyircinin yalnız rağ- betini değil, takdirini de kazanmak ve bir mevsim içinde sanat değeri 0- lan birşeyler yaratmak için girişilen bu yarışta her topluluk, kendi bün yesine göre, piyesin en iyisini, tevzi- atın en isabetlisini, mizansen ve de- korun en güzelini gerçekleştirmeğe çalışıyor Bırkaç senedenberi Kuçuk Sahne— ye yerleşmiş ve bu mevsim başı ro bakımından biraz zayıflar gibi go— rünmüş olan Haldun Dormen toplu- luğu, kadrosunun imkânları ve yapa- bileceği şeylerin hududunu çok iyi ölçmenin güveniyle, daha ikinci piyes lerde, taze bir kuvvet kazanmış ve repertuarına zevkle seyredilen iki eser ilâve etmişti. Şimdi mevsimin üçüncü eserlerini de sahneye koymu bulunuyor. Bunlardan bilhassa Jos- hua Logan'la Thomas Heggen'in "Za- fer Madalyası" isimli piyesi Dor- men topluluğunun da zaferi haline gelmiştir. Zira bu Amerikan piye- si mükemmel bir reji ve dekor içinde, bu sahnede pek az esere nasibolmuş bir oyunla oynanmaktadır. Nefis bir dekor aka Pasifikte, bir adadan bir ada- ya dolaşan ve deniz kuvvetlerinin ikmal ve iaşe işlerinde vazife gören bir harb nakliye gemisinde geçiyor. Küçük Sahnenin bir küçük oda hac- mindeki daracık sahnesinde Duygu Sağıroğlunun gerçekleştirdiği dekor, yılın en başarılı dekoru sayılsa ve bir mükâfat verilse, gerçek bir sanat muvaffakıyetının hakkı tanınmış o- ur Eserın havasını bu kadar kuvvetle sanların bir eşya gibi fırlayıp kayboldukları Aanbar ağızları, çelik cidarları birbirine — ekleyen perçin- ler, çeşıtlı tesısata ait borular ve hep- Si ha arb gemilerinin Hiçbir şey, en ihmal edilme- içinde kurşunı yaglı boyası küçük teferruat bile Miş. Sahnedeki oyun n dünya savaşında ateş hattının gerisinde çalışan insanların da ne- ler çektiklerini gösteren, aylarca ka- ra ve kadın yüzü görmeden, evlerin- T R O den, sevdiklerinden, alişkanliklarin— dan uzak, üstelik bir rütbe da ka- zanmaktan başka bir şey yen egoist bir kumandanın baskısı altında bunalmış denizcilerin psiko- lojisini, "üst" lerle "alt" rütbedeki- lerin her zaman akla, mantığa ve a- dalete uygun düşmeyen münasebet- lerini işleyen eser iyi sahneye konul- iyi oynanmasa, bu savaştan uzak kalmak bahtıyarlıgına ermış o- lan seyircimiz için büyük bir mâna ifade etmeyebilirdi Ama Haldun Dormen vakayı beşe- ri açıdan canlandırmayı, hazin ve gü- lünç taraflarını, muayyen dozda vermeyi bildiği için, kendisine yaban- cı kalması mümkün olan vakayı da, kişileri de seyirci kuvvetle benimsi- yor, kadar ki gülünç sahnelerde kahkahadan kırılıyor, buruk sahne- lerde de nefes almaktan âdeta çeki- niyor. Muvaffakiyetin yarısı eseri sah- neye koyan Haldun Dormenin ise, ya- rısı da eserdeki bellibaşlı - kişileri canlandıran sanatkârlarındır. Bunla- rın başında, Teğmen Pulver rolünde, Altan Erbulak geliyor. Sanatkâr mi- zacıyla A. Erbulak iyi, merd, cesur "düşünce"lerine uymıyan ürkek, hattâ korkak "yaradılış"ı ile Teğmen Pul- ver'e çok tatlı, aynı zamanda çok duygulu, derinliği de olan bir kompo- zisyonla gerçeklik veriyor. Birbiriyle hiç geçinemeyen Suvarı sahtevakar ve duygusuz bir tip çizi- yorsa, savaşa katılamamaktan duy- duğu kahramanca üzüntüsü, emri al- tındaki deniz erlerine gösterdiği an- layışlı ve müşfik muamele ile ona ta- bantabana zıt Üsteğmen Roberts ro- lunde —aslında esere adını /veren rol- rezlinin oyunu üslüb ve ifade mından gün geçtikçe kuvvetleniyor, şahsiyet kazanmıya başlıyor. Fakat diksiyonunun da oyunuyla hemahenk olarak kuvvetlenmesi, hızlı konuştu- ğu zamanlarda bile ona hakim olacak kadar kuvvetlenmesi lâzım Diğer rollerden Doktoru Haldun en, çavuşu İzzet Günbay, er rollerını de Erol Günaydın, Yılmaz Gruda ve arkadaşları renkli bir oyun- la canlandırıyorlar. Yalnız Erol Gü- naydınınki, bazı sahnelerde, biraz fazla renkli, hattâ alacalı bulacalı bir hal alıyor. Seyirciyi güldürmek iyi, zevki olan bir şeydir. Ama ese- rin manâsını, hedefini değiştirmek bahasına olmazsa. Sanatta herşey, gene, dönüp dolaşıp "ölçü" ye daya- 31