MUSİKİ gün için "Tosca"nın tamamını oyna- mak Tatbikat Sahnesinin imkanları- nı aşıyordu. Şimdi, yirmi yıla yakın bir zaman geçtikten sonra, İstanbul Operasının "Tosca"nın tamamını oynayarak per- desini açmış olması Puccini'nin kade- rinde operamızın kaderiyle müşterek manevi bağlar olduğunu gösterdiği kadar, Batı musikisinde elde tutulur bir ilerleme halinde olduğumuzu da açıkça gösteriyor. Aksi takdirde Carl Ebert'in 19 yıl önce ancak bir perde- sini sahneye koyup oynatabildiği "Tosca" operasının tamamını, tale- besi olan Aydın Günün 45 günde çı- karabilmesi elbette mümkün ola- mazdı İki dilli "Tosça" çen haftanın sonunda Tepebaşı Ti- atrosunda verilen "Tosca" tem- silini seyreden İstanbul sosyetesinin kalburüstü simaları bir şeye pek hay- ret etmiş gibiydiler. Ressam — Mario Cavaradossi rolünü oynıyan İtalyan tenoru Giuseppo Savio ile İtalyadan bu temsile -Floria Tosca rolünde- iş- tirak etmek için gelmiş olan güzide sopranomuz Leyla Gencer ve ünlü baritonumuz Orhan Güney -Baron Scarpia- part yorlar, diğer tali rol sahipleri ile ko- ro ise türkçe teganni ediyorlardı. Halbuki ortada hayret edilecek bir şey yoktu. Ama birçoklarının böyle bir opera prömiyerine ilk defa, o da müzik zevkinden çok elmas ve tuva- let teşhiri için geldikleri, alkışlana- cak yerleri bir türlü kestirememele- rinden belli oluyordu. Batı musiki- sine ve opera geleneklerine gerçekten vakıf olan ve azınlığı teşkil eden ay- dın seyirciler ise bunun, Avrupa sah- nelerinde sık sık görülen bir şey ol- duğunu, bazı memleketlerde her ope- ranın yazıldığı, dilde temsil ve icra edilmesinin titizlikle riayet edilen bir usul haline getirildiğini, üstelik misa- fir İtalyan tenorunun partöneri olan sanatkârlarımızın kendisine centration", duygu ve ifade bakımın- dan temsil için büyük bir kazanç ol- duğunu biliyorlar, sanatkarlarımızın milletlerarası repertuara hakimiyet- lerini, bu vesile ile, kendi sahnemizde görmekten ayrı bir haz duyuyorlardı. Bir kısmı bu müstesna temsili gör- mek için gelmiş Ankaralılardan, bir kısmı da İstanbullu hakiki musikise- verlerden meydana gelen bu azınlık, ikinci perdeden sonra, haklı ve yerin- de alkışlara rehberlik etmeği üzerine almamış olsaydı, en parlak arialar bile derin bir sessizlik içinde nihayet bulmak tehlikesiyle karşı — karşıya kalacaktı. 30 Sıra bekleyenler I_]î; iyi teşebbüsü şüphe ile karşıla- ayı huy edinmiş kötümserlerin perde aralarında ortaya attıkları bir mesele, açılış akşamı en çok müna- kaşa edilen konulardan biriydi: İtal- yadan getirilenler gidince İstanbul Operasının hali ne olacaktı? — Leyla Gencerden, Orhan Günekten, Giusep- pe Savio'dan sonra, aynı partileri kimler söyleyecek, kimler dinliyecek- Gencer ve Savio "Tosca" da Perdenin arkası Halbuki bu suallerin cevabı uzak- ta değil, ellerinde tuttukları prog- ramda yazılıydı. Tosca rolünü Leyla Gencerden sonra oynamak üzere 4 soprano, Cavaradossi rolünü G. Savi- o'dan sonra söylemek için 2 tenor, Scarpia'yı Orhan Günekten devral- mak için de 3 bariton sıra bekliyor- lardı. İstanbul Operasını açanlar da, başta eseri sahneye koyan Aydın Gün olmak üzere, elbette bu işin o kadar da acemisi değillerdi. Üç beş temsil sonra kapıları kapamak üzere opera açmıya kalkışmış değillerdi ya... İşin bir gerçek tarafı varsa o da şuydu: İstanbul Operası milletlerara- sı değerde misafir sanatkârların iş- tirakiyle misafirler tanbul Operası asıl onlara güvenile- rek açılmıştı. Onların çalışmaları on- cesaretlerini kırmak değil, bilâkis onlara güven vermek, onları — sevgi ve anlayışla teşci etmek lâzımdı. Her sanat teşebbüsü, hele opera çalışmaları, başlangıçta sevgi ve an- layış görerek kuvvet almış, bunu gö- remediği zaman da varlığını devam ettirememiştir. İstanbulluların — İs- tanbul Operasını asıl gala gecelerin- den sonra sevmeleri, benimsemeleri icabedecektir. Sahnedeki oyun flk "Tosca" temsilinin icra bakımın- dan bütün tahminleri aşan bir mu- vaffakiyete ulaştığını söylemek ger- çeği belirtmek olacaktır. Avrupa ve Amerika sahnelerinin paylaşamadığı Leylâ Gencerin, Orhan Günekin, G. Savio gibi billur sesli bir tenorun ka- tıldığı bu açılışın İstanbulun şimdiye kadar bir eşini daha görmediği muh- teşem bir sanat hadisesi, bir musiki ziyafeti olacağı tahmin edilmekte idi. Ama orkestra, Koro, tali roller, sah- neye koşuş, dekor ve kostüm gibi çe- şitli unsurlarda göze batacak bir ak- saklık açılış akşamının bütün parlak- lığını giderebilirdi. Cumartesi akşamı, işin incelikleri- ne vakıf olan ve bu endişeyi biraz ol- sun duymaktan kendini alamıyan pek az insan, perde açılır açılmaz, sevim- li Zangoçla siyasi mahküm ve firari Angelotti'nin temsil ve icrasını, dükten, perde diler ve rahat bir nefes aldılar. Bir opera temelli için herşeyin ba- şında gelen orkestradır, temsilin mü- zikal sevk ve idaresidir. Bu bakım- dan, daha önce Ankaraya da gelmiş ve "Don Juan" operasını idare etmiş olan tanınmış Alman şefi Kurt Eich- horn'un bir küçük mucize yarattığı- nı soyleyenlere hak vermek icabedi- yor. Zira çoğu amatörlerden mürek- kep, yıllardanberi yalnız senfonik e serler çalmış bir Şehir Orkestrasını -beş, on günlük bir çalışma ve hazır - AKİS, — 23 MART 1960