Dünyaya bakış Gelişmemiş Geçen hafta Kabilden gelen haberler Afgan idarecile- rinin memleketlerini demokratik bir rejime doğru götürme kararında olduklarını açıkladı. Demokrasinin oluş sancıları içinde olan memleketimizde iyi niyetli in- sanlar, elbette Afgan idarecilerinin başarısını gönül- den dileyeceklerdir. Bununla beraber, Asya ve Afrikanın gelişmemiş memleketlerinde Parlamanter Demokrasinin istikbâli- nin bulutlarla kaplandığı şu sıralarda, Afgan idarecile- rinin bu kararda olduklarını sadece açıklamaları bile akla türlü tereddüt ve şüpheler getirmektedir. Gerçek- ten, Endonezyada Başkan Sukarno demokratik rejim- den prensip itibariyle ayrılmadığını söylemekle beraber yine geçen hafta Parlamentoyu tamamen Anayasa dışı bir tasarrufla feshedivermiştir. Bu, Endonezyada daha disiplinli bir rejime doğru iki yıldır devam eden ü eriştiği en yüksek noktadır. Birman- darbeden sonra yapılan seçimler, par- lamanter rejimin daha sağlam esaslar üzerine tekrar kurulabileceğine dair ciddi müşahitlerde hiçbir ümit Pakistanda Eyüp Han, Demok- rasiyi sayan disiplinli bir eğitim rejimini yürütmeğe gayret etmektedir. Ginede tek parti rejimi hakimdir. Ganada ise Başbakan N'Khrumahın demok- ratik prensiplere aykırı hareketleri her gün tekrarlanı- yor. Bunlar, millet idaresinde bazı idealleri olan, mil- letlerini daha ileri bir istikbâle götürmeyi hakikaten is- teyen liderlerin memleketlerinden verilen misâllerdir. Bütün arzuları sadece iktidarda kalmak olan Syngman Rhee'ler, Çang Kay-Şek'ler burada bahse bile değmez. Fakat, herhalde bilanço şudur ki, gelişmemiş memle- ketler dünyasında tek Demokrasi numunesi olarak Hin- distan parlamaktadır. Ancak, en iyi niyetli düşünürler bile, büyük lider Nehrunun ölümünden sonra Hindista- nın nasıl bir yola sapacağından emin olamamaktadırlar. u karamsar durumun sebebleri nedir? Şüphesiz sebepler her memlekette tamamiyle eş sebebler degıldır Ama gene de bunları umumi hatlarıyla belirtmek müm- kündür. Birinci sebep, halkın bilgi ve kültür seviyesinin dü- şüklüğüdür. Çok büyük bir çoğunluğun okuma yazma bilmediği bu ülkelerde halkın, bir topluluk olarak kar- şılaştığı meseleleri anlaması çok zordur. Dini taassup bu orluğu bir kat daha arttıran bir unsur olarak ayrıca zikredilmelidir. İkinci sebep, halkın tam bir bölgecilik illetine sap- lanmış olmasıdır. Halk, millet çapında düşünebilmek şöyle dursun, il ve ilçe çapında bile davaları görememek- te, ufku köyünün sınırlarını açamamaktadır. Bu durum, bir yandan, küçük topluluklar arasında şiddetli bir re- kabeti; öte yandan, halkın köy çapında yapılmış veya yapılacağı vaad edilen her işi, nihai gaye olarak say- ması sonuçlarını doğurmaktadır. Üçüncü sebep iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma için lüzumlu gayret, fedakârlık ve disiplini halkın, mev- AKİS, 16 MART 1960 Memleketlerde Demokrasi cut hayat şartlarının büsbütün gerilemesi tarzında yo- rumlamasıdır. Bu temayül, aslında en ileri memleket- lerde dahi vardır. Fakat, gelişmemiş memleketlerdeki kadere boyun eğme ve tembellik gelenekleri bu pek in- sani temayülü büsbütün zararlı bir şekle sokmaktadır. Dördüncü sebep, halkın ideal düşkünü siyasetçilerin meği çıkınlarını larıdır. saflığından istifade eden hakiki davaları maskele- doldurmanın zaruri bir şartı sayma- Bu illetlerin ortaya çıkmasını ise, bu toplulukların büyük bir kısmında henüz "“millet" fikrinin teşekkül etmemiş olmasına ve Devlet idaresi geleneklerinin tam mânasiyle yok oluşuna bağlamak kabildir. İşte, Asya ve Afrikalı liderlerin karşılaştıkları davaları çözmenin, bir bakıma, İstiklââ Harbini kazandıktan sonra Ata- türkün karşılaştığı davalardan dahi daha zor oluşu bundandır. Çünkü Atatürk uzun ve şerefli tarihi içinde milliyet ve milli haysiyet fikri gelişmiş, Devlet ve di- siplin fikri şuurunda yerleşmiş bir topluma batılılaştır- mak davasiyle karşılaşmıştı. Halbuki, Asya ve Afrika- nın bugünkü liderleri idare ettikleri topluluklara evve- lâ bir millet olduklarını ve bunun asgari bir dayanışma ve disiplini gerektirdiğini öğretmek zorundadırlar. Şu halde, nasıl ki Atatürk devrinde batılaşmanın toplu- mumuzun motoru olması zarureti, maziyle olan bağ- lantıların kesilmesini sağlamak için otoriter bir idare- yi -fakat, demokrasiyi gaye edinmiş olan ve bunu da 1950 de isbat eden otoriter bir idareyi- gerektirmişse Asya ve Afrikanın gelişmemiş memleketlerinde de çok daha vahim sebeblerin otoriter rejimleri gerektirdiğini kabul etmek gerekir. Nitekim, hemen bütün bu memle- ketlerde parlamanter sistem, yerini şimdilik halk faali- yetlerinin tek mihrakı olarak köyü gören ve "Demok- rasi Eğitimi" diyebileceğimiz idarelere terketmektedir. Bu muşahedelerden Türkiye için de bir pay çıkar- mak mkündür. Toplumumuzun millet fikrine ve Devlet 1daresı geleneklerine sahip oluşu bizde Demok- rasi denemesini mümkün kılan unsurlardır. Fakat, Türk Demokrasisinin yeni müesseseleri önümüzdeki İktidar tarafından sağlam esaslara bağlanırken tam bir Batı taklitçiliğine asla sapmamak gerekir. Dini taassup ve kalkınmanın gerektirdiği fedakarlık ve disipline muka- vemet davalarıyla memleketimizde dahi karşılaştığımızı unutmamalıyız. Türkiyede Parlamanter Demokrasi, bu davaları başarıyla halledebildiği takdirde — yaşayabile- cektir. Toplumu idareden âciz kalan hiçbir rejim, de- mokratik de olsa, yaşayamaz. Türk toplumunun, me- selelerden habersiz şahsi İktidar heveslilerinden kur- tulduktan sonra, halletmesi gereken en büyük mesele demokratik müesseseleri iktisadi ve kültürel kalkınma- nın icablarıyla bağdaştırmaktır. Demokrasi hayatı için- deki münakaşaların "iki kere iki dört" kadar aşikâr hakikatlerin inkâr olunabileceği, istismara kurban edi- lebileceği ve hattâ konuşulamayacağı bir havayı ge- tirmesini önlemenin tek yolu budur.