Bir Mülakat Bir &n haftaların en mühim hadisesi irticanın kıpırdanışları karşısın- da gençliğin aldığı vaziyettir. Bu hadiseler arasında, İstanbul Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyetinin yap- tığı kongre dolayısıyla bir isim du- yulmuş bulunuyor: Doçent Tarık Za- fer Tunaya. Tunaya, genç neslin bir temsilcisidir ve Atatürk inkılâpla- rının bekçileriyle omuz omuzadır. Tunaya fikirlerini AKİS'in İs- tanbul muhabirine son derece cazip bir üslüp içinde anlattı. Aşağıda bulacağınız mülakat bu konuşmada Tunayanın açıkladığı fikirlerdir. AKİS U dört gün evvel dersten çıktığım bir sırada iki genç kız talebem bana şu soruyu sordular: "Efen- dim, merak ettiğimiz bir şey var. İrtica ne demek?" Kendilerine kısaca dedim ki: "İrtica rücu, geriye dön- mek demektir. Ama nereden geriye dönmek? Türk Devriminin kabul ettiği esaslardan geriye doğru git- mek: Yani muasır medeniyet seviyesine — yükselmek prensibini tanımamak, onu inkâr etmek!" Olaya bu açıdan bakmak mümkün ve hislerimize — kapılmadan, ilmi bir gözlükle, objektif olarak bakmak lâzım. Zira bir ilim adamı her şeyden evvel olayın varlığını tesbit eder. Siz ona iyi deyiniz fena deyiniz, bu değer hüküm- lerimiz olayı ortadan kaldırmaz. Olay vardır. İrtica olayını da ne lüzumundan fazla büyültmek, ne de lü- zumundan fazla küçümsemek gerekir. Bu olay var- dır. O her yenilik hareketi karşısında da kendisini dai- ma göstermiştir. Patrona Halilden Kubilayın katille- rine kadar.. "Türk devrimini inkâr etmek niçin mürteciliktir? "Çünkü Milli Mücadeleyi takiben Türk inkılâbı dediğimiz fikirler ve hareketler bütünü, Türklerin mil- li bir hayat yaşıyabilmeleri için tek yoldu. Bunun dı- şında Türkler ya Sovyet peyki olmaya, ya bir yarı müstemleke hayatı yaşamaya mahküm edileceklerdi. Türk İnkılâbından gayri bir kurtuluş yolu yoktu. Bir buçuk yüzyıldır, her çeşidi ile kurtuluş yollarını ve çarelerini denemiştik. Fakat hiç birisi ne Türkleri, ne de Türklerin hâkim oldukları bir İmparatorluğu kur- tarmıştı. Türk devrimi yüzyılların yapamadığı bir işi başardı. Türkleri Asya hurafelerinin ve bâtıl itikatların bir örümcek ağı gibi kavradığı hayatın içinden, hara- be halindeki bir medeniyet alanından kurtarma yoluna İlim Adamı girdi. Kesin olarak Batı medeniyetini kabul etmemiz gerektiğini ilk defa Türk devrimi açıkça, çekinmeden ilân etmiştir. Bir buçuk yüzyıllık bütün ıslahat hare- ketleri daima telifçi, ikici, mütereddit kalmışlardır. Eskinin yanında yeniyi, birbirini inkâr eden iki mües- seseyi yaşatmak — istemişlerdir. Bir taraftan inkılâpçı, bir taraftan da muhafazakâr kalabilmekte bir kurtu- luş ümidi görmüşlerdir. Türk devrimi böyle bir ısla- hat metodunu topyekun reddetmiştir. Türk Devrimi telifçilikle, —tereddütle, muhafazakârlıkla, taassupla cepheden çarpışmayı göze almış bir harekettir. Türk Devrimi Batı medeniyetinin kabulünü ilân etmekle, Türkiyenin yüzde doksanbeşi müslüman olan halkının hristiyanlaşacağını ilân etmiş değildi. Zaten böyle bir durumun ortaya çıktığını tarih de kaydetmemiştir. İlmi araştırmalar bize gösterir ki, farklı medeniyetle- re sahip iki kitle karşılaşınca aralarında bir sentez olur. Birbirlerinden bir şeyler alırlar. Birbirlerine bir şeyler verirler. Bunlardan birisi ortadan kalkmaz. DEVRİMLER VE DİN tarihi olayın bilin- İ şte gericilik dediğimiz hareket bu bilinmek ve anla- memesinden, anlaşılmamasından, şılmak istenmemesinden doğmuştur. Devrim hareketle- rinin iltifat görmediği çevreler onu milli mukaddesatı yok etmekle suçlandırmışlardır. Oysa İstanbulda Ana- dolu kahramanlarının idam fetvalarını imzalayan bir Şeyhülislâm "Sarığını bir halı gibi işgal kumandan- larının ayakları altına sermekle" mi milli mukaddesatı kurtaracaktı? Türk Devrimi Batı — medeniyetini bir müşterek medeniyet olarak kabul etmiştir. Sadece hris- tiyanlığın eseri saymamıştır. Onda bizim de hakkımız var. Hakkımızın yok olduğu farzedilse bile, bir gün hissemiz olacaktır. Türk Devrimi ne bir din değiştir- mek, ne de milli haysiyet ve hüviyeti kaybetmek ol- muştur. Bu hareketin karşısında onu baltalamak iste- yenler de, daha yapılmakta olduğu anlarda belirmiş- tir. Bunlar taassubun ve bâtılın esiri çevrelerdir. On- lar için milli bir istiklâli gerçekleştirmenin fazla bir değeri yoktur. Türkiye bir müstemleke olarak kalsaydı bile, onlar gene taassubdan ve bâtıldan faydalanarak varlıklarını devam ettirebilirlerdi. Bu ba- kımdan Türk devrimi karşısında onu itham edenler hiç bir suretle onu anladıklarını iddia edememişlerdir. Türk Devriminin dayandığı lâiklik prensibini dinsizlik, hattâ din düşmanlığı olarak vasıflandırmışlardır. Bu prensi- be bağlı olan her şeyi "küfr" saymışlardır. Bunca yıl sonra Türklerin dinsiz olmadıkları anlaşıldığı gibi Batı medeniyetinin de benliklerini yok etmediği meydanda- dır. Türk İnkılâbı din düşmanı bir hareket olmamıştır. O, dış düşmanlardan fazla geri çevrelerle çarpışmıştır. "Türk Devrimi daima böyle bir zihniyetle müca- AKİS, 20 OCAK 1960