dan çok daha tesirli bir hava getir- mişti. Olivier Coriolan'da « thello"dan sonra "Coriolan" da Laurence İ seyredenler ücünü Robeson'un da- hi golgeleyemıyecegıne bir kere da- ha inandıla Hiç şüphe yok ki Olivier halıhazırda - İngilterenin en büyük aktörüdür. İngilizlere göre, "Othello"da Amerikalı bir zenci fev- kalade başarılı olabilirdi, ama Olivi- er hâlâ aktörlük tacını başında taşı- yordu Nitekim "Coriolan"da oynadı- ğ o çok cepheli romen generali ro- lüyle de bu tacı kolay kolay başın- dan çıkarmıyacağa benzemektedir. Festivalin en eğlenceli temsili ise Tyrone Guthrie'nin sahneye koydu- ğu "All's Well That Ends Well" ol- du. Bu temsilde Shakespeare'in gayes olar oyuncular seyırcılerıne fevkalade neşeli — daki- kalar —geçirtmesini bildiler.. Dr. Guthrie şimdiye kadar yaptığı mi- zansenlerle kritikleri — şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüren ama gene de son derece başarılı olmuş mizansenleriy- |bir sanatçıdır. elbiselerle oynatan odur. Daha son- a Laurence Olivier ile ortaya daha Ortodoks bir "Hamlet da yine Dr. Guthrie'dir. Yazdönümü Gecesi Rüyası"ını şim- diye kadar akla gelmedik bir zavi— yeden sahneye koyması ve umulma- dık bir başarı da sağlaması hala ha- tırlanmaktadır Laughton'un ilham perileri estıvalın en enteresan temsili ise "Kral Lear" temsilleri idi. Zıra bu münâsebetle Charles Laughton "her- zaman iyi bir aktör değilse de, dai- ma büyük bir aktör" oldugunu gös- terdi. Laugton her temsilde se- yircilerinin karşısına başka bir Kral ear olara makta, ilham perisi yerinde ise sade festivalin değil bü- tün dünyanın en büyük aktörü oldu- ğu fikrini vermekte, ertesi gece ilham perisi onu ihmal etmişse Laughton sanki mesleğinin — başlangıcında bir acemi aktör gibi silik kalmaktaydı. Tiyatro anlayışına göre bir aktörün boyle ıçınden gelışıne göre oynama- sı "beşer "daha heyecan veri- ' bir oyun tarzı olarak kabul edil- dı se de hele Shakespeare Festi- Valı gibi seyircisi çoğunlukla — turist olan temsillerde ilham perilerine gö- re her gece sanat şahsiyetini değişti- ren bir aktörün ortaya şanslı ve şanssız seyirci grupları da çıkaraca- ğından şüphe edilmemek lâzımdır. 100. Stratford-Avon Shakespeare Festivalini müteakip festivalin ida- resini Byam Shaw'dan devralıp genç omuzlarına yüklenmiş olan — Peter Hall'un bu ananevi festivali bu yıl eriştiği yüksek seviyeye eriştirmesi- nin güç olacağı sanılmaktadır. Bu- nunla beraber Hall şimdiden 400. Shakespeare — yıldönümü festi- vali için çok geniş plânlar kurmak- tadır. AKİS, 9 ARALIK 1959 RADYO Radyoevi Kapalı kutu!.. Programlar... Kasımdan itibaren Ankara Rad- yosunda büyük değişiklikler ya— pıldı ve yeni programlarla bambaşka bir karaktere bürünen radyo eskisine nazaran daha geniş bir dinleyici küt- lesi tarafından takip edilmeye baş- landı. Senelerden beri raflarda toz- lanan, köhne fikirlerle ve bir o kadar da eski makine ile çalışan Ankara Radyosundaki bu değişikliğin esası neye dayanıyordu? Radyo, program- larını degıştırdıgı gibi çalışma pren- siplerini de değiştirmiş miydi? Bu suale cevap olarak herkes, hattâ Türk radyoculuğunun içinde olma- yanlar bile kocaman bir "HAYIR" demekten başka bir ,şey yapamaz- lardı. Gerçi dinleyici "Devamı Yarın Akşam", "Perde Arası", Gidiyoruz", "Yeni Besteler”, "Türkü- lerin Hikâyesi" ve diğer bir kaç programı belki merakla takip edi- yordu. Fakat bu istasyonun, radyo- culuğun — tarafsızlık gibi en büyük prensiplerinden birine nihayet riayet ettiğini de kimse iddia edemezdi. Ha- ber bültenlerinde V.C. ye geçenlerin listesi, isnatsız fikirlerle muhalefete çatan bir "Radyo Gazetesi" ve mec- lisin açılmasıyla yeniden mikrofona çıkan ve hâdiseleri yalnız kendi cep- hesinden dinleyiciye — aksettiren bir "Meclis Saati" hâlâ mevcuttu. Rad- yonun anteninden arkalarındaki da- yılarının baskısıyla imtihan edilme- den radyoya girmiş spikerlerin tat— sız ve bozuk Türkçeleri de hâlâ "Fezaya kıyordu. Spikerlerden biri geçen gün nöbette yalnız kaldığı için kızmış ve yemek bahanesiyle stüdyoyu terket- mişti. O sırada yayınlanmakta olan program sona erince anons yapacak spiker ortalıkta bulunamamış ve ilgi- liler birbirlerine girmişti. Bunun neti- cesinde de neşriyata iki üç dakikalık bir ara verilmişti. Vaziyeti öğrendiği man hırsından yukarı fırlayan program müdürü derhal bu arkası kuvvetli spikeri nöbetten çıkarmış ve yerine başka birisini getirmişti. Her- halde yabancı bir memleketteki rad- yo ıstasyonlarından birinde bu gibi bir hareket cezası en azından o spikere yol Vermektı. Fakat Ankara Radyosundaki spikerin ancak idare tarafından bir cezaya — çaptırılacağı ve bu cezanın da yine yukarının bas- a kısa bir müddet sonra kal- dırılacağı muhakkaktı. Demek ki Radyosundaki taze prog- ram fikirleri, bazı — anonslardaki Türkçenin düzgünlüğü, bir radyo is- tasyonunun naklen yayınlarına ben- zer naklen yayınlar, bir iki yeni plâk- tan çıkan duyulmadık ses, radyoya yeni alınan bir kaç elemanın çalış- maları sayesinde ortaya çıkmış des- teksiz gayretlerden ibaretti. Bu kısa süreli olacağı tahmin edilen gayret- ler olmasa prensipsizlik, iltimas ve devlet propagandası ile çalışan An- kara Radyosunun eski haline, hattâ eskisinden daha da beter bir duruma düşeceği muhakkaktı. Radyonun diz- ginlerini uzaktan çekenler bilmeliy- diler ki bir radyo istasyonunu, radyo istasyonu haline getiren yalnız prog— ramlar değil, programlardan önc kuvvetli bir prensip, sistemli bir ça— lışma şekli v tarafsız yayın yap maktı. Radyolarımızdaki prensipsiz- liğin en büyük delillerinden biri de reklâm — programlarının durumunda görülüyordu. Devlet teşekkülleri di- ğer reklâmcılardan daha ucuza za- man satın alabiliyorlar ve kendileri- ne ayrılan neşriyat saatleri de yine diğer reklâm programlarından daha iyi zamanlara rastlayabiliyordu. Rek- lâmcılar saat almak için gelip rad- yo idarecilerini değil, gidip daha yük- sek katlara yerleşmiş olanları ziya- ret ediyorlar ve işlerini oradan tele- fonla hallediyorlardı. Bu da radyo- nun ne kadar baskı altında çalıştıgı— nı gösteren en büyük delildi. rıca radyo idarecilerinin elınde rek— lâm programlarını program bakımın- dan kontrole yarayacak bir yetkisi yoktu. Netice itibariyle son derece kalitesiz reklâm programları tertip ediliyor ve bunlar hiç itirazsız neşri- yata giriyordu. Hoş kendi program- larını bile kontrole vakit bulamayan radyo idarecilerine bir de bu vazifeyi yüklemek işin çığrından çıkmasına sebep olabilirdi. Radyolarımızın ve radyoculuğumuzun gerek program cılık, gerekse idare ve sağlam temel lere dayanarak çalışması için uzun zamana ihtiyaç olduğu — muhakkak