Basın ve Mesuliyeti Erdoğan ALKİN asın müesseseleri görünüş- te âzami kâr gayesi ile ku- rulmuş birer münferit ekono- midirler. Bu firmalar da kendi- leri için en uygun kombinezon- lar arayacaklar, rakip firmala- TI 1ktısad1 ve idari politikaları ile "atlatmaya" çalışacaklar ve denge noktasını — aşağıdan yukarı doğru zorlıyacaklardır. Bu anlayışa göre idarecilerin mesuliyeti de sadece iktisadi olacak yani tutturacakları kâr seviyesi âzami sınırın altında dalgalandıkça — sorumlulukları da bu dalgalanmaya paralel bir seyir takıbedecektır u iktisadi kurumların bir diğer onemlı vasfı da umumi efkârı aydınlatma ve olayları murakabe edebilme kudretine sahip olmalarıdır. Normal za- manlarda müesseseyi kavra yan, kuşatan iktisadilik vasfı— nın yerini fevkalâde hallerde ki bu hallerin başında demok- ratik rejimin tehlikeye düşme- sini sayabiliriz- ıkıncı vasıf al- maktadır. Bu belki "âzami kâr- dan vazgeçmek"den daha fazla bir fedakârlığı icabettirmekte- dir, fakat basın — mümessilleri bu müessesenin "mürakabe ve aydınlatma kudreti"ni kendili- ğinden "murakabe ve aydınlat- ma mesuliyeti" altına girdiğini idrak etmelidirler. Bu sorumlu- luk artık kâr seviyesinin fonk- siyonu değildir, kâr dalgalan- ma larıyla aralarında direkt bir münasebet kurulamaz. Bu me- suliyetin seyri aklın, izahın, vicdanın, aklıselimin, — hicaba dalkavuklugun tabasbusun kü- çük saplama, menfaatlerin tesırındedır Müeyyidesi ise ol- dukça ilgi çekicidir: Azami ka- -a susamış ve kulaklarını aklı- selimi ve vicdanına tıkamış o0- lan idareci hedefin gitgide ken- dinden uzaklaştığını gördükçe şaşıracakta çünkü elde ede- ceği net avantajın davranışına bağlı olduğunu — kavrayamıya- cak, usulsüz, yersiz ve tek ta- raflı kullanılan kudrete halkın nasıl yüz çevirdiğini anlayama- yacaktır Toplumun sırtına çar- pıp geri dönen kâğıt yığını üze- rine oturup ta gözlerine kese- kâğıtlarının dibi kadar karan- lık ve boş bir hüzün çöktüğü zaman da artık iş işten geçmiş olacaktır. imkânı yok, bu kadar başarılı mü- cadele edemezdik" diyerek, bugünkü gençliğin ileriye doğru yol. aldığını sevinçle belirtiyorlardı. Yalçın Kü- çük ve Erol Unala eski ve yeni fe- deresyoncul ardan tebrik - ve tasvip telgrafları yağıyordu. 12 Yalçın kuçuk Azmi, büyük ya... Onar ve gençlik Gençlik teşkilâtını D. P. nin şube- si hâline, getirmemek için müca- dele eden, D. P. nimetlerine ve kaba kuvvete hayır diyen Yalçın Küçük ve arkadaşlarının, mücadelenin kızış- tığı günlerde, üniversite muhtariye- tinin şampiyonu Rektör Sıddık Sami Onan hatırlamamalarına imkân yok- tu. Gençler haklı olduklarına inan- dıkları dâvalarının haklılığını bir de Erol Ünal Dayanıyor onun ağzından duymak ihtiyacınday- dılar. Bu sebeple "Rektör sizi kabul etmez" diyenlerin sözlerine aldırma- dan Onardan randevu istediler. Genç- ler, tahminlerinde -yanılmadılar. Hak- kın üstünde bir şey olmıyacağına i- nanan Rektör Onar gençleri derhal kabul etti ve onlara mânevi bir des- tek o Yalçın Küçük ile Onar arasında geçen konuşma bir hayli enteresan- dı. Gençleri güler yüzle Rektör, onlara "kanuni mucadeleye devam" yollardan dışesını uyandırdı. Ama Sıddık Sami imdiye kadar kanun çerçe- vesinde hareket ettiniz. Ayni şekilde devam edin" deyince, endişenin ye- rini' büyük bir sevinç akü. Haklı ol- duğuna yüzde yüz inanan insanlar bile, itimat ettikleri kimselerin ağ- Zından haklı olduklarını duymak ih- tıyacındaydılar Bu yüzden Sıddık Sa- minin "geçm 1ş olsun" ile başlıyan ve "devam edin" ile biten sözleri genç- ler için paha biçilmez bir mükâfat oldu. Üniversite öğretim üyelerinin bir çoğu -bilhassa genç hocalar-, Yalçın Küçüke muhtaç olduğu mânevi des- teği cömertçe verdiler. Hıfzı Veldet, hâdiselerin ilmi tahlilini yapan bir yazı yazacağını vaadediyordu. Hâdi- selerin tahlilini çoktan yapan genç doçentler, kanunun Erol Unal, Yal- çın Küçük ve arkadaşlarından tara- fa olduğunu halk efkarına açıklamış- lardı. Gençlere her türlü hukuki yar- dımı yapmaya hazırdırlar. Kübalının asistanı Alp Kuran, polisin karşısın- da hakkın yaman, bır müdafii idi. Unıversıte dışında bir Yusuf Ziya Ortaç, "Sizi dövdüler mi?" sualine müsbet cevap alınca hüngür hungur ağlıyacak kadar heyecan içindeydi. Metodik Reşit Ülker, gençlerin "si- yanet meleği" rolündeydi. İstanbul basını da, başta Orhan Birgit ve Sadun Tanju olmak üzere gençlerin dâvasını kendi dâvası e- dinmişti. Aslında şunun dâvası, bu- nun dâvası diye bir mesele mevcut değildi. Ortada tek bir mesele vardı: O da iktidarın emelleri önünde az çok bir mania teşkil eden mutavassıt teşekküllerin dizgin altına alınması- nı Önlemekti. Basın, gençlik teşekkül- leri, üniversite, hâkimler v.s. totali- ter bir gidişe karşı en buyuk temi- nattı. "Dikensiz gül bahçesi" istiyen- lerin her şeyden evvel bu dikenleri ortadan "kaldırması lâzımdı. Nitekim bütün bir milleti "bir avuç toz" ha- line getirmek arzusunda bulunanla- rın, herşeyden önce yıkmak istedik- leri dağınık fertler Ve iktidar — ova- sındaki. bu manialar Belki şimdiye kadar bazı basın organları, bazı üniversite ve adalet temsilcileri, her şeyi yutmak istiyen totaliter bir zihniyet karşısında ge- rekli mukavemeti gösterememişlerdi. Ama şimidi gençlik bu mukavemeti gösteriyordu. Hürriyetin fiyatını yaş- lılardan daha, iyi bilen gençliğin bu mukavemeti, tabiit ki her taraftan pek çok kişıyı gençlerin cephesinde topluyordu. AKİS, 28 TEMMUZ 1959