TİYA Teşkilât Size bir mektup var eçen haftanın sonlarında bir gü Ankarada, bilhassa hava- darlıgı dolayısı ile bazı İktidar mil- letvekillerince pek — sevilen Vakıf apartmanının, Üüzerinde Devlet Ti- yatroları Umum Müdürlüğü tabe- lâsı bulunan kapısından sırtında meşın çantası ile bir posta müvezzii irdi. Günün en sıcak — saatleriydi. Postacının gomlegı ter içinde kal- mıştı. Ağır ağır merdivenleri — çık- mağa başladı. Birinci kata gelince, çantasından çıkardığı Devlet Tiyat- TosU Müdürlüğüne yazılı zarflardan mürekkep bir tomar mek- tubu — odacılardan birine — teslim etti ve tekrar merdivenleri tır- manmağa başladı. acı, er Za- man olduğu gibi mektupları ev- rak — kalemine — götürdü. Orada mektupların resmi olanları alındı, hususi olanları da sahiplerine dağı- tılmak üzere bir kenara ayrıldı. Ka- lemdeki memur resmi zarfları teker teker açıyordu ki birden durakladı. Elinde kısa, ama çak kısa bir mek- tup vardı. Memur bu bir kaç satır- lik mektubu gözlerine inanamıya- rak tekrar ve tekrar okudu. Mektu- bun ifadesi gayet açıktı. Umum Mü- Muhsin —Ertuğrula, — vazifesine son verildiği — bildiriliyordu. Tİmza Milli Eğitim Bakanı Celal Yardım- cıya aitti. Memur bir an şaşkın dur- duktan sonra, mektubu derhal ami- rine götürdü r ceketimi giderim ğitim Bakam Celal Yardımcının topu topu iki üç satırlık mektu- bu, memleketimiz sanatına tam elli yıl emek vermiş bir ihsanın sanat ve hizmet hayatına, son veri- yordu. Hem de tek cümle tek kelime ile olsun teşekkür edilmeden. Celâl Yardımcının yazısında teşekkür edil- mediği gibi, işe son — verilmenin se- bepleri de izah edilmiyordu. Bu kı- sacık yazıda Muhsin Ertuğruldan istenen tek şey vazifeyi bırakıp git- mesiydi. Nitekim hemen o akşam Esenboğadan İstanbula hareket eden bir uçakta Devlet Tiyatroları Umum Müdürü de yer alıyordu. Emir yeri- ne getirilmişti. Muhsin Ertuğrulun şu dünyada bir tek ceketi vardı, onu da alır giderdi. Nitekim gitti de. Aslında Muhsin bu kabil ayrılma- lara alışıktı. Bundan bir kaç sene ev- vel de gene böyle bir bakan gelmiş. iki satırlık bir mektupla Muhsin Er- tuğrulu işinden uzaklaştırıvermişti. Uzaklaştırıvermişti ama, Muhsin o zaman da tıpkı bu kere yaptıgı gibi ceketini giymiş İstanbula gitmişti. Kaybeden de Muhsin değil Bakan ve Devlet Tiyatroları — olmuştu. Tarih tekerrürlerle doluydu. Muhsinin bi- rinci gidişinde [stanbul yeni bir ti- yatro kazanmıştı. İleri görüşlü bir banka, Muhsine mali imkânlar sağ- 28 T . R O lamış, o da İstanbullulara kolay ko- lay unutamayacakları Küçük Sahne- yi kazandırmıştı. Bu sefer de öyle olacağı, Muhsinin tiyatrosuz kalma- yacağı muhakkaktı. — Ancak geride kalan, kaybedecek olan Devlet Tiyat- roları olacaktı. Zira Muhsin onları bu sefer bambaşka bir hava içinde bırakmıştı. Büyük sanat adamının iki seneden beri — üzerinde titizlikle çalıştığı ve bir hayli de gerçekleştir- diği bir plânı vardı: Bölge Tiyatro- ları. Muhsin Ertuğrul bu tiyatrola- rın yaşayıp gelişmelerini en bü yük gayelerinden biri haline getirmişti. Şimdi bu tiyatroların hali neye vara- caktı? Muhsin Ertuğrul Yüze kapanan kapı Elli yıl böyle geçti Muhsin Ertuğrulda tiyatro sevgisi a ilk okul çağında başla- mıştır. Bu sevgi Muhsin Ertuğrul- un kendi ifadesine göre ilkokulday- ken teneffüs zamanlarında, ramazan geceleri gidilen temsillerden arta ka- lan Minakyan, Holas, Binemenciyan, takhtlerıyle başlamıştı Daha sonra ikan bezini çivitle bo- yayarak dekor yapıp içinde, "Os- manlı Dram Kumpanyası" temsille- rinden arta kalan sermayeyle arka- daşları temsiller verirlerdi. Bir in- san için bu yıllarda tiyatroya gönül vermek, tıyatrocu olmak adeta na- musuna leke sürülmesi kabılınden bir şeydi. Ozamanların şer'iye mah- kemelerinde oyuncu makulesinin şa- hitliği dahi kabul edilmezdi. İşte Muhsin, böyle bir zamanda tıyatro ya gonul kaptırmış ve yaşadığı, çağ- da tiyatroyu da, tıyatrocuları da sa- yılan, itibar edılen bir sevıyeye ge- tirmesini bilmiştir. i adıy- la Ertuğrul Muhsin, Harıcıye Vezne- darı Hüsnü Beyin oğludur. 1892 yı- lının 15 Şubatında İstanbulda doğ- muştur. Tefeyyüz mektebinde, Da- rüledepte, Soğukçeşme rüştiyesinde, Mercan İdadisinde okumuştur. Mer- can idadisinde okurken arkadaşları ve hocaları tarafından sevilen, çalış- kan bir öğrenciydi. Bir gün birden- bire ortadan kayboldu. Neden sonra arkadaşları arasında bir haber yayıl- dı; "Muhsin sahneye çıkmış". Evet Ertuğrul Muhsin sahneye çıkmıştı Burhanettin Bey -Tep trupunda, 1908 yılında, ilk defa, Şarlok Hol- mes" piyesi oynanıyordu ve bu pi- yeste Muhsin, 'Bob' rolünü almıştı. İlk gece sahneye çıkarken arkadaşı Rap Salahattın Muhsine şöyle diyor- du; "Korkacak bir şey yok, yanlız dediklerimi yapacaksın, yüksek ses- le konuşmak, halka bakmamak, kar- şısındakini dinlemek, tabii olmak kâ fi". Bu öğütler hiçte boşa gitmedi. Bu ilk oyundan sonra Muhsini Odeon Tiyatrosuna — devamlı kadroya aldı- lar. Burada Ertuğrul Muhsinle Vah- ram Papazyana bir oda verilmişti. Papazyan o senelerde Italyadan yeni gelmişti, durmadan Muhsine Avru- paya gitmesini, iyi aktör ve tiyatro- cu olmak istiyorsa bunun şart oldu- ğunu söyleyip duruyordu. Zaten Muhsin çoktan kararını vermişti. İş- te o günlerde verilen kararla, Al- manyada, Rusyada, Bulgarıstanda Stockholm'de ve daha bir çok yer- lerde filmler — çevirmesi, rejisörlük yapması ve sanat aleminde kendini tanıtması gerçekleşti. Muhsin yıllar sonra Devlet Tiyatrolarının başına getirildiği zaman, genç tiyatrocula- rın muhakkak Batı memleketlerine gönderilmelerini — istemiş ve bunda muvaffak ta olmuştur. 1911 senesinde Muhsinin, Pariste Kartiye Latenin kuytu bir sokağın- da, eski bir otelin tavan arasında bir yandan yaşamaya çabaladıgım diğer taraftan da o günün meşhur oyun- cularını seyredebilmek için — canını dişine takıp uğraştığını goruyoruz O yıllarda Mounet ully'nin Ham- leti oynadığını seyreden Muhsin bu oyunun tesirinden — kurtulamıyarak, aradan yıllar geçtikten sonra bir gün Küçük Sahnede bir kadın Ham- letle bu piyesi sahneye — koyacaktır. Ertuğrul Muhsin — Pariste günlerce mücadeleden sonra Antoihe Tiyat- rosu müdüründen provalarda bulun- mak Üüzere izin almıştı. Ama neye yarar ki bir zaman sonra parası ye- tişmediği için Pariste — daha fazla kalamıyarak İstanbula döndü. Muhsin İstanbula geldikten son- ra bir müddet, Behzat ve 1. Galip Arcanın bulundugu tiyatroda çalış- tı. Bu sırada Antoine İstanbula gel- di, Muhsini yeni kurulan Darülbe- AKİS, 30 AĞUSTOS 1958