K A D Sanat Konuşan tahtalar ünlerden Fuardı. Bir el galeri Miların kapısındaki k alı" levhasını kaldırdı. Saat tam onyedıy— nı a "“Kumrular Caddesin- de" şık bir kalabalık belirmişti. O gün Milar galerisinde Lerzan Ben- gisunun Dekoratif ağaç işleri ser- gisinin açılışı vardı. Sanatkârın de- koratif ağaç işleri dediği şeylerı tah- tadan heykelcikleri ve Paris'teki son sergisinde de sanat krıtıklerı bunla- rı birer heykel diye dı. L'eveil, La revue Moderne ve daha birçok Fransız sanat mecmuası bü- yük bir Türk kadın sanatkârından bahsediyor ve ilk sayfalarında — bu dekoratif ağaç işlerinin — resimlerini basıyordu. İşte Ankaralı sanat sever- ler bundan iki hafta önce bir Pazar günü, — Milar galerisine — konuşan tahtayı görmeğe gidiyorlardı. Tah- ta hakikaten konuşuyordu. Vazo da olsa, testi de olsa, tabak — çanak ta olsa, yayık ta olsa konuşuyordu. Se- yirciler her parçanın önünde dakika- larca duruyor bunlardan bir türlü gözlerini ayıramıyorlardı. Bu tahta parçalarının, kendilerine bakan bir halleri vardı. Lerzan Bengisu yap- tığı şeyleri daima pratik hayatta da kullanılacak bir eşya yapıyordu. Bu .sanatkârın ilk eserlerini verdiği gün- den beri güttüğü bir prensipti. An- Lerzan Bengisu Zevk sahibi 26 ağaçkakan I N cak ne var ki vazolara çiçek, bu tes- tilere su koymak insanın elinden gelmezdi. Sergıde en çok göz alan parçalar tandan yapılmış du- var tabloları, panolardı. Eski kilim- lerin motifleri tahta üzerinde tek- rar edilmişti. Renkler ve çizgiler in- sanı büyülüyordu. Birbirine yapış- tırılmış hissi veren parçalı vazolara yaklaşınca insan kolaylıkla bunların yekpare olduğunu görüyordu. Tahta bazen kendi rengini muhafaza ediyor- du. Bazen hafifçe renklendirilmişti. Bazen de en çiğ renklerle, en bek- lenmedik bir manzara ile tanınmaya- cak hale getirilmişti. Bir dekoratif çanak, sanki süedle kaplanmıştı. Me- raklı bir hanım, elini uzattı hafifçe dokundu.. Tahtadan yapılmıştı! Bu renkli, kilim motifleri ile süslü, stilize edilmiş testiler, cilâlı zarif vazolar» incecik, içi işli tabaklar ancak büyük bir sabırla meydana gelebilirdi. İşte seyircileri şaşırtan biraz da bu idi. Gene onları şaşırtan şeylerden biri de eski zaman gemilerine benzeyen güzel bir parça olmuştu. Siyah elbi- seli, pembe — kolyeli, ince, zarif bir hanım meraklılara bunun hakkında izahat veriyordu. Bir sanatkâr iyah elbiseli pembe kolyeli zarif hanı : "— yıktır” diyordu. "Köy- lü şu ikı delıkte ipi geçirir, ağa- ca bağlar veyahut kendısr tutar, sü- sallar ve yağı- nı çıkarır. İşte bu şkıld elde edilen yağ, dunyanın en guzel yağıdır Bu şekilde elde edilen yayıkda, şüp hesiz pek güzeldi. Siyah elbıselı ha- nım ona e bir baktı, çocugunu seyreden bir anne gururu ile gülüm- sedi. İsmi Lerzan Bengisu idi. Göz mütehassısı Naci Bengisunun eşi idi. İki tane oğlu var- dı. İstanbulda Gü- zel Sanatlar Aka- demisinde — resime devam ettikten son ra Ankaraya gel- miş, o zamanki Mu siki Muallim Mek- tebine stajyer ola— rak girerek oray da bitirmişti. Ye— di sene evvel dış memleketlerde se- yahat ederken tah- m muştu. Bilhassa I talyada — gördüğü tahta eşyalar ona bu ilhamı vermiş- ti. Avrupada bu işi makine ile ya- pıyorlardı. Lerzan Bengisu bunu elle yapacaktı. Bu işlerde torna kullan- mak kat'iyyen yasaktı. Elin yaptığı nı hiçbir şey yapamazdı! Lerzan Ben- gisu gene aynı anda Türk motiflerin- den, Türk eşyalarından ilham alma- ya, bunlardan birşeyler - yaratmaya karar vermişti. Taklit sanat olamaz- dı ve yerli motiflerimiz bitip tüken- mek bilmez bir hazine idi. İşte de- koratif ağaç işlerine havasım ve ko- kusunu veren en mühim unsur da bu idi Kafada doğan eser Eser evvelâ kafada doğuyordu. Model muhayyelede iyice canlan- dıktan sonra sanatkâr plastrin üze- rinde ona şekil — veriyordu. Bundan sonra da yapılacak şev yalnızca mo- tahtaya tatbik etmekti. Tahta her şekle girebilirdi. Ancak sabır is- terdi, aşk isterdi! İlk muamele için testere, keser, çekiç lâzımdı fakat az zaman sonra sanatkâr ellerindeki el- diveni çıkarır atar ve çıplak elle tahtayı yoğurmaya baslardı. En iyi usul daima aynı model üzerinde ça- lışmamaktı. Böylece insan daha az yorulurdu. Lerzan Bengisu — ciladan oyma işine, oymadan boyaya geçive- rir daima arzu ve heyecanla çalışma- ya ehemmiyet verirdi. Kendisine has çalışma usulleri de vardı. Oyduğu ve vazo şekline soktuğu bir tahta parça- sını kalorifer kazanına atarak ma- şa ile evire çevire yakmıştı. Netice çok iyi olmuştu. Hayatta en mühim şey severek çalışmaktı. Lerzan Ben- gisu hocasız yetişmişti, — fakat çok talebe yetiştirmek kararında idi.. Yakında İstanbulda açacağı Ö de sanatını memlekete yayacak o- lan talebeler yetiştirecekti. Bu tale- belerin ise bu mevzuda hiçbir şey» yapmamış olarak girmelerini istiyor- du.. Çalışma azmi ve çalışma aşkı bu talebelere sorulacak yegâne vesi- ka olacaktı. Ev Büyük dert Büyük şehirlerde mesken buhra- nına karşı alınan ilk tedbir yer tasarrufudur. Bu yüzden birçok ai- leler nohut oda, bakla sofa misali evlerde barınmak zorundadır. — İşte bu nohut oda, bakla sofa içinde müm- kün mertebe rahat edebilmek, ge- niş şekilde yaşıyabilmek — mevzuba- histir. Bu yüzden mimaride, eşya tip- lerinde, ev kadınının evini tertip u- sullerinde son senelerde büyük de- ğişiklikler olmuş ve bir ihtiyaç neti- cesi doğan yer tasarrufu mimarinin, dekorasyonun, ev tertibinin görüşlerine büyük değişiklikler ge- tirmiştir. Mimar var, mimarcık var. Bugünün mimarı, herşeyden evvel ev kadınının yardımcısıdır. Masa- başında, kâğıt üzerinde yalnızca aka. demik malümatla ve estetik görüş- le ev plânı çızmek modası artık geçmiştir. Mimar plânını çizeceği evin içinde yaşıyacak olan ev ka- AKİS, 1 MART 1958