Paraları olmadığı için yaptıkları el işlerini, hattâ çeyiz eşyalarını sa- tarak yardım kampanyasına katılan şehit torunlarına, yetimelere rastla- nıyordu. Kampanyanın gülünç tarafları abit bu arada bazı komik, -daha doğrusu üzücü- hâdiseler olmuyor değildi. Meselâ tuluatçı siyasi ve si- yasi tulüatçı Muammer Karaca da Zeki Mürenle birlikte — hasılatı Ça- nakkale âbidesi inşasına harcanmak üzere bir musamere — vermeyi teklif etmiş ve "pek tabii ki bu musamere karşılıgında para talep etmıyecegız 1şt1 Ancak elektrik vs. gibi "ıvır zıvır" masraflar alınacaktı. Mıllıye— tin Çanakkale Âbidesine yardım ko- mitesi bu teklifi büyük bir sevinçle karşıladı. Gazete günlerce Karacanın resimlerini bastı, verilecek musame- re nin reklâmım yaptı. Temsilden son. ra Abıde yardım komitesinden "ıvır ıvir masrafîarı karşılığı - olarak ikininbeşyüz lira — istenince komite- dekilerin gozlerı fal taşı gibi açıldı. Tabii çaresiz bu parayı Karacaya ödediler. Ama sonra da oturup, aca- ba bir gecede Karaca bir temsilinden kaç para kâr alıyor diye hesapladılar. Buldukları rakkam, — ödediklerinden pek de farklı degıldı Ertesi gün Mil- liyette para mevzuunda son derece efe ndıce davranan Zeki Mürene -ama sadece ona. hararetli bir teşekkür çıktı Meselâ gene bu kampanya gere- ğince sırf bağış toplamak için Milli" yet satan Galatasaray lisesi talebele- ri Hiltonun müşterilerinden ancak ikibucuk lira — toplayabilmişlerdi de, buna karşı lalettayin bir esnaf ka h- vesinden bunun on misli para elde et- mişlerdi. Hilton personeli ise -müşte- rileri olan milyonerler değil, bu kam- panyaya ikibinaltıyüz — küsur İliralık bir bağışla katılmışlardı. Çanakkale- de dikilecek ve 200 bin şehidin ruhu- nu şad edecek 41 metrelik âbidenin tamamlanabilmesi için keselerinin ağ- zını açanlar daha ziyade fakirler ve orta hallilerdi. Zenginlerden ise pe az ses seda çıkıyordu. Kısa bir zaman içinde yarım mil- yon liraya yükselen kampanya hası- latı bu hafta içinde de yükselmeye devam etti. Yurdun dört bir köşesin- den her gün Milliyete yüzlerce mek- tup, yüzlerce havale geliyordu. Yal- nız İstanbulda. yalnız Ankarada de- ğil, memleketin hemen hemen bütün şehirlerinde şoförler, gazete bayileri, talebeler ellerinden geldiği kadar bu kampanyaya yardım ediyorlardı. An- karadaki Hanımın hususi otomobılı ile yaptığı dolmuş seferleri bu yardımlardan sadece bir tanesı idi. Milliyet, takdire lâyık gayretiyle sadece bir âbide için para toplamak- la kalmamıştı. İspat da etmişti ki Türk milleti, başka mılletlerden daha az hamıyetlı değildi. Şimdiye kadar bu neviden yardımlar yapılmıyorsa organizasyon — hatasındandı. memleketlerde — organizasyon iyiydi. Fark oydu. Mesele, talep etmesini bilmekteydi. AKİS, 1 MART 1958 Güzel Olmayan Fotoğraf Mükellef bir Cadillac. Onun kapısında, pejmürde kılıklı üç insan. Bu, D. P. nin Türkiyeye ne getirdiğini millete göstermek için C> H P. tarafından hazırlanmış bir afiş değildir. Bu, bir fotoğraftır. İstanbul- da çekilmiştir. Cadillac, vali Mümtaz Tarhanın arabasıdır. Pejmürde kılıklı insanlar Anadoludan geldikleri rivayet edilen Resim Türkiyenin en büyük gazetesinde -Cumhuriyette- çıkmıştır. Re sim altından öğreniyoruz ki vali Mumtaz Tarhan mükellef Cadillac'ı içinde dolaşırken pejmürde kılıklı üç insan müştür, onları arabası- nın kapısına polisiyle oelbederek kendilerine Istanb lda ne aradıklarını sormuştur. Gazete vatandaşların cevabını yazmamaktadır ama, eğer mükellef Cadillac'ın sahibine "Ya sen ne arıyorsun, üstad?" diye so- rarlarsa her halde pek iyi ederlerdi. Hakikaten Mümtaz Tarhan İstanbulda ne aramaktadır, anlamak son derece zordur. Bir şehir ki binbir derdi vardır. Dr. Lütfi Kırdardan sonra bir vali gelmiştir, bütün vaktini sıyaset cambazlıgı ve laklakıyat- la geçirmiştir. Sokakları çamurdur, yeni vali çamura tükürmeği yasa etmiştir; okulları dörtlü tedrisat yapmaktadır, yeni Valı oyun salonun- da talebe kovalamayı başlıca meşgalesi haline getirmiştir; — yakacak yoktur, yeni vali strıp -tease'le uğraşmayı kendisine dert edinmiştir ve bu "leğen örtüsü"nü tenkid edenleri resmi beyanat yapıp "kuçuk bey"- ilkle tavsif etmeyi en iyi müdafaa tarzı saymaktadır; yiyeceği yoktur, yeni vali Ankaradan gelen erkek ve bilhassa kız talebelere verdiği çay- larda çektirdiği resimlerin gazetelerde neşrini her halde "popülarite" sayar. Eğer bu zata pejmürde kılıklı o üç vatandaş "Ya sen İstanbulda ne arıyorsun, üstad?" diye sormadılarsa, hakikaten pek insaflı dav- ranmışlardır. İstanbul, Fahreddin Kerim Gökaydan sonra bir vali bekliyordu. Bir vali ki, Fahreddin Kerim Gökayın ihmal ettiği işlere eğilsin, İstanbullu- lara unutulmadıklarını hatırlatsın Bir vali ki ciddiyetiyle kalbleri fet- hetsin. Gökayın tahammülüne, onun hoşgörürlüğüne sahip olsun, fakat aynı zamanda eski valinin hafifliğinden masun kalsın. Sanki İstanbul- lular bunun tamamen aksini istemişler. Aylar var ki vali Tarhan Türki- yenin bu en büyük ve münevver şehrinde hafifliklerin klâsik numunele- rini vermektedir. Üstelik, üzerinde Belediye — Başkanlığı sıfatını da taşımaktadır. Bırakınız muhalif ve müstakil gazeteleri. Ama, Allah rızası için D. P nin İstanbuldakl organı Havadisi açınız ve vali tâyin olunduğun- dan beri Mümtaz Tarhanın bu gazeteye hangi sebepten geçtiğini araş- tırınız. Tere tükürenleri takip, mektep çocuklarını takip, meşhur strip- tease'ci Flora Baimoral'i takip, Ankaradan gelen —öğretmenlere çay, Galatasaray-Adalet maçım seyir, şunu karşılama, bunu uğurlama... Ya elektrik meselesi, ya su meselesi, ya otobüs meselesi, ya yakacak me- selesi, ya et meselesi Canım, varsın onları da Adnan Menderes düşünsün, değil mi, Mümtaz Tarhan? Dünyada hiç bir tâyin, Mümtaz Tarhanın İstanbula vali tâyini kadar talihsiz olamazdı. Son resim, son delildir. 15