Haftanın içinden Kıbrıstaki son hâdiseler karşısında hep birlikte na- sıl üzüldüğümüz, orada haklı dâvaları uğrunda şe- hid düşmüş kardeşlerimizin ıstırabını yüreklerimizde ne kadar canlı olarak duyduğumuz ortadadır. Elem, bütün Türk milletinin elemi oldu. En masum şekilde, elinde silâh niyetine çakı dahi bulunmaksızın, inandı- ğı fikirlerin sadece bir gösterisini yapmak — isteyen, bundan başka maksadı olmayan bir kütlenin üzerine ateş açılmasını içimizden hiç kimse — yirminci asrın batı medeniyetine uygun görmedi. Uygun da göre- mezdik; zira hareket, yirminci asrın batı medeniyeti- ne hakikaten uygun değildi. Şimdi, İngilteredeki Kıb- rıslı Türkler Londra sokaklarında bir — yürüyüş yap- mağa hazırlanıyorlar. İngiliz başkentini, ellerinde bay- raklarımız ve dövizler bir baştan ötekine — dolaşacak- lar, ne istediklerini canlı şekilde gösterecekler. Umit edıyoruz ki İngilteredeki bu neviden her harekette ol- duğu gibi Kıbrıslı Türkler de bizzat polislerin açtıkla- rı yollarda rahatça ilerliyecekler, Kıbrısın Yunanlı veya İngiliz değil, Türk olduğuna dair inançlarını ifa- de edeceklerdir. Bir inancın şiddete başvurulmaksızın, ama gürültüyle ve gösterişli bir tarzda belirtilebilmesi yirminci asrın batı medeniyeti tarafından en tabit in- san hakkı olarak kabul edilmektedir. Fakat bu hakikatlerin bizi düşündüren bir başka tarafını gormemezhkten nasıl gelebıhrız“’ Biz, kendi memleketimizde, bir inancımızı "şiddete başvurulmak— sızın, ama gurultuyle ve gosterışh bir tarzda" ifade etmek hakkına maalesef malik bulunmuyoruz. Hattâ bir yerde sükünetle toplanıp, bir hatibin memleket meseleleri üzerindeki fikirlerini dinlemek imkânı eli- mizden alınmıştır. Toplanamıyoruz, gösteri yürüyüşü yapamıyoruz. Bu mevzudaki kanunda tatbikatı, el sık- mayı suç sayacak mahiyette olmuştur. Kıbrısta top- lantı yapan Türklerin üzerine ateş açılmasını, son de- rece haklı olarak beğenmemek 1yıdır Ancak itirazı- mız çok daha kuvvetli olabilir, sesimiz daha iyi du- rulurdu.; eğer bizim kendi memleketimizde emniyet kuvvetlerının böyle bir hakkı, gösteri yapan silâhsız, masum kütlelere gerektiği takdirde ateş açma hakkım ellerinde tuttukları, bir kanunun bu hakkı onlara ver- diği hakikat bulunmasaydı Batı medeniyeti mahal- lesinde oturmak niyetimizi muhafaza ediyorsak, evimi- ze nizam vermek zamanı gelmiştir. Zaten görmemeye nasıl imkân var ki, bir müd- detten beri batılı müttefiklerimizin bize karşı davra- nışları, Fransızların dilimize de geçmiş meşhur tabir- leriyle "bon pour İ'orient — şark için iyidir" bir dav- ranıştır. Açık haklarımıza — gösterilen aynı — derecede açık anlayışsızlık, umumiyetle çocuklara karşı kulla- nılan usüllerle örtülmeğe çalışılıyor. İktidar organları tarafından büyük manşetlere, övünme dolu başyazıla- ra mevzu olan teselli mesajları bize — tahsis ediliyor. Halbuki bunlar batı camiasında yer almış milletlerin ve hükümetlerin birbirleriyle münasebetlerinde görü- len, tatbik edilen, makbul sayılan şeyler değildir. Mem- leketimizi ziyaret edenler bir takım “"allerji"lerimizi tedavi etmeye dikkat gösteriyorlar”. 'Kendi — usullerini bırakıp bize uymakla -İktidarı tedirgin etmemek gibi meşru bir mazerete sahip gorunmelerıne rağmen mil- let olarak bizi kırıyorlar; sonra da ' bunun, farkına dahi varmıyorlar. Ama, kabahati onlarda nasıl bulabiliriz? Evimizin içinde batı medeniyetinin nizamını kurmadığımız, o ni- zam içinde yaşamaya ciddi surette başlamadığımız müd- detçe bizi kendilerinden saymamalarını tabii karşılama- ğa mecburuz. Herkes Sputnık veya Explorer ile meşgul- ken, hidrojenden enerji çıkarmaya" Veya kutupları keş- AKİS,I5 — ŞUBAT 1958 VERME ZAMANI Metin TOKER fe çalışırken, Kar Adamı muammasını çözmek için heyetler seferber ederken biz Hüseyin Nail Kubalı ile Zeki Zereni kendimize dert edinirsek batı mahallesinde oturmak hakkımızı nasıl ileri süreriz? Bir beynelmi— lel konferans için, gelen heyetlere ilk iş olarak "aman, elçılıklerınızde toplantı yapıp muhalefeti veya sevim- siz gazetecileri çağırmayın, İktidar erkânı gelmez, re- zil olursunuz, üstelik hava bozulur" tenbihatını yapar- sak batılı devlet adamı kendini, nasıl olur da batıda hissedebilir? Nasıl olur da bizlere o gözle bakabilir? Birgün çocuklarımızın, bizim bugunku meselele- rimize bakıp güleceklerini bilmek için kâhin olmaya lüzum yoktur. Acı olan, çocuklarımızın yarın gülecek- leri meselelerimize batıda şimdi tebessüm edilmesidir. Bunu, daha uzun müddet bilmemezlikten gelemeyiz. Zi- ra, gecen her gün, halen uzaklaşmakta olduğumuz ba- tı camiasına avdetimizi ilerde güçleştirecektir. Şapka inkılâbımızdan otuz sene sonra batılı karikatüristle- rin bizi, başımızda bir fes, çizmelerine mani olamamı- şızdır. Türklerin Demokrasiye lâyık olmadıkları, Türk- lerin şarklı olmaktan çıkamadıkları yolunda bir inan- cı seneler degıl belki asırlarca Bilemeyiz. O neviden inançlar güç yerleşir ama, — yerleştiklerinden de güç çıkarılır. Meselelerimizi şark usullerine göre halletmek sev- dasını mutlaka terketmek, kendimizi toplamak, cemi- yetimize bir çeki düzen vermek zorundayız. Biz memle- ketimizde miting yapamazken Kıbrıslı Türkler için bu hakkı talep etmemi/deki garabet, Dış politikamızın niçin son senelerde hüsrandan başka şey getirmediği, nin tipik misalidir. Açık haklarımız böyle — garabetler yüzünden zarar görüyor. İşin aslı şudur ki Kıbrıs Türkleri de, biz Türkiye Türkleri de yirminci asır batı medeniyetinin insanlara tanıdıgı haklara sahip olma- lıyız. Buna evvelâ biz inanacağız, sonra da dünyayı 1nand1rmaya elbırlıgıyle çalışacagız adi İsti eni bir vatan kurmak", "Mutfakta elleri yağ ıçınde yarının mamur ve müref- feh Türkiyesini kurmaya çalışmak", - "Görülmemiş Kalkınma", "İspat hakkından evvel Azot fabrikası"... Bunlar ücretli propagandacıların ağzında iyidir ama, bir idarenin "memleket idare etme prensipleri" olur- larsa hatayı söylemek bir yurttaşlık vazifesidir. Dün- ya öyle bir konjonktür içindedir ki, batının senelerce evvel hallettiği meseleler üzerinde, hem de geriliyerek vakit kaybetmek imkânımız yoktur. Evimizin bulun- duğu mahallenin nizamlarına, örf ve âdetlerine uymak zarureti içindeyiz. İçerde başka olup, d işarda başka görünemeyiz; içerde kendimize tanımadığımız hakla- rın bütün bir dünya için temini yolunda savaşanların arasında bize yer vermezler. İşin acı tarafı, bugün iş başında bulunanların bu basit hakikatleri partilerinin iş başına — geçmesinden evvel bize, bu satırların yazarına ve onun nesline biz- zat ogretmış olmalarıdır. Bugün iş başında bulunan partının Genel Başkanı Ankarada şöyle diyordu: — Biz tanzimattan beri hak, hürriyet, adalet müsavat esası üzerinde bu memleketın güzide evlatla— rını su dakikaya kadar feda etmekle — vakit geçirdik. Bunu kökünden halletmek için daha ne kadar bekliye- cegız“’ Başkalarının yüz, yüzelli sene evvel hallettikle- ri meselelerin yüz seneden beri peşindeyiz ve hâlâ bi netice alamadık. Artık Türk — Milletinin bu dâvasını katiyetle hallettik diyecek zamana geldik. Bunu ta- hakkuk ettirdikten sonra diğer iktisadi ve mali mese- leleri de ele alacağız." var ki o gün takvim, 31 Mayıs gösteriyordu. 1948 tarihini