7 Aralık 1957 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 33

7 Aralık 1957 tarihli Akis Dergisi Sayfa 33
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

bir besteciye iyi not kazandırmazdı. Adnan Saygun, malzemesini seçerken de titiz davranmamıştı. Hele melodik bakımdan eserin hiçbir — seçkinliği ktu. Bazı kısımlarda duyulan te- sırh melodiler de besteciye değil, ya öye, ya da tekkeye aitti. Bundan başka eser sahibinin, başka besteci- lere olan saygısını, musikisi vasıta- siyle değil, gerekiyorsa başka yollarla -konferanslarla, makalelerle- anlat- ması tercih edilirdi. Meselâ eserin 12 numaralı parçası nda Ravehn Daphnıs et Chloe'sinin "Gün şu" kısmının yankıları pek barız bır şekilde duyuluyordu. Adnan Saygun, metindeki "hayat ölüm, insanlığın alın yazısı. Tanrıya vuslat" felsefesini de, musikisiyle, i- nandırıcı bir ifadeyle anlatamamış- Musiki yoluyla ışlenmesı çok güç, hem de kolayca müptezel olmaya ve sahte mistisizme kaçmıya zemin ha- zırlıyan bu konuyu sesler vasıtasiyle tefsir ederken besteci, çok kere taş- ra — duygululuğu ve — sulandırılmış Fransız empresyonizmine — başvur- makla yetinmişti. Metnin zirvesini teşkil eden "Ben benliğimden geç- tim, gözüm hicabın açtım, Dost vas- lına eriştiim, gümanım yağma olsun" satırlarında koronun marşvari bir melodi söylemesi herhalde izaha muhtaçtı. Eser genel olarak hareket- siz ve sıkıcı olmakla beraber tesirli kısımları da yok değildi. Fakat bu tesir "Dağ Başını Duman Almış'ın dinleyicide uyandırdığı heyecandan daha asil bir mahiyet taşımıyordu. Kötü icra alı akşamki konserde, — dinleyici- ler usun zamandan beri konser salonlarımızda rastlanan en kötü i- dare ve icraya şahit oldular. Adnan Saygun bundan önce de birkaç defa eserlerini idare etmiş ve tecrübesiz- liğine rağmen azçok tatmin edici neticeler almıştı. Fakat bu defa tec- rübesizliği, doğru zaman vurama- mak ve yanlış girişler vermek gibi en iptidait hatalarda kendini — gösterdi. Konser, gerek solistler (Sabahat Te- kebaş, Pevziye Bartu, İsmet Kurt, Hilmi Girginkoç) ve koro (Devlet O- perası Korosu), gerekse orkestra (Cumhurbaşkanlığı Orkestrası) bakı- mından baştan sona bir keşmekeş ha- linde cereyan etti. numarada her şey birbirine öylesine dolaştı ki du- rup kısma yeniden başlamak gerekti. Bu ara solistler, koro ve orkestranın bir aydan fazla bir zamandan beri bu eserin provalarını yaptıklarını, — bu yüzden Cumhurbaşkanlığı Orkestra- sının mutad konserlerinin aksadığını belirtmek gerekir. Şef Saygun, daha koro ve orkestranın sahnede yerleş- tirilişinden hatalarına başlamış, ko- royu orkestranın ortasına oturtarak, orkestra grupları arasındaki — görüş rabıtasını ortadan kaldırmış, hem de elverişsiz bir akustik durum husule getirmişti. Sahne disiplini bakımından Lawrence idaresindeki konserler sa- yesinde alıştığımız düzen kaybol- muştu Şefin "Ayağa kalksanıza" se- ve koro n "kalkamayız; yorulu- yoruz cevabı dinleyicilerin kulağına kadar geliyordu. Bay Saygun icra bittiğinde, isteksiz alkışlara —e bir- kaç işgüzar "bravo"ya- cevap vermek üzere ikinci defa sahneye çıktığında, orkestrasını ve korosunu halka tak- dim etmek maksadiyle arkasını dön- düğü zaman sahnenin kaşla göz ara- sında boşalmış olduğunu gördü. Parter dinleyicileri böyle bir kon- ser için on lira, program broşürüne de bir buçuk lira gibi yüksek paralar ödedikleri için, konserin — tertipçisi Amerikan Kız Kolejliler - Derneğine teşekkür etmiyorlardı. Dernek prog- ram kâğıdında bazı yanlışlıklar yap- ma fantezisinden kendini alamamış- tı. Koro şefıne Ingılızce olarak "Cho- ral Conduc demenin adet olma- dığını, "Chorus Master" teriminin daha uygun olacağını, hele Cumhur- başkanlığı Orkestrasının İsmindeki Filarmoni (Philharmonic) kelimesi- nin -hem de kanunla- değişip "Senfo- ni" olduğunu Dernek düşünmeliydi. Fakat bundan sonraki konserlerin tertibine burnunu sokan Devlet Ope- rası Müdüriyetinin gafları, — Derne- ğinkilerle kıyas bile kabul etmezdi. Operanın hazırlattığı dece, A. Adnan Emre Oratoryosu'nun Cumhu kanlıgı Senfoni Orkestrası tıyle icra edileceği belirtilmektey- . Şefin, solistlerin, koronun kim ve ne olduğuna daır hıçbır bılgi veril- miyordu. Afisi bu şekilde tertipliyen Devlet Operası Neşriyat Müdürlüğü, bir senfonik konser afışının nasıl ha- zırlanacağından, hâttâ "refakat" ke- limesinin musikide ne ıfade ettiğin- den habersizdi.' Sanki icra edilecek. eser, orkestranın en önemli vazife- lerden birini gördüğü bir oratoryo de- ğil, Tosellinin serenadıydı. — Devlet Operası şimdiden sonra aklı ermedi- ği halde bir musiki olayı düzenlemi- -e kalkarsa, afiş ve ilân hazırlama işini hiç olmazsa konserler sırasında o civarlarda bulundukları için kulak dolgunlukları daha fazla olan vesti- yer memurlarına veya yer gösterici- MUSİKİ lere verirse, belki netice daha iyi o- lur. Sanatkârlar igli ve Necip Çelâl eçen hafta büyük şöhret sahibi iki musikişinas -biri bütün dün- yada, öteki asıl kendi memleketınde şöhretli- hayata gözlerini yumdular İtalyan opera tenoru Beniamino Gig- li, Türk tango bestecisi Necip Celâl Antel. Halk kitlelerinde uyandırdık- ları musiki alâkasının mahiyeti ba- kımından bu iki musikişinas arasın- da bir yakınlık bulmak mümkündü. igli, opera tenorluğunun bile en- tellektüel bir cephesi olabileceğim hiç hesaba katmadan şarkı söyliyen bir "halk sevgilisi'ydi. İlk olarak sahne- ye 1914 yılında Rovıgo da Ponchielli'- "La Gioconda" operasında Enzo rolünde çıkmıştı. Bu başlangıcı, lak bir meslek hayatı takip etti. Mi- lânonun La Scala'sından New York'- un Metropolitan'ına kadar dünyanın birçok büyük operasında Gigli, İtal- yan tenorlarının tarzını en iyi va- sıflandıran — hıçkırıklı, — kaydırmalı, gözyaşlı sesini dinletti. Repertuarın- da 60 kadar opera ve -pek tabii olar rak- sayısız Napoliten şarkı vardı. 5 de Carnegie Hall'da verdiği bir veda resıtalıyle meslek hayatını kapadı ve Romadaki villâsına kapa- narak bir inziva hayatı — yaşamıya başladı. Hayatının son ayları — git- tikçe tehdit edici bir seyir başlıyan kalp rahatsızlıgının rapları içinde geçti. Geçen hafta -67 yaşındayken, son nefesini — verirken başucunda yakın dostları gözyaşı dö- küyorlardı. im kalbimde bir yaradır" 'ıxğz evdim bir genç adını, Ansam onun adını...". "Suna. bakış- larının esiriyim her zaman.. " İşte. kulakta hemen birer melodi canlan- dıran, bir neslin duygularını ve hâ- tıralarını temsil eden satırlar. Bunla- rın (ve melodilerinin) sahibi Necip Celâl Antel, İtalyanların opera sev- gisinin Türkiyedeki karşılığı — olan tango sevgisini coşturan ve besliyen başlıca halk besteciyiydi. Necip Celâl daha beş yaşınday- ken kanun çalardı. Kısa zamanda da piyano öğrendi. Strasbourg'a musi- ki tahsiline gittiği zaman 16. ilk bes- telerini verdiğinde 18 yaşındaydı. Genç yaşında gözlerini kaybetti ve tek teselliyi musikide buldu. 1932 yı- lında onu büyük bir şöhrete ulaştıran "Mazi" tangosu- piyasaya çıktı — ve yıllarca dillerde dolaştı. Öteki tan- goları -Ayrılık. Özleyiş. Benim Şar- ım. Suna, Bir An İçin- aynı dere- cede popüler oldular. Kanun ve piya- nodan başka keman ve akordiyon da çalan besteci, öğretmen . olarak da faaliyet göstermiş birçok talebe yetıştırmıştı buçuk aydır Necip Celâl ka- racıger kanserinden mustaripti. Ge- çen hafta başında durumu ağırlaş- mış ve ölümü artık bir gün meselesi haline gelmişti. 47 yaşındaydı

Bu sayıdan diğer sayfalar: