sevdiği, makam arabası vardı. Ama İstanbulluların o sabah işlerine git- meleri, yeni Valinin Vilâyete gitmesi kadar kolay olmamışta. Yolların, so- kakların hali bir âlemdi. İstanbulda kazılmamış, kaldırımları sökülüp, toprağı, eşilmemiş yol ve sokak kal- mamış gibi birşeydi. Hele şehrin, fa- kir ve dar gehrh kalabalıklarla mes- kün Topkapı, Edirnekapı gibi semt- lerinde oturanların hali büsbütün feci idi. Buralara işletilen tramvay hat- ları söküldüğünden beri, zaten ana- larından emdikleri süt burunlarından , kar yağdığı gecenin sabahında büsbütün apışıp kalmışlardı. Pek çoğunun işi, otur- dukları semtten uzaklardaydı. Beya- zıta, Eminönüne ve hele hele Beyoğ- lu ve Galata tarafına geçeceklerin hali ne olacaktı? Otobüsler yetmi- yordu. Dolmuşlar, kısacık bir mesa- fe için bile iki üç defa aktarma yapı- görünce daha da büyük bir gayretle çalışmağa başladı. Şehrin pek çok derdinin yabancısı idi. Beraber çalı- mesai arkadaşları hakkında etraflı bir bilgisi yoktu. Evvelâ bun ları tanımağa çalıştı, Etrafına, eskı- den beri kendisine mesai arkadaşlıgı etmiş olanları getirmek en akıllıca hareket olacaktı. O da öyle yaptı. Ta.. Sayıştaydan, Tapu Kadastro Il- ımını Müdürlüğünden ve Çalışma Ba- kanlığından beri hususi kalem işleri- ni gördürdüğü Celâl Arası, Vilâyet Hususi Kalem Mudurlugune getirdi. Damadı Münip Tarhanı da Belediye Reıs muavinliklerinden birine getir Tarhanan kızı ile evlendikten sonra asıl soyadı olan Bilgini bile terkede- rek kayınbabasının soyadını almış, son derece çalışkan bir gençti. Bağ- lılığı bu derece sıkı imtihandan geç- Karlar altında İstanbul Felâket bundan sonra başlıyor yorlardı. Beyazıt Meydanı bir büyük göl olmuştu ki, ne geçmek mümkün- dü, ne de yurumek Velhasıl İstan- bullular bir "Avrupai şehir" hülyası peşinde perişan olmuşlardı. O gün öğleden sonra yeni bir teh- like kendini gösterdi. Fırınlarda ek- mek bulmak bir meseleydi. Fırın ön- lerinde kuyruklar uzayıp gitti. İstanbulun yeni Valisi Mümtaz Tarhan, o gün akşama kadar çalışır- en hep bunları düşündü. Daha kar yağdığı ilk gün böyle olursa, kış iler- ledikçe bu şehrin hali ne olurdu? Öy- le anlaşılıyordu ki günler geçtikçe şi- kâyetler ayyuka ıkacaktı. Üstelik şikâyet edenler haklıydılar da. Sıvanan kollar V ali, zaten geldiği günden beri iş- leri ciddi tutmağa çalışıyordu a- ma, böyle kışı, da bilfill karşısında AKİS, 7 ARALIK 1957 miş bir damattan iyi yardımcı mı o- lurdu Tarhan, şu kadroyu bir tamamla- sa, ondan sonra dört elle şehrin dert- lerine sarılacak ve ne yapıp yapıp bunları izaleye uğraşacaktı. Güç şart- lar altında çalışacağı bu yeni vazife- sinden de yüzünün akı ile çıkmaması için hiç bir sebep yoktu Pohtıkacılar Vefasızlığın acısı Yozgatın yabancısı olduğu belliydi. Etrafına, ilk defa oraları gören insanların merakıyla bakıyor, er tabelâyı büyük bir dikkatle okuyor- u. Günlerden pazar olduğu için çar- şı içinde kimseler yoktu. Üstelik, ha- a son derece soğuktu. Paltosunun yakalarını kaldırmış, mütereddit a- YURTTA OLUP BİTENLER dımlarla ağır ağır yürüyordu. Kar- şıdan gelen gençten bir adam, onun mütereddit ve etrafında birşeyler a- rar bakışlarını görünce yanına yak- laştı ve kendisine bir yardımda bu- lunup bulunamıyacağını sordu. O za- n yabancı, genç adama kimi ara- dığını anlattı, Ankaradan geliyordu. Adı Muzaffer Canbolattı. Anteplıydı Son seçimlerde Gaziantepte adayı olarak seçimlere katılmıştı Yozgata gelişinin sebebi Yozgat Ce- zaevindeki 31 arkadaşını ziyaretti. Ancak, arkadaşlarım ziyaret edebil- mesi için savcıdan izin alması gere- kiyordu. Yanında, Cezaevindeki mev mevkuflardan Cemil Saitin eşi Emine Barlas da vardı. Onu otomobilin i- çinde bırakmış, Savcıyı aramaya çık- Bütün bunları dinleyen Yozgatlı genç, Muzaffer Canbolata büyük bir alâka, gösterdi. Onu aldı, pazar gün- leri, gıdılmesı mümkün olan bütün kahveleri teker teker dolaştırdı. Ama savcı hiç birinde yoktu. Nihayet Şe- hir Klübüne uğramak akıllarına gel- di. Savcı oradaydı. Muzaffer Can- bolat, Savcıya durumu anlattı. Tâa Ankaradan kalkıp gelmişlerdi. Ha- pishanedekilerle görüşebilmek — için savcının izin vermesi gerektiğini Öğ- renmişlerdi. Acaba, savcı bu izni ve- recek miydi? Savcı kısaca — Maalesef, dedi, ziyaretler salı günleri yapılır". Muzaffer Çanbolatın bütün ümit- leri kırıldı. Üzgün ve çaresiz adım- larla Emine Barlasın içinde bekledi- ği otomobile doğru yürüyordu ki ar- kasından koşarak bir adam yetişti. Savcı ziyaret müsaadesini vermişti. Gidip arkadaşlarım görebilirdi. Gerılmış sinirler zaffer Canbolatla Emine Bar- lası getiren otomobil, geldiği yol. dan geri döndü ve Yerköy. Yozgat şosesi üzerindeki cezaevinin Önüne . Alâkalılara zıyaret , sebebi sonra, oturdukları odaya Cemil Sait, Ali İh- san, Refik Daniş, Cemil Cahit Gü- zelbey, Ömer Köylüoğlu ve Nail Bi- len girmişlerdi. Ankaralı ziyaretçiler Yozgat Ce- zaevinin sakinlerini sıhhatli gördü- ler. Hakikati teslim etmek lâzımdı: Kendilerine iyi bakılıyordu. Hapıs— hane idaresi, daha doğrusu yeni bir zihniyetin hakim göründüğü Adalet Bakanlığı, Gaziantepten getirilen bu "siyasi sanık"ların manevi eza yanın- da maddi cefa da çekmemeleri için elinden geleni yapmıştı. Demokrat İktidar zamanında belki de 11k defa bu nlara -savcı tâbirile- "adi mah- üm" muamelesi yapılmıyordu. K en- dilerine mahsus bir koğuşları vardı. Yemekleri ayrı pişiyordu. Saçları ke- silmemişti. İnsanlığın icapları yeri- ne getiriliyordu. Her gün bizzat traş olmalarına müsaade edıhyor Monte Kristo kılığında gezmeğe — me ecbur bırakılmıyorlardı. Hattâ iyi — vakit geçirmeleri için. İstedikleri bütün ki- taplar süratle temin ediliyor, Öteki, 13