bunun için gerekli bilgi, görüş ve mantıktan mahrum olduğu için gü- lünç bir hale düşmekten kurtulama- yan bir film. Kahramanların Medi, Lili, Rober gıbı isimleri olması, bas— ma entari yerıne kürk gıymelerı saz salonu yerine lüks gazınolarda ge- zinmeleri, Buick arabadan inip Pac- ard'a binmeleri, filmin Türkiye ça- pından sıyrılması için kâfi sebebler değil, nların belli çevreler— den gelmelerı bu çevrelerin belli iz- lerini taşımaları, belli karakterlere sahip olmaları, aralarındaki münase- betlerin beşeri ve sosyal gerçekler- den uzak olmaması, hikâyenin belli bir mantık düzenine göre kurulması, inandırarak, ikna ederek anlatılması, eserin bütününde üslüb birliği, bun- ları gerçekleştirebilecek teknik usta- lık, yerli filmlerimizin hali hazırdaki on nüşü" bu hedeflerin hiçbirini mühim- sememiş. Kahramanları kimdir? ne- dir? neden sever" neden sevmezler” Aralarındaki münasebetler hengi meller uzerınde hangi ölçülerle kurul ştur? Davranışlarım tanzim eden sebebler nedir? Niçin sanat ile tu- haflığı ayırdedemıyen re]ısor Orhon Arıburnu önüşü"nde ir üslüp birliği sağlıyamaz da — filmi lejyondaki sahne ile hareketli bir ma- cera olarak boşaltır, sonra ağır tem- polu yumuşak bir aşk hikayesiyle devam eder, birden bir korku filmi havası verir, nihayet melodram ola- rak bitirir? Bunlar "Lejyon Dönü- A"nün manevi yoksulluğunun sebeb olduğu affedilmez kusurlardır. Tek- nik imkânsızlıklar ise gülüne Kuzey Afrika ve kaza sahneleri, — birbirini tutmayan fotoğraflar, kötü seslen- dirme ile neticelenmektedir. Bir Fran sız prodüktörü aşk yüzünden İlejyo- na giden bir delıkanlının maceraları— na daır "Le Grand k O- yun" diye bir film yapabılır bu film Fransız sinemasının klâsikleri ara- sına geçebilir ama bir Türk prodük- törü içinde bulunduğu şartları nice yarak üstesinden gelemiyeceği bü- yük Oyunlara gırışmemelıdır j- yon Dönüşü La Fontaine'in hikâyesini hatırlatmaktadır. şişman öküzün haline özenip şişmeye gayret eden cılız kurbağanın sonunu herkes bilir. — OYUN DÜNYASI Memlekelımızın yegâne — Si- gisinin gun yazı ve yeniliklerle çıktı. Ankara bayilerinden ve P-K. 323 . P. K. 615 Ankara adre- sinden temin edilebilir. M USİKİ Konserler Adnan Saygun Oratoryo nihayet çalındı ama... Saygun ve Yunus 946 yılındaki ilk icrasından beri Adnan Saygunun "Yunus Emre" oratoryosu,. radyo veya canlı yoluyla, ancak üç dört kere halka sunulmuştur. Çalınmamak, bir Türk eserinin alın yazısı olduğu için bu -hiç olmazsa Turkıyede normal kar- şılanabilir. Fakat "Yunus Emre" o ratoryosunun, başka Türk eserleri yanında bir imtiyazı vardır: Muaz- zam şöhreti. Bu şöhret, eserin değe- rine değil -çünkü çok seyrek- çalın- dığı için onu pek az kişi tanıyabil - miştir., adına, konusuna ve bunların uyandırdığı meraka dayanır. Madem ki koskoca bir korosu ve solistleri, vardır, madem ki birbuçuk saate ya- kın surmektedır madem ki Yunus Emre gibi bir şairin hayat, ölüm ve Tanrı felsefesini ele almaktadır, hem e bunu Batıya ait bir biçim ıçınde -kelime sesi olarak kulakta pek muh. teşem intibalar bırakan "Oratoryo" biçimi içinde -yapmaktadır: öyleyse dehşetli birşeydir. Bu yüzden, Türki- yede bestecilik sanatı diye birşeyin mevcut olduğundan haberdar herkes unus Emre Oratoryosu" ismini duymuştur ve -büyük umıtler içinde- onu dinlemeyi arzu etmektedir. Bu ünlü eser nihayet, 1957 yılı- nın sonlarına yaklaştığımız şu sıra- larda ilk icrasının üstünden geçen yıldan sonra, hiç bir Türk eserine nasıp olmıyan mazhariyete erişti: Birkaç hafta içinde en az beş de- fa, icra edilmek. Dinleyici de nihayet merakını tatmin edebildi. Fakat, ge- çen Salı akşamı verilen "Çağdaş Türk Kültürünü Tanıtm Haftası" olaylarına dahil ilk konserın dinleyici üzerinde bıraktığı tesir, derin bir ha- yal sukutuydu. Artık uzun müddet unus Emre 1lâfının edilmîyeceği, bestecinin "Efendim! Yunus ne zaman çalınacak ?" sualinden kur— tulacağı tahmin 'edilebilirdi. mazsa bu eserin üstündeki havası dağılmış, daha da iyisi, bir put devrilmişti. Fakat bu ara, Adnan Saygunun, bu konserin dışında bir şeref kazan- mış olduğunu hatırlamak yerinde o- lurdu. İngiliz bestecılerınden müte- veffa Arnold Bax'ın, piyanist Har- riet Cohen adına ihdas etmiş olduğu mükâfatın 1958 yılında, bestecilik ve folklor sahasındaki — çalışmaları dolayısiyle Adnan Sayguna verilme- si kararlaşmıştı. 1958 mükâfatı, ge- çenlerde ölen Fin bestecisi Jan Sıbe— lius'un adını taşımaktaydı. numarasını taşıyan "Yunus Emre" nın Adnan Saygunun sayısı otuzu aşan eserleri arasında bilhas- sa önem ve değer taşıyanlarından bi- ri olmadığı muhakkaktı. Daha müte- vazı ölçüler içinde bestelenmiş olan Birinci Senfonısının veya Çello Sona- tının, hatt ncinin Kitabı" nın çok daha olgu manalı partisyonlar Oldukları söylenebilirdi Bir kere esere oratoryo sıfatının verilmiş olması, münakaşa onusu olabilirdi. Oratoryo bir olay anlatan, şahısları olan, fakat sahneye konma- dan icra edilen opera benzeri bir eser olarak kabul edilecekse,' "Yunus Em- re "yi oratoryo saymak imkânsızdı. Gerçi Yunusun şurlerı bestecı tara- fından bir "hik nlatı şekilde sıralanmıştı. Fakat bu hıkayede eş- has olmadığı için solo partileri belir- li karakterleri temsil etmiyordu ve şiirlerden birinin soprano, bir başka- sının alto, bir diğerinin tenor veya basso yahut koro tarafından okutul- ması işi tamamen tesadüfi olarak ya- pılmış intibaını vermekteydi. Diye- lim ki "Yalancı dünyaya konup gö- çenler...” diye başlıyan kısmı tenor değil de koro veya soprano — söyle- seydi, ne değişirdi? na plânı bakımından da eser, hesap ve düşünce mahsulü değildi. Koro girişinden sonra ardarda altı tane solonun -ikişerden tenor, alto ve bas için arya ve resitatifler- hep- sinin ağırtempo ve gamlı eda sıralanmaları, dinleyici ilgisini zamanda dagıtıyordu Soprano gibi önemli bir solist ancak ikinci kıs- mın ortalarına doğru sesini duyura- biliyordu. Besteci işçiliği bakımından — da unus Emre", pek sağlam bir eser değildi. Bassonun derin seslerini ko— ronun yükü altına gömüp duyulm hale getirmesi, çok yazısmda nefesinin çabucak kesilmesi herhal- de kompozisyon hüneri bakımından