MUSİKİ Müzik Yayınları Şefliği İçeri yeni anlayış girdi den hiçbiri işini gerektıgı gıbı cıddı- ye almamış, bu yüzden ramlarının hazırlanması dıskotek me- murlarının keyfine kalmıştı. Musiki- nin çeşitlerine tahsis edilen zaman- hlatır nisbetsizdi; kötü musiki, iyi mu sikiyi kovmuştu; hatalar -hele anons hataları- — birbirini takip — ediyordu; musikinin ogretıcı tarafı ihmal edili- yordu. Gerçi Ankara dyosu, batı musıkısıne yeter sayıda saat ayırmış- u saatler o derece fena kul- lanılıyor, oylesıne boşa geçiriliyordu meraklıları arasında radyoda batı musikisine hiç yer verilmediği kana- ati uyanıyordu. Radyosunu dinleyen tek bir aydın kişi kalmamış gibiydi. Şimdi Bülent Arel'i Müzik Yayın- ları Şefliğine getirmekle, Basın Ya- yın ve Turizm Umum üdürlüğü, belki en isabetli tayini yapmıştı. Genç neslin seçkin bir bestekarı, or- kestra şefi, piyanisti, fakat her şey- den önce ölçüsünde bir akıl v fikir adamı olan Arel l, radyonun mu- siki yayınlarını zecri bir ıslahata tâbi tutmak gayesiyle işe başladı. Geçen hafta sonunda dört nöbet radyoda o0- kunan vaitler, gerçekten parlaktı ve Ankara Radyosunun derinden mu taç bulunduğu program yenılıklerı- ni ihtiva ediyordu. Büyük halk ala- turka mı istemektedir? Pekala' Hal- ka bol bol alaturka dinletilecektir. Hem de kalitesi yükseltilmiş olar: Fakat bunun yanında, halkın isteme- si gereken, bütün medeni mılletlerın dinlediği cıhanşumul bir musiki de fşte asil gaye — titizliğine ve ehlıyetıne güvenilen kişilerin hazırla- yacağı seviyeli programlarla o musi- kiyi halka tanıtmak ve sevdirmek, diğer taraftan bu cepheye zaten ka- tılmış olan aydınlan radyoya kazan- dırmak, ısındırmaktır. 32 "YILDIZ"DAN KORKANLAR nkaralı opera dinleyicisi, baht- sız insandır. Bir sanat tekeli altında kendısıne "tek tip" -o da kötü bir tıp— opera icraları sunu- lur. Bu şehirde, mütevazi imkân- larla kurulmuş bile olsa, ikinci bir opera kumpanyası olmadığı için o bahtsız seyirci, Devletin operası ne verirse boynunu büküp onu ka- bullenmeğe mecburdur. Halkın bu bakımdan ihtiyaçlarının ne olabi- leceği hiç hesaba katılmamış, ba- sının ikazlarına ve — şikâyetlerine de çok defa kulak tıkanmıştır. O- pera idarecilerine, müşteriyi istis- kal eden yorgun — tezgâhtarların davranışı hakimdir: "İstersen al- ma! Bakalım başka dükkânda bu- labiliyor musun?" Artık halkta bir opera — sevgisinin haşladığını gören o idareciler, birkaç yıl önce opera temsillerinin onbeş yirmi kişilik bir seyirci topluluğu önün- de verildiği günlerin sanki acısını çıkarmaktadırlar. Usulleri çeşitlidir. Bir abone sistemi ortaya çıkarırlar. Halk, da ha mevsim açılmadan, bütün yılın biletlerini almağa davet edilir. A- ma, müşteri o mevsim neler sey- redecektir? Halka ne vaadedilmek tedir ki bütün mevsimin biletlerini satışa çıkarma hakkını opera ida- resi kendinde buluyor? İşin o ta- rafı bilinmez ve bildirilmez. Sine- malar bile mevsim başında hangi filmleri oynatacaklarını ilân eder- ler de Devlet Tiyatrosunun idare- cileri bu gibi bir vazifeyle kendi- lerini bağlı saymazlar. Onlara gö- re asıl vazife halka düşmektedir: Gişeye koşup — meçhul bir günde oynanacak bilinmeyen bir opera- nın ilk -veya ikinci, beşinci...- tem- sili için yer kapatmak vazıfesı Acayip davranış bununla bit mez. O bahtsız müşterinin aldığı biletin günü yaklaşmıştır. Oyna- nacak opera aşağı yukarı belli ol- muştur. Olmuştur ama, her an değişme beklenebilir. Operaya gıt- tiğinde ya kapıyı duvar bulabilir; perde açılmayacaktır, kös kös e- vine döner. Ya da perde açılır a- ma, umulandan başka bir operay- la. Eline bir kâğıt parçası tutuş- turulur. Üstünde, bozuk bir dille, bir operanın konusu yazılıdır. Sey redeceği operanın — değil, geçmiş eya gelecek bir oyununki.. Kâ- ğıdın bir yüzünde de rol alan sa- natkârların isimleri — vardır. Her rolün karşısında Üüç ilâ beş isim. 5 Yer yer, saygısız bir mürekkepli kalem, — düzeltmeler — yapmıştır. Perde açılır. Mütevekkil seyirci, her rol için verilen üç ilâ beş isim- den hangisinin sahneye çıktığını kestirebilmek uğruna oyunun zev- İlhan K. MİMAROĞLU kini -o da varsa- kaçırır. Öyle ya! Her seyirci, operanın bütün sanat karlarını tanımağa mecbur değil- dir. e arasında hole çıkar. O- rada bır camekânda, o akşam oy- nayanların isimleri ve resimleri ardır. Camekânın önü, aba- ha günüdür. Bir rden gözü- nü uydurur. Isımlerı öğrenir. Ya- hut öğrendiğini sanır. Çünkü i- simler ve resimler camekâna kon- duktan sonra bir "son dakika" hâdisesi olmuş, meselâ tenor de- ğiştirilmiştir. Değişme de, şüphe- siz ki, halka bıldırılmemıştır Ga- fil avlanan müşteri, tenor Bay Fa- lanca'yı seyrediyorum — niyetiyle, tenor Bay Filanca'yı seyreder. Devlet Operasının bahtsız müş- terisi asıl, bir temsilde rol alan sanatkârların isimlerini temsilden önce öğrenmek ister. Fakat bilir ki, Devlet Tiyatrosu hiçbir zaman böyle bir şeye yanaşmak niyetinde değildir. Eşi dostu seferiler eder. Soylentı kabilinden birşeyler öğre- nir. Yahut da gişeye telefon eder. Gişenin de bildiği, söylentiden iba- rettir. Sanatkârlardan — küçük i- simleriyle bahsederek konuşan bi- let memurundan "Galiba Pakıze oynayacakmış; belki de Selma. diye gayrıresmi bir cevap alır Sanatkârların — isimlerini önce- den bildirmemek usulüne, dünya- nın hiçbir ciddi opera kumpanya- sının yanaşmadığım hesaba kat- mazlar. Düşünmezler ki, meselâ Metropolıtan operasında da gerçi “yıldız" kelimesi yasaktır; sanat- kârların, perde sonunda veya oyun bittiğinde, tek kişi olarak halkı selâmlamaları da etropolitan müdürlüğünce menedilmiştir. Ba- na rağmen o operada oynanacak her eserde rol alanların isimleri, en az bir hafta öncesinden, bina- nın kapısındaki büyük afişlerde ve ve gazetelerde ilân edilir. Çünkü halk, kimi dinlemek için para öde- diğini bilmelidir. Bizde ise, "yıldız tiyatrosu de- ğiliz" şiarını, sanatın menfaatini şahısların menfaatinden üstün tu- tar görünerek, "asil" bir maksatla kullananlar, aslında ken- di derbederliklerine ve hesapsızlık- larına mazeret bulmak istemekte- dirler. Önceden kesin bir rol dağıtı- mı yapıp bunu ilân etmek, ne de olsa azçok gayret isteyen, ciddi- yet isteyen bir iştir; ikincisi, şark- h düşünüşe de — uymamaktadır. Kısacası Devlet Tiyatrosunun bu mevsim de, sanatkârların isim- lerini önceden açıklamamakla bir taraftan halka saygısızlık, diğer taraftan da sanatkâra — haksızlık göstermeğe devam edeceği anlaşıl- maktadır. AKİS, 6 EKİM 1956