TIYA Küçük Tiyatro Korku G eçen haftanın sonunda Cumarte- si akşamı Küçük Tiyatroda per- denin açılacağını haber veren ziller, ayni zamanda Ankaralıların yeni ti- yatro mevsimine girdiğini de müjde- ler gibi neş'e ile çalıyorlardı. Mevsi- me Dr. Orhan Asena'nın "Korku"su ile giren Küçük Tıyatro, bu sene per- delerini il n sahne olmak şerefini kazanıyordu. Uçuncu Tiyatro perdelerini ondan bir gece sonra "Yaz Bekarı" ile, Büyük Tiyatro ise iki ge- ce sonra meşhur "Pinten"le açacak- eni kurulan Oda Tiyatrosu "Bir ta" ya ancak Cuma akşamı başlıyabilecekti. Cumartesi akşamı Küçük Tiyatro- un ilk gecesinde bulunmak için bilet alanlar tiyatroya geldiklerinde, ken- dilerini adeta bir şantiyede zannetti- ler. Daha kapıdan girer girmez insa- nı kuvvetli bir boya kokusu karşılı- yordu. Tiyatronun — methalinde du- varlar tamir ediliyor, resimler yerle- rine asılıyor, aplikler takılıyordu. An- laşılan Oda Tiyatrosunun hazırlan- ması çok vakıt almış ve Küçük Ti- yatronun — "makiyaj'ı son dakikaya kalmıştı. Fakat sabırsız seyirciler ti- yatronun duvarlarından çok, sahne- sinde oynanacak eseri merak ediyor- lardı. Orhan Asena ismi onların ya- bancısı değildi. Geçen yıl Büyük Ti- yatroda oynanan "Tanrılar ve İnsan- lar"ı seyretmişlerdi. "Korku" müelli- fin Devlet Tiyatrosu sahnelerinde oy- nanan ikinci eseriydi ve güzel bir kapak içindeki kitabı tiyatronun fu- ayyesinde satılıyordu. Bu kitabı satın alarak perdenın açılmasını bekler- “önsöz'ünü — okuyanları bir sürpriz bekliyordu: — Müellif eserini "belirli bir zamana ve belirli bir me- kâna" oturtmamıştı. Bunda belki de isabet vardı. Orhan Asena beşeri bir hadiseyi, hissi bir şekilde işlemek is- temişti. Bu sebeple de kitabının ba- şına "Vak'a herhangi bir çagda ve herhangi bir yerde geçer" kaydını koymuştu. Fakat perde açıldığında seyirciler vakanın Mili Mücadele za- manına oturtulmuş olduğunu gördü- ler. Böylelikle esere "hem daha be- lirli, daha bizim olan bir hava, hem de şeref kazandırmak" istenilmişti. Fakat bizzat müellif kendi kendine bu “şerefi kazandıramaz mıydı? E- serını daha belirli bir mekâna, daha zamana oturtmakta ne Müellifin vakayı zamana ve mekâ- na mal etmek istemesinin elbette bir maksadı vardı. Devlet Tiyatrosu işte bu maksadı hiçe saymıştı. Eserin böylelikle "şeref kazandığı"nı da an- cak Devlet Tiyatrosu idarecileri dü- şünebilirlerdi. Bu emrivakiyi kabul- lenmek te sırf bir nezaket icabı ola- rak müellife düşmüştü. Piyes, mağ- lübiyeti kabul etmiş, yakınlarının i- hanetine uğramış firari bir ihtilâl lı- AKİS, 6 EKİM 1956 T R O derinin içine düştüğü aşağılık komp- leksinin, korkularının bır tahliliydi. Muayyen bir mekânda ve muayyen bir zamanda geçmıyordu Eşlıa sı Ka- dın, Erkek, Yaşlı Kadın, Albay, Bi- rinci Teğmen, İkinci Teğmen gibi mücerret şahıslardı. Devlet Tiyatrosu acaba niçin bu vak'ayı Milli Mücade- lemize oturtmak lüzumunu duymuş- tu? Bunun için bari zaruri sebepler mevcut idiyse, İkinci Dünya Harbi sırasında Nazilerin işgaline uğramış herhangı bir memleket bu maksadı daha iyi temin etmez miydi? Aslına bakılırsa, bu mekân değiştirmesine hiç te lüzum yoktu. Eser oldugu gibi pekâlâ oynanabilirdi. En ufak bir de- ğiştirme piyesin enteresanlığını kay- bettirebilirdi, piyesin beşeri yönünü Dr. Orhan Asena "Ben nerde, efendim nerde!" yok ederdi. Nitekim etti de.. Milli Mücadelenin bir numaralı adamı, Mustafa Kemal'den başkası olamaz- dı. Halbuki pıyestekı "Erkek" ise muayyen bir zümrenin kurtuluş ümi- dini kendisine bağladığı, yaşadığı za- man ve mekân belirsiz bir liderden başkası değildi. Mustafa Kemalle en ufak bir benzerlığı yoktu ve olamaz- dı da.. Hele eserin "Albay"”"ının sah- nede karşımıza "Padışahın Mırala- yı" olarak çıkması "Sabahtan be- ri radyolar, gazeteler sokak ılanları vatandaş duyurmaya çalışı- yorlar.." demesi seyircinin dudakla- rında elbette tebessumler uyandırırdı. e devri ve radyoyla va- tandaşa ılan.. Lutfen biraz insaf! O akşam tıyatroda bulunan ve müellifin kitabındaki "önsöz"ü oku- anlar bu satırların mânasını ancak son perde de kapandıktan sonra an- hyabildiler. Müellif diy “"Bir milletin kaderı ıle ilgili bir hareket ve bir hareketin bir numaralı adamı vardır Bu hareket başarılı bir sonuca ermiş olsaydı, olay belki de bir tiyatro yazarı için bütün enteresanlığını kaybedecek ve tarihin malı olacaktı. Tabii olayın bir numa- ralı kahramanı da. areket başarısızlığa uğra- mıştır. Tarih bu olay ve bu adam ü- zerine eğilmeyi belki de bir tenezzül sayacaktır bundan sonra. Zaten o her zaman haklı veya haksızdan çok, ga- lip ve mağlüplara göre davranır, hükmünü bu ölçülere göre verir. Zaten biz de ada ne bu olayın hikâyesini vermek, ne de bu şahsın müdafaasını yapmak — niyetindeyiz; biz sadece bu yenilmiş insanı alıyoruz ve bir takım kompleksler içinde bu insanın kendinden ne kadar uzakla- şabileceğini, ne kadar bambaşka bir insan olabileceğini anlatmaya çalışı- yoruz. Kim bilir, belki de bir çok fatihle- rin içinde böyle bir korku uyandırıl- mamış bir yılan gibi çöreklenmiş ya- tar". Orhan Asena piyesini bu görüş i- çersinde muvaffakiyetle hazırlamış, mağlüp liderin komplekslerini ölçülü bir şekilde işleyerek vak'anın entere- sanlığını keybettirmemişti. Fakat vak'a Mili Mücadele zamanına otur- tulmakla müellife ihanet edılmıştı Sade müellife mi?. Millf Mücadele tarihimize de.. Oyun rhan Asena'nın "Korku" sunu sah nede canlandıran sanatkârlar için “muvaffak oldular" demek haksızlık olmıyacaktı "Kadın"ı oynayan Han- ; ırf sev- mek için seven bir kadın.. Erkeği için yapmıyacağı fedakârlık, göze almı- yacağı tehlike yoktu. Sevdığı erkek, bir likeyi biraz olsun uzaklaştıra- bılmek için kendisini başkalarına ver- mesini istiyecek kadar bayagılaştıgı halde onu sevebilen bir Son! da sevdiği erkegı kendı ellerıyle oldu recek kadar irade göster- diği halde zaailarıyla yaşıyan bir ka- dın. Handan Uran bu role kendisini iyi verdi ve başarıya ulaştı. Yer yer lü- zumundan fazla tutul davranması- na rağmen rolüne renk ve hayat ka- zandırmasını bıldı Sesi zayıf, fakat diksiyonu iyiyı "Erkek" rolundekı Semih Sevge- nin korkunun yarattığı ruhi çöküntü- leri sadece mimiklerle canlandırma- ya çalışması hatalıydı. Hareketler ve ses bu gibi ruhi sarsıntıları ifadede daha faydalı olabilirdi. İkm ğmen" rolünde Umran Uzm: büyük adam olamıyacağını anlayan, fakat büyüklüğü sayan ve koruyan, hayran olduğu bir kim: çin canını bile feda etmekten sakın- mayan adamı başarıyla canlandırdı. Hareketleri samimi ve sempatikti. Olmak istediklerini başka bir adamın şahsında yaşıyan ve ona beslediği i- timadla beraber nefsine olan itimadı 27