MUSİKİ Konserler Ayla İstanbulda Program — Ankaradakinden bir nok- tada farklıydı: "Benvenüto Cel- İini" uvertürü yerine Smetana'nın bir senfonik şiiri ile "Moldau" la baş- lıyordu. Bunu müteakip Ayla Erdu- ran, gene Chausson'un "Poeme" ini ve Brahms'ın Re Majör Keman Kon- sertosunu icra edecekti. Orkestra, İs- tanbul Şehir Orkestrası idi. Şef de Cemal Reşit Rey... Smetana'nın eseri - bilindiği gibi - "Vatanım" adlı seriyi meydana ge- tiren altı senfonik şiirden ikincisidir; Bohemya'dakl bir nehri tasvir eder. Orkestra partisi ağır değildir; fakat parlak renklere, mükemmel bir ar- moniye dayanır. Tematik malzemesi ise çeşitli olmaktan ziyade caziptir. Bütün bu hususiyetlerinin belirmesi için daıma itina ile icra edilmesi ge- rekir. Gerçi, orkestra şefi eserin atmos- ferine pek fazla kapılmışa benziyordu. Nehrin,, anaforlar halinde, girdaplaş- tığı, hareketli pasajlarda onun da jestleri ıle bu akıntıya iştirak ettiği görüldü. n bu kargaşalık bütün icra boyunca devam etti ve aslında bilhassa esas motifin şiiriyeti için- de akıp giden Moldau, - programı za- viyesinden duşunulurse - gürültülü ve acayip sesler içinde koşan, kor- kunç bir nehir halini aldı. Yaylı saz- lar, en basit melodik hatlarda bile biribirlerine intibak edemiyorlardı. Nefesliler, çıkan garip, yanlış sesle- rin duyulması için adeta yarıştılar Orkestra da bir tek üyenin - her - Mmuvaffak oldugu soy- lenebılırdı. O da iympani çalıyordu. Dinleyiciler ise, Moldau dinlemekten zıyade Brahma'ın nasıl bir hal ala- cağı endişesi içindeydiler. Ayla Erduran, Chauson'un "poe ini tam bir anlayış ve teknik başarı ile icra etti. Eserin yumuşak, biraz da müphem havasını hissettirdiği gir bi, teknik inceliklerini bu sefer, ta- mamen halletmiş olduğu söylenebi- lirdi. Refakat bakımından orkestra Chausson'da muvaffak oluyordu ki, bu da şüphesiz Cemal Reşit Reyin Fransız musikisine vukufundan - ve İhtimal, bu sebeple orkestrayı iyi ha- zırlamış olmasından - ileri geliyordu. anbul müzikseverleri Brahms'ı, daha ziyade, diğer herhangi bir icra ve solistle mukayese etmeden dinle- diler ve devamlı alkışları ile takdir- lerını izhar ettiler. Genç solistin tek- i büyük bir ilgi uyandırdı. Nite- kım, Ayla Erduran teknik bakımdan, bu sefer daha da üstün bir icra ver- mişti. Kadanz'da en ufak bir hataya rastlamak mümkün olmadı. Bilhas- sa son kısmı ritm bakımından tama- miyle kavramıştı. r de arada şu fark vardı: karada orkestra müstakil olarak Brahma orkestrasyonunun azameti i- üşmesi mümkün, olabilecek le boy ölçü 26 kadar iyi hasırlanmış; sadece soliste intibakı bakımından aksamalar ol- muştu. Halbukı bu defa, dinleyicile- rin çoğu, Aylâ'ya İstanbul Şehir Or- kestrası yerine solo piyano refakat etseydi diye düşündüler. Bilhassa ne- feslilerde o kadar çok falsolu sesler ve saz guruplarında intibaksızlık var— dı ki, solistin nasıl olup da şaşır dıgına hayret etmemek kabil degıldı Hâsılı, - bu şartlara rağmen - la Erduran İstanbuldaki dınleyıcıler için çok şey İfade etmişti. Şahs kat devamlı çalışmalarının, genç sa- natkârı kısa zamanda iyi bir virtüöz haline getireceği muhakkaktı. Birkaç yıl sonra, büyük viyolonistler arasın- da iki genç Türk kızının, - Suna ve Ayla Erduran'ın - isimlerinin ge- çeceğini düşünenlere de hak vermek lâzımdı Honneger öldü Musiki — dünyasının kayıpları, daha ziyade kış aylarına tesadüf edi- yor. Geçen yılbaşına doğru büyük orkestra şefi Wilhelm Purtwaengler hayattan ayrılmıştı. Bu yıl da değer- li besteci Arthur Honneger in ölümü aynı aya tesadüf etti onneger ismi, İlk defa I. dünya harbı sonlarına dogru işitilmeğe baş- lamıştı; ancak bestekârın adı müs- takil olarak değil, "Fransalı Altı'lar" arasında geçiyordu Bu ekol, müşte- rek hususiyetleri bulunan altı Fran- sız bestekârına - neşrettikleri bir al- büm dolayıs yle - bir munekkıdın, Henri Collet'nin bu sıfatı vermesi ile teessüs etmişti: Honneger, Mü- haud, Auric, Durey, Poulenc ve Tail- leferre... öonneger bu gurup içerisinde erimiş, değildi. Onların sa- nat anlayışını tamamiyle benimsiye- miyordu. Gerçi, musiki sohbetlerine iştirak eder eserlerını ilgi ile dınler, hatta kendı bestelerinin bile "altı" lar arasında, onlarla birlikte çalın- masına itiraz etmezdi. Ancak, beste- lerken kendi kabuğuna çekiliyor, dostlarından farklı olarak ne caz mü- ziğine ilgi gösterebiliyor, ne de neo- klasısızme rağbet ediyordu. mafih, ilk muvaffakiyetini klâ- sik form ve geleneklere tamamen u- yan bir eserinde, "Kral David" İsimli oratoryosunda elde etti. Lakin, anla- yışı zamanla büyük bir istihale geçi- recek; besteci geçmiş kaidelerden bü- tün bütün sıyrılacaktı. Azametli, ay- nı zamanda ihtiraslı, fakat derin ifa- de tarzı, orijinal ritm anlayışı ve ser- best tonalitesine rağmen gene de li- rizmi çiğnememişti. Honneger, 10 Mart 1892 de Le Havre'da dünyaya gelmişti. ilk mü- zık bılgılerını annesinden ve civarın- ki musiki, öğretmenlerinden edindi. Ikı yıl Zürich Koservatuvarında oku- duktan sonra. Paris Konservatuarına kaydoldu. Burada, Widor ve Vincent dIndy ile de çalışmak fırsatını bula- bilmişti. Bir ara, musikisin de Debussy ve Ravel'in tesirleri sezilebiliyordu. Ancak, sonraları tamamen kentîı siyetine erişmiş, Senfonileri, Piyano ve Orkestra için Konsertino'su, Pas- torale d'ete, Jeanne d'Arc gıbı eser- leri ile sanatseverleri kısa zamanda kendisine bağlayıvermişti. Amerika İdealist cemiyet (New-York - Aralık) "Küçük Orkestra Cemiyeti, York'un musiki hayatının, New aksi 90 INCI YILDÖNÜMÜ Helsinki'nin banliyölerinden bi- rinde, büyük, konforlu bir oto- büs hızla yol alıyordu. içinde, A- merikadan kalkıp buralara kadar gelmiş, — vazifeşinas bir gazeteci vanh; Jean Sibellus'a mülakat yapacaktı. Bestekârın bu civarda bir yerde oturduğunu öğrenmişti. Hatta, bir zamanlar Finlandiya'nın muhteşem göllerine bakan bir ma- likânede ikamet eden Sibellus' un, bu harikulade manzara muha, lesini tahdit etmesin diye şimdi e— vini değiştirmiş, ağaçlar arasında, fakat daha geniş bir hayal ufkuna imkân veren bir yere nakletmiş ol- duğunu biliyordu. İneceği yere gel- diklerini kestırınce otobüsün şofö- rüne işaret e 5 Şurada durur musunuz ? Bes- tekar Sibelius'u ziyaret edeceğim. —- Sibelius'u mu dediniz ? "" — Evet!.. Gazeteciyim de... "— O halde mazur görün aziz dostum, sizi indiremiyeceğim. Zira onu kimsenin rahatsız etmesine gönlümüz razı olm Amerikalı gazetecı bu ise akıl erdirememişti doğrusu... Şoförün i- nadı karşısında şaşmamak elde de- ğildi. Dünyanın öbür ucundan kal- kıp tek bir mülakat için buralara kadar gelsin, sonra inatçı bir şo- för kendisine engel olsun... İçerle- memek mümkün müydü? Otobüs do aynı süratle yoluna devasa edi- yordu. Halbuki, Sibellus'la görüş- mek fırsatı, meslegının belki de en parlak günlerinden biri olacaktı. Hayalinde bu ziyaretin tablosunu şöyle çizmişti: İhtimal, erin ka- pısında bir uşak kendısını karşılı- yacak kutuphanede beklemesini rica edecekti. Sibellus'un kabul e- dip etmiyeceğini öğrendikten son- ra da onu bestekârın huzuruna a lacaklardı. Veya, Sibelius bizzat i- nip onu kapıda karsılıyabılırdı İri cussesıne, askervari tavırlarına rağmen onun son derece nazik, misafirperver bir liman olduğu ri- vayet edilirdi. Mamafih belli de olmazdı. Ziyaretinin kabul edilme- mesi ihtimali yok değildi. Sanatı İle meşgul olduğu zamanlarda Si- bellus'un titizliğini işitmişti. Hatta, besteci sekizinci senfonisini beste- lemiş olduğu halde, kendisi bayat- ta iken münekiddlerin rahat gö- AKİS, 17 Aralık 1955