cesi başlamıştı. Jeep-station'un ilk durağı Berlin Oteli oldu. Cemal Yıldırımın eşyaları alındı ve Adliyede İkin- cil mola verildi. Son merhale Merkez Cezaeviydi. Merkez Cezaevinde Komisyonun kazazedelerini Başgardiyan İlyas Mert karşıladı. Beni bir evvelki mi- safirlikten iyi tanıyordu. İçeriye aldı ve Başgardiyanlık edasında geliş sebeplerimizi sordu. Anlattık. Artık dı- şarıyla irtibatımız bilinmeyen bir zaman kadar kesil- mişti. Hiltonda bizi Beyhan Cenkçi ve eski hapishane arkadaşlarım karşıladılar. Hiltonda sabah pek çabuk oldu. Hep birlikte kal- kıldı. Yeni bir Nisan günü başlıyordu. Radyo açıldı ve yeni gelenler dışardan ilk haberleri aldılar. İstanbulda Üniversite ayaklanmıştı. Ankara kaynıyordu, Örfi İda- re ilan edilmişti. Yıldırımı ertesi gün ayrı bir yere koydular. Zira komisyon bu iki azılının tir arada kalmasına göz yum- muyordu! Tabii biz her gün haberleşiyor, mukadde- ratlarımıza uzanan çizgiyi birleştiriyorduk. Har de ihtilaftan men edilmiştik. Eşim ve ağabeyimle olsun görüştürmüyorlardı. . Daha mühimi, mektuplarımıza da müsaade edilmiyordu. Günler, Menderes Bulvarını arşınlamak ve düşünmekle geçiyordu. u arada, Cemal Yıldırımın bulunduğu revire geç- mek fırsatını ele geçirdim. ık her gün birlikte, gü- neşin doğmasını bekliyorduk. O güneş bir Mayıs sabahı doğdu. Kurtuluşa doğru O gece geç vakit yatılmıştı. Sabaha karşı omuzlarımın sarsıldığım hissettim. Ne oluyordu? Hemen ayağa fırladım. Bir yatak arkadaşım: — Kurtul bey kattan, dışarıya kulak verin" di- yordu. . "Dediğini yaptım. Duyduğum çok yalandan gelen silah sesleriydi. OGiyindim ve Cemal Yıldırımın odası- na koştum. Emekli Albay çoktan kalkmış ve giyinmiş- ti. O da dışarda neler olup bittiğini bilmiyor, fakat tah- min edebiliyordu. Tıpkı benim gibi... Hareket tarzımızı birlikte kararlaştırdık. İlkin Radyoyu açacaktık. Fa- kat Müdür odasında bulunan radyonun açık olup olma- dığı bizce meçhuldü.. Mahpuslardan biri koştu ve re- virin salonunda bulunan hoparlörün düğmesini çevirdi. Bir ses, idarenin Silâhlı Kuvvetlerin eline geçtiğini bil- diriyor ve halkı radyolarının yn davet ediyordu. Birden Cemal Yıldırımla sarıldık hüngür hüngür ağ- lamaya başladık. Dökülen yaşlar sevin yaşlarıydı. Ha- pishanede bir bayram havası esiyordu. Biraz sonra Hil- ton koğuşundan Beyhan da geldi. Asri Cezaevinde bulu- nan Ülkü ile temas temin edince keyfimiz tam oldu. Cemal Yıldırım hazırlanmağa koyuldu. İçimizde ilk çıkacak o olduğu için hep birlikte onun hazırlan- masına yardım ettik. Hapishaneciler Yıldırımın traş nan bir çocuk heyecanıyla kahverengi elbiselerini giy- di. Her dakika bir asır gibi geliyordu. Nihayet bekle- nen kurtarıcılarımız gözüktüler. Gelen sivil bir kurma yarbaydı. Sağ elinde tuttuğu tabancayı sallayarak koş- tu ve Cemal Yıldırıma sarılarak: "-— Albayım emrinizdeyim" dedi ve tabancayı Yıl- dırıma uzattı. İhtilâli yaşıyorduk. Manzara göz yaşartıcıydı. E- mekli Albay, eski silâh arkadaşını bir kere daha ku- cakladı v e: — Sende kalsın" dedi. Sonra İhtilâlin subayına beni takdim etti. a vazi ve sevimli bir adamdı bu. El sıkışırken, elleri zin titrediğini farkettim. Genç İhtilâlci bana döndü sel AKİS, 1 MAYIS 1961 u günleri sizin geçirdiğiniz meşakkatti günlere borçluyuz" -de- di. Gözpınarlarım artık isyan €- diyordu. İki damla yaşın ya- rıma doğru aktığını hissettim. Sonra onları yolcu, ettik. Artık hapishane hapishane olmaktan çık- mıştı. Beyhan ve ben yasak olan ilm yapmağa başladık. Bundan arazi bir zevk duyuyorduk. Evvelâ ayluları gezdik, sonra kısımlara gir- dik. Bütün cezaevinde ihtilal sevinç içinde karşılanıyordu. Şimdi iş, bizi de gelip alacakları saati beklemeğe kalıyordu. Menderes Bulvarını son defa arşınlamağa başladık. Radyo- dan inkılap idaresinin ilk tebliğleri- dan artık bol bol haber geliyordu. Biz burada misafirdik. Misafirlik gece saat üçe kadar sürdü. Tam bu saatte revirin kapısının şiddette vu- rulduğunu duydum ve hemen kalk- tm. Gelen, Cezaevi Müdürüydü. Hemen hazırlanmamı ve dışarıya çıktım. Avluda Beyhanı beni bek- ler buldum. O da şaşırmıştı. Doğ- rusu, bu saatte nereye götürüleceği- mizi bilmemek feciydi. Müdür ve biz ağır ağır ilerledik ve kapı altı- çıkmamı İstiyordu. Hazırlandım ve na indik. Burada gardiyanlar sarı yüzlerle bizi bekliyorlardı. Beyhan ile bakıştık ve sonra kapının açıl- masını bekledik. oÇıkacağımıza İ- nanmıyorduk. Kapının açılmasıyla içeriye bir makineli tabancanın u- zanması bir oldu. Bu tabanca, hür- riyet müjdecisiydi. Bir ses, gecenin sessizliğini yırttı; —— Aslanlara bak aslanlara! Kör olayım bu saati bekliyorduk. Ben bu sesi bir ay var ki duy- mamıştım, ama iyi tanıyordum. U- lusun fedakâr muhabiri Cenap Çeti- ndin sesiydi bu. Sonra diğerlerini gördük. Atilla, Teoman, Hüseyin Ezer, Nihat Subaşı, Bülent Ecevit ve Leylâ Çambel oradaydılar. Suya bırakılmış balıklar gibiydik. Her biriyle ayrı ayrı öpüştük, koldaştık. Flâşlar, parlıyor, bu mesut ânı tes- pit ediyordu. Otomobillere binildi. Bu defaki yolculuk eve idi. Karıma, çocuğuma, aileme kavuşacaktım. Yol boyunca genç Harbiyelilere rast- lıyorduk. Her Harbiyeli silâhım doğrultuyor ve soruyordu: "— Parola Gerimde oturan ila avaza çık- tığı kadar bağırıyor "— Parola İnkılâp, işareti top- ak!" Gün ağarmak üzereydi. Mem- ketin üzerindeki kara zulüm bulut- “ lan dağılmıştı. Sancar Kirişçioğlu Anıt Biberoğlu Dülger