MAZİYE BAKIŞ an mefhuma yok olmuştu-, bir ara dışarıda fevkalâ- de hâdiselerin cereyan ettiğini hissettim. Koyu kahve- rengi elbiseli, kısa boylu bir adam, Muhafız Kıtasının bulunduğu kısma koşuyor, emirler yağdırıyordu. GMC- ler dışarıya bol miktarda asker be nl Ortalık artık kararmağa ve bir ni yağmura B.M.M. bahçesini sulamağa başlamıştı, Saatlerin, 20.30'u gösterdiği sırada kapı aralandı ve iki polis me- muru nezaretinde dışarıya çıkarılarak tam karşıdaki odaya alındım. uz buçuk saattir aç ve susuz bek- letiliyordum. Yeni oda daha da geniş ve hayli kalaba- lıktı. Yalnızlıktan sinirleri gerilmiş bulunan beni tam kadrolu sivil juntanın karşısında ayakta durmağa ic- bar ettiler. Eski nezaketten eser kalmamıştı. Fert hak ve hürriyetleri artık kaale bile alınmıyordu. Evvelâ odadakileri bir süzdüm, sonra kendimi toplamağa ça- lıştım. Doğrusu bu pek güç oluyordu. Ortada bulunan uzunca büyük masanın tam başında, neşrettiği tebliğ- lerle şöhret kazanan Ahmet Hamdi Sancar oturuyordu. ol tarafında komisyon savcısı Kemal Özer yer almış- Yanda ise komisyonun sorgu hâkimliği vazifesini kabullenmiş Kemal Biberoğlu bulunuyordu. Zaten ilk söz düellosuna da Kemal Biberoğlu başladı. Biberoğlu ifademi zabıttan tetkik etmiş olmalı ki, benim komisyonu hiçe saydığımı ifade ediyor ve: Bu karşınızda gördüğünüz zat, baştan beri su- allerimize cevap vermekten kasıtlı bir şekilde imtina gimektedir- Lütfen riyaset makamı bu zata komisyo- uzun her şeyi yapmağa kaadir olduğunu, hattâ kendisini tevkif bile edebileceğini tebliğ etsin" diyor ve ilâve ediyordu: "— Tekrar soruyoruz, Cemal (Yıldırımın orijinal fikirleri, ekzantrik tasavvurları nelerdir?" Mesele anlaşılıyordu. Bunca tazyik, bunca asap bo- zucu tedbir hep istenileni söyletmek içindi. Komisyon için insan hak ve hürriyetleri diye bir şey yoktu. Bu bakımdan Kemal Biberoğluna anlıyacağı lisanla hitap etmek farz olmuştu. Zaten karar peşinen alınmıştı. Pi- lâvdan dönmenin faydası yoktu. Biberoğlunun mev- hum iddialarını şiddetle reddettim ve — Cemal Yıldırımı ömrümde bir kere bile gör- medim. Ancak iktidar borazanlarının feryadı figanı bi- zi bu politikacı üzerine eğilmeğe davet etmiştir" dedim ve ilâve ettim: "— Kaldı ki, parti içinde hareket tarzı taraf muz- dan tasvip görmese bile, Cemal Yıldırımın haksızlığa uğramış heyecanlı, vatansever ve idealist bir politikacı olduğuna görmemek için insanın kör olması gerekir." Bu sözler, havanın daha da elektriklenmesine se- bep oldu. Tam bu sırada, girdiğim kapının yavaşça açıl- dığını hissettim ve başımı gayri ihtiyar! o tarafa çevir- dim. Geç kalan bir komisyon üyesi toplantıya geliyor- du. Anlaşılan, bu ehemmiyetli sorguda o da kendi pa- yına bir şeyler yapabileceğini zannediyordu. Bu iriyarı, esmer ve bıyıklı adamı tanıyordum. Gözgöze geldiği- mizde tiksinti duydum. Gelen Bahadır Dülgerdi ve beni bu komisyon önüne çıkaran D.P. nin basın mütehassıs- larından sayılıyordu. Dülger aheste adımlarla salonun dip tarafına gitti ve rahat koltuklardan birine otura- rak AKİS'in 299. sayısını okumağa koyuldu. Yeni hü- cumlara karşı kendimi hazırladım. Dülger tetkikini bi- tirmiş olmalı ki gayet sakin, 'koltuğunda doğruldu ve bana hitaben: Kurtul bey, biz bu işlerin kimin başı müşkül çıktığını biliyoruz. Siz ise saklıyor ve kendinizi mü: durumlara sokuyorsunuz" dedi ve sempatik olmağa, ye lışarak ilâvet etti: — Ben sizin bir büyük ağabeyinizim. istikbalini. 20 zi düşünün." Kemal Biberoğlu atıldı: "— Bu zatta akıl ve izan yoktur Bahadır bey. Biz gene kendi usüllerimizi tatbik edelim." ımdı: ufak adama bakıyordum. oUsüllerinin ne en düşünmedim bile. Kemal “Biberoğlu de- vam git “Cemal Yıldırım suçu senin üzerine yıkıyor, sen onu müdafaa ediyorsun. Aklınsıra bize avukatlık mı yapacaksın? Hem bunu aklından çıkarma, burası Top- lu Basın Mahkemesi değil." Birden başımın döndüğünü, gözlerimin karardığını hissettim. 15 kişilik salonda sadece bu ufak adamı se- çebili; yordum. Cevap veremedim. Gene Biberoğlu ko- nuştu "— Şahidin, Ria yemenin maksatlı olarak kaçındığım zapta geçiri Daktilo makinesi çalışmağı başladı. Önüme biraz sonra birkaç sayfa uzatıldı. unlar benim ifadele- rimdi. Okumak isteyince, Biberoğlu: "— Ne söylediyseniz, o yazılır" dedi. ikinci oturum da bitmişti. tekrar iki polis refakatinde mecburi ılmamı uygun buluyordu. Tam bu sı- rada bir başka odada bir başka tahammüllü insan da aynı ıstırabı çekmekteydi. Bu, Cemal Yıldırımdı. ..ve tevkif Nihayet beklenen saat geldi, beni tekrar odadan çı- kardılar ve Komisyonun huzuruna götürdüler. Sa- londa bu defa pek ciddi bir hava vardı. Kimse konuş- muyordu. Nihayet Ahmet Hamdı Sancının bed sesi du- yuldu. Sancar elindeki kararı okudu. Bu karar Kurtul Altuğun, şehade tten imtina suçundan süresiz olarak tevkif edildiğini derpiş ediyordu. Ayni dakikalarda bir haşka tevkif kararı daha ek- iliyordu. Cemal Yıldırım da tevkif edilmişti. İki kader arkadaşı, odalarında, gidecekleri saati beklemeğe baş- ladılar. Takriben on dakika sonra bulunduğum odanın kapısının bir tekme ile açıldığına ve yanımdaki polisin şaşkın bakışları altında Ekrem Anıtın içeriye girdiği- ne şahit oldum. Anıt içkiyi biraz fasla kaçırmışa ben- ziyordu. Yahut, bana son gözdağını verme vazifesini « üzerine almıştı. Hemen haykırdı <«— Ulan it, sen beni tanıyor musun?" "— Evet, siz Ekrem Anıtsınız" "— O halde dinle! Benim elimden ne komünistler ne yim geçti, biliyormusun!" rusu ben, Ekrem Anıtın mârifetleriyle pek ilgi lenm iğ değildim. O sırada beni bekleyen kızımı ve herşeyden habersiz Em düşünmekteydim. Anıt de vam ett — Evli misin?" — Evet, bir bir bir yaşında kızım var" Anıt fırsatı yakalan ştı — B: değil mi “sana? Gel hakikati bana söyle de, içerdekilerden senin için şefaat dileyeyim" Bu sözlere karnım toktu. Anıt gene istediğini elde edememişti. Bu defa başka bir metod denedi: '— Dışarda Örfi İdare ilân edildi. Buradan çıkın- keri Cezaevine gideceksin. Orada seni bülbül gibi söyletirler. Onun için, ne biliyorsan söyle? Fakat bende iş yoktu. Dışarı çıktı. Bir kaç dakika sonra da beni almağa geldiler. Yolculuk başlıyordu. Dış kapıda Cemal Yıldırım ile ilk defa karşılaştık, bir- birimize tebessüm ettik. Bir jeep-station bizi bekli- yordu. Beş polis refakatinde jeep-statton'a yerleştik. Dışarıda Nisan yağmuru hâlâ çiseliyordu. 28 Nisan ge- AKİS, 1 MAYIS 1961