Borcum var. Ona göre çalışmak, toplumuma yararlı olmak zorunda- yım. Hem ülke içinde hem dışında. Hepimiz böyle olmalı değil miyiz?" Konuşuyor, konuşuyoruz. Takvi- min yaprakları bir bir geriye çevri- liyor. Suna Kan, gözleri dalgın, ço- cukluk olmayan o çocukluğunu an- latıyor. 1940 yılında Ankaraya gelmişler. Babası Nuri Kan ala Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkes- trasında çalıyor. (o Cebecide bir ev tutmuşlar. Sunacık o zamanlar da- ha dört yaşında mini mini, kışlı, sevimli, tonton bir kız, Ada- nada doğmuş. Yıl 1936. Kadın ya- şım söylemek biraz zor İş. Biraz da tehlikeli ama ne yapalım ki, sanatçı olunca yaş saklamağı güç oluyor. Üstelik Suna Kan için daha bir teh- like de yok bu konuda! Sunanın annesiyle babası kızları- nın sokakta oynamasını istemez- ler. Sokak çocuğu olmak tehlikesi var. Çocuğa bir eğlence gerek. Al- ın eline bir şey sokağı unutsun e- vin içinde oynasın dursun. Nuri bey, kızına oyuncak almayı düşününce aklına ilk gelen keman olur. Baba kız elele tutuşurlar, Ulusun yolunu tutarlar. Ulusta mandolin, keman falan satan bir dükkândan içeri gi- rerler. Kemancı Nuri bey Sunacığı- na, oyuncak olsun diye çeyrek bir w keman alır. Alır kemanı, verir Su- nacığının eline. "İşte sana oyuncak. Oyna bakalım. Sokağa çıkmak yok!" Gerçekten Sunanın elinde keman bir oyuncak olur. Oyuncak gibi kul- lanır onu. Dinleyenin aklını başın- dan alacak bir ustalıkla, yetenekle kullanır. Yaş beşbuçuk, altı. Suna Kan keman dersine başlar. İlk öğ- retmeni babasının arkadaşı olan Hulusi Karsel. Suna A'yı belleme- den Do'yu Re'yi, yay çekmeği bel- ler. Bir sure sonra gene orkestra- da kemancı ve Konservatuvarda öğretmen olan Walter Gerhardt'ın öğrencisi olar. Birbuçuk, iki yıl da onunla çalışır. Gerhardt İstanbula gidince Gilbert Back'den ders al- mağa başlar. O da orkestrada ke- ncı. Bu yıllarda Suna Kurtuluş İlkokuluna da başlamıştır. Yay çek- meği, nota okumayı iyiden iyiye belledikten sonra şimdi sıra A ile B yi bellemekte. Gilbert Back'le bir buçuk iki yıl geçtikten sonra İzzet AKİS, 24 NİSAN 1961 Albayrak da üç dört ay Sunaya ders verir. Sonra Liko Amar'la ça- lışmağa başlar. 1948 de ilkokulu bitirdiği zaman, Buna "büyük ke- mancı"lığın eşiğindedir. Liko A- mar'la çalışması 1949 yılma dek sü- rer. Sunanın kemanım dinliyenlerin gözleri yuvalarından uğrar. Gerçi Suna evcik oynamamıştır, kaydırak oynamamıştır, çağla hırsızlığı ya- pamamıştır ama o İlk başladığı çeyrek kemanla nice yürekleri ağza getirmiş, nice kişileri yerinden oy- natmıştır. Demek Suna onbir oniki yaşında. Bir de o yıllarda Sunadan da küçük, beş yaş kadar küçük bir "harika"nın piyanonm tuşlarından çıkardığı sesler vardır. O da İdil Biret. Sonra Büyük Millet Mecli- sinden çıkan bir kanun bu iki "ha- rika çocuk"un adını alır. "Suna Kan - İdil Biret” kanunu. Bu üstün ye- tenekli çocukların yetişmesi gerek. Ulusca desteklenmesi gerek. 1949 yılında İdille Samı Parisin yoluna tutarlar. Paris Milli Konservatuva- rının minicik öğrencileri olurlar, şimdi Sona diyor ki: "Ben hiç ha- rika çocuk olmadım. Ne demek ha- rika çocuk? Beş yaşında kemanı vermişler elime, biraz da yeteneğim varmış, çalıştırdılar, çalmağı 6öğ- rendim." Bakıyorum, bunu söyler- ken alçak gönüllü görünme gibi hiç bir çaba yok kendisinde. Hiç ama. "Harika Çocuk" olmadığına sevini- yor. Sonra Sunanın Paris serüveni başlıyor. Üç yıl in Milli Kon- ayarında okum Öğretmeni ü kemancı Gabriel "Bonillon. 1952 5 bitirme sınavlarına giren yirmi- den çok kız öğrenci arasında birin- cilik almış. Bu konservatuvarı bi- tiren ilk Türk, Suna. İş bununla bitmiyor. Konservatuvarı bitirdik- n sonra da 1957 yılına dek Bou- illon'la birlikte çalışmış. Bu arada müzik kültürünü geliştirmiş. 1956 yılında öğretmeni Bouillon'- la birlikte, yedi yıl görmediği Tür- kiyeye gelmiş. İkisi Ankarada, biri İstanbulda olmak üzere üç konser vermiş. "Bu a, heye- canımı hiç unutamam" diyor, “bir yandan yıllardır görmediğim mem- leketime duyduğum özlem, bir yan- dan konserin heyecanı!" Bu kon- serleri verdikten sonra öğretmeniy- le Parise dönüyor Suna. Daha ça- lışacak. Bir yıl sonra, 1957 de yar- da dönecek ancak. 1954 ile 1957 yıl- lan arasında da dört uluslararası yarışmaya katılmış. İlkin Cenevre- de, 1954 de, Uluslararası Müzik rışmasına kakilmi mış. Yarışm iki a Fi uhalardan ke- . Çe ıyasıya bir ma ia. Birincilik Suna Kanda. İkincisi 1955 de İtalyada "Viotti Yarışması". Buna katılanların sayı- sı da 150 kadar. Suna Kan e bi- rinci. 'Bu birincilik Sunaya İtalya- da iki konser turnesi yapmak im- kânını da kazandırıyor. İki turnede yirmi konser. Bütün İtalyayı, aşağı yukarı, bir uçtan bir uça dolaşmış. Alkış ve hayranlık! Hep sonuç bu! Bundan bir yıl sonra Münihte ya- pılan Uluslararası Yarışmada İkin- ciliği var. Birinci bir Alman kızı olmuş. "Benim için, diyor Sun. nemlisi 1957 yılında eğ katıl. dığım Margaret Long - Jacguces Thibaud Yarışmasıdır. Örür yarış- malardaki birinciliklerimden daha önemli, benini bu yarışmada aldı- ğım derece. Buna da çeşitli ulus- ların ikiyüzü aşkın kadın erkek ke- mancısı a mıştı. Ruslar çok ge- ş bir kadroyla gelmişlerdi. Yarış- ına ai ani, yapılıyordu. Kılı kırk yaran bir jüri vardı. Çalınacak parçaların bir kaçını jüri veriyor. iyor. Öbür parçala seçiyoruz. İlk elemeden elli kişi kal- dık. İkinci elemede 25 kişi daha e- lendi. Üçüncü elemeden sonra ge- riye san yedi kişiy di. Dereceler ece ala- e çalmağa başladık. İlk dört derece- yi, Ruslar kazandı. Beşinci ben ol- dum. Altıncı bir Çek. Yedinci gene Rus. Yedi kişi içinde tek kadın sa- natçı bendim. Öbürleri hep erkek. Bu yarışmadaki beşinciliğimi, öbür yarışmaların birinciliklerinden üs- tün tutarım hep." Suna Kan böyle diyor. Hakkı da yok değil. Mayıs içinde Rusyaya gidecek. Programına Ahmed Adnan Saygu- nun, İlhan Usmanbaşın, Ulvi Ce- mal Erkinin eserlerini almış. Önü- müzdeki günlerde a yolcu. Suna Kanı kemanıyla seviyor kişi. Hayran kalıyor. Ama bir konuşun- ca, sevginizle hayranlığınız bir kat daha katmerleşiyor. 31