Bir musibet bin nasihattan... gittikleri köylerde hangi nisbette okuma yazma öğretebildiler, meçhul. Ama, cemiyetimiz içinde 27 Mayıs inkılabından sonra boy gösteren ve meşhur 14'lerin başını yiyen bir takım tat- lı su aydınlarının Oo tavsiyelerindeki oisabet nisbetini gözler önüne başarıyla serdiler. Salonlarda iki parça ipekli kumaşla üç viski bardağı arasında memleketin ne kadar derdi varsa hepsini "cesur davranmak ve o kaygısı (oOtaşımamak" suretiyle (o halledebileceklerine inandırılanlar, şüphesiz bu aydın gençlerin serencamı karşısında kağıt üzerinde plân yapmakla buna ger- -eklere tatbik etme arasında bir farkın bulunduğunu anlamışlardır. Bu farktır ki bir mesleği, daha, doğrusu bir sanatı doğurmuştur: Hükümet etme mesleği, hükü- met etme sanatı. Mesele sâdece "akıl etme"den ibaret olsaydı, devlet adamlığı pek ucuzlardı. . Ordu saflarında kendilerine ihtiyaç bulunmayan aydın gençleri köylerde öğretmen olarak kullanma fik- ri asla yabana atılacak bir fikir değildir. Bunun bir kaç cephedeki faydası çok belirtilmiştir. Son iktidarın ye- dek subaylık hakkını "zümre avı"nın bir vasıtası ola- rak mütemadiyen genişlettiği ve ortada içinden çıkıl- uaa bir durum bırakarak çekilip gittiği de doğrudur. Bu hakkı geri almanın, o hakkı vermekten bin kere güç bulunduğu ise muhakkaktır. Yedek Subay Öğret- menler, aslında pratik bir hal çaresi teşkil etmiştir. Ha- tâ bu yolu ancak oy kaygısı taşıyan geçici idarenin tutabileceğine, politikacınla mutlaka çirkin bir adam olduğuna inanmaktan doğmuştur. Böyle düşününce is- tikbâl üzerine ipotek koymaktan çekinilmemiş, iki ayak bir pabuça sokulmuş, hiç bir hazırlık yapılmaksızın "memleketimizi muasır uygarlık seviyesine temellerden biri" sözüm ona atılmıştır. tatbikat ve bu tatbikatın ortaya çıkardığı geniş peri- şanlık memleket realitelerini görmekle onlara nüfuz etmenin aynı şey olmadığını ispat etmiştir. | İnşallah anlaşılmıştır ki iyi niyet, en halisane duygular, tamar mile vatansever fikirler memleket idaresinde başarı sağlamaya yetmiyor, Elzem olan bunlara, çirkin olma- yan politikacılara has "el omehareti"nin de eklenmesi gerekiyor. Bir defa, yedek subaylık meselesini oyla işbaşına gelmiş bir iktidarın halledemeyeceğini düşünmek De- mokrasiye inanmamak demektir. Yahut, en azından, Demokrasinin bizim memleketimizde asla iyi işleye- meyeceğinden, her iktidarın Menderes iktidarının pren- slplerince yürütüleceğinden korkmaktır. Bir memleke- tin esaslı davaları, oyla işbaşına gelen ve kalması oya bağlı bir iktidar tarafından ele yacak olsaydı hiç Demokrasi bütün sistemlerin en az fenası sayılabilir miydi? Düşünce tarzının temeli yan- lıştır. Oy, memleketin esaslı dâvalarına el atmayan değil, el atan iktidarlara verilir. Ama maharetle, ba- siretle ve virtüözite göstererek bu işleri başaran ikti- darlara.. Idare-i maslahatın çirkin politikacıları nere- ye götürdüğü Yassıada tecrübesinden sonra da görül- mezse, memleketin bir ikinci Yassıadaya ihtiyacı var demektir. Ama o saman bile İhtiyaç, "oy kaygısı taşı- mayan iktidar'a değildir, oyy kaygısı demek mesuli- yet hissi, bir işi mutlaka en iyi şekilde yapma mec- buriyeti demektir. Sistemin fazileti buradadır. Yedek Subay öğretmenler, AKİS, 20 ŞUBAT 1961 Yedek Subay Öğretmenler, niçin çektikleri cefaya kıyasla hiç mesabesinde verisi sağladılar? Buna cid- di bir teşhis koymazsak hatalı yollardan ayrılamayız. Yedek Subay öğretmenler çektikleri cefaya kıyasla hiç mesabesinde verim sağladılar, zira bir sosyal konu olan dâva "Japonu Busun üzerine saldırttin mı herifte şafak atar; Amerikanın tekmesini de vuracaksın Çinin beline..." ye benzer bir basite irca gayreti içinde düzen- lendi. "Adamları askere almıyor musun? Kıtalara sev- kedeceğine gönderirsin köylere. Orada öğretmenlik ya- parlar, Okuma yazma nisbetin şu kadar mı, bir devre- de bu çıkar şu kadara..." diye kolları sıvamak o "dev- let adamının, el mehareti" iyi niyete eklenmediğinden bir muhteşem fiyasko olup üzüntü vesilesi halinde geri tepivermiştir. Köyde öğretmenlik bir sanat olmasaydı, kendisi okuma yazma bilen herkes köylü çocuklara okuma yazma öğretebilseydi, bunun için tecrübe veya bilgi gerekmeseydi Köy Enstitüleri diye omüesseselere ihtiyaç olur muydu? Bir okul bir binayla bir kaç sıra ve iskemleden ibaret bulunsaydı, hiç kimse ders mal- zemesi kullanmasaydı Milli Eğitim Bakanlıklarına lü- zum duyulur muydu? Bir köye bir "tıfıl başıbozuk" gelince bütün köylüler ona kucak açıp, "Yaşa, irfan or- dusunun eri.. Kızlarımızın oğullarımızın etleri senin, kemikleri benim. Onları bir güzel yetiştir, aydınlat" deselerdi gerici cereyanlardan korku mu kalırdı? Bu realitelerin biç birini göz nünde ix sanki senden evvel hiç kimse bunu düşünmemiş gibi XX. as- rın ikinci yarısında mer. ii bir Kristof olomb edasıyla "Kar diye bağırarak tek- nendeki gençleri dört bir farla dağıtıvereceksin. Ne- tice, elbette ki hüsran olaoaktır. Şimdi, tecrübeden şüphesiz ders alınacaktır. İhti- mal ki Yedek Subay öğretmenler evvelâ bir eğitime tâbi tutulacaklardır. İhtimal ki gerekli malzeme ken- dilerine verilecektir. İhtimal ki üzerlerinde otorite sağ- layacak bir kisve bulunacaktır. O zaman, sayıları bun- ların sağlanması nisbetinde azalacak, hayalleri yerleri- ni gerçeklere bırakacak, başdöndürücü rakkamlann kâğıt üzerinde kaldılar mı zerrece fayda vermediği anlaşılacaklar. Ama ilk talihsiz tatbikatın davanı -ve kudret sahiplerinin- prestijlerine zarar getirmediği söylenebilir mi? "Bu adımın atılması lâzımdı, İşte, atıl- dı. Kusurlu oldu, kusurlar düzeltilir" demek İmkân- sızdır. İyi hükümet etme sanatı kusurları düzeltme fa- zileti değil, kusursuz tasavvuflarda bulunma mehare- tidir. Bakınız, Maliye Bakanı yeni vergilerdeki aksak- lıkları giderecek heyetin kurulduğunu, dışardan müte- hassısların gelmekte olduğunu söylüyor. Bunlar sistem ilân edilmeden yapılacak işlerdir. Hele iktisadi ve mali sahalarda, hatâların akisleri çok çabuk yaydır ve sonra dağıtmaz Zararın neresinden dönülse kâr sayılacağı doğrudur. Ancak Yedek Subay Öğretmenler dört başı mamur bir hazırlıktan sonra gönderilseydi de içlerinde yanan alev söndürülmeseydi, ihtisas heyetleri vergi sistemleri üzerinde çalıştıktan sonra bunlar ilân olun- saydı da o korkunç keşmekeş doğmasaydı ve hepsinden mühimi, hatâların düzeltilmesinin prestiji sarstığı yo- lundaki pek yanlış inanç mevcut bulunduğuna göre bü- tün ikazlara rağmen hata işletmekte inat gösterilme- seydi pek mi fena olımlu?