YASSIADA DURUŞMALARI teşekkil bir heyete (oBaşbakanlıktaki çelik kasaları açıp içindekileri incele- me vazifesi verilmişti. Heyet, bir ta- nesi hariç bütün kasaları açmıştı. Geri kalan kasayı açmamasının se- bebi, bunun üzerinde "Tarihi vesika- ları muhtevidir" ibaresinin bulunma- sı olmuştu. Hâkimler tereddüt etmiş- lerdi. Acaba o kasayı da açabilirler, orada bulunması gereken devlet sır- larına vakıf olabilirler oOmiydi? Bu- nun üzerine (o kendilerine yeni yetki verilmişti ve kasa açılmıştı. İçinde bir zarf vardı. Savcı Öztürk "Yumu- şak bir zarf" diye tasrih etti. İtinay- la kapatılmıştı ve kenarları bizzat Adnan Menderes tarafından imzalan- mıştı. Zarfın ehemmiyeti hakimleri gene duraklatmıştı. Kim bilir nasıl hayati bir vesikayla karşı karşıya ka lacaklardı. Nihayet, açmak kararı vermişlerdi. İşte, o yumuşak zarfın muhtevası 13 Ekim 1960 tarihinde iddia makamının eline geçmişti, Öz- türk edebi bir şekilde bunları naklet- tikten sonra "Şimdi, zarfın. içinden çıkanları gösteriyorum" d Teatral jestlerle zarfı açtı, için- den beyaz renkte bir başka zarf çık- t. Onun kapağını kaldırdı ve ilk nes- neyi eline alarak havaya kaldırdı. Bu, lekeli, beyaz renkte bir kadın donuy- du. Savcı "Küçüklüğüne bakılırsa genç bir kimseye ait olacak" diye iza- hat verdi. Donu bir çift ipekli kadın çorabı takip etti. Daha sonra küçük kartlar göründü. Bunlar çıplak kadın resimleriydi. Düşük efendinin "Tari- hi vesikalar kasası"ndan çıkanlar, iş- te bunlardı. Salonu derin bir süküt kapladı, Herkesin ağzı hayretten bir karış a- çılmıştı. Sanki bir yere bir bomba düşmüştü. Fahreddin Öztürk şöyle devam etti: — Menderesin Meclise gelmeme- sinin sebebi buydu. Gelmiş geçmiş Başbakanların en çalışkanı olduğunu, gece gündüz memleket hizmetinde bulunduğunu propaganda ettirirken Başbakanlıktaki dairesinde bunlarla meşguldü. Hiç kimseyi bulamayınca da çıplak kadın resimlerine bakıyor- du. Kendisinden sorulmasını istiyo- rum: Bu eşyalar kime aittir?" Başkan, eşyayı bizzat gösterip zapta geçirmek için bunları talep et- ti Ancak bu sırada Burhan Apaydı- bu memlekette Başbakanlık yapmış- tı. Elinden geldiği kadar yurdun hay- rına, iyiliğine çalışmıştı., vs., vs.. Aaa! Herkesin hayret dolu bakışları ara- smda Apaydın 27 Mayıstan önce Za- fer veya Havadis gazetelerinde yaz- dığı yazıları tekrarlamaya başladı. 24 Başkan "Efendim, bunların alâkası yok.." diye kesmişti ki düşük avukatı meşhur cümlesini söyledi. Hani cev- her ve kıymet üzerine olanı.. Salonun tavanları kahkahadan ve yuha seslerinden çınladı. Düşük avu- katının o edebiyatı ücret ve menfaat mukabili yaptığı günlerle bugün ara- sında bir 27 Mayıs hâdisesinin cere- yan etmiş olduğu açıktı. Apaydın, iş- te bunu unutmuştu. Ama derhal söz alan savcı meseleye vuzuh veren bir bilgiyi, Başkanın itirazına rağmen düşük avukatını tanımayan dinleyi- cilere vermeye muvaffak oldu: Bu Burhan Apaydın, zaten düşük Başba- kanla menfaat ortaklığı kurmuştu ve bunlar yakında açıklanacaktı. Ba- şol, iddia ile savunma arasındaki kav- gayı yatıştırdı. Hâkimler heyeti de don meselesinin bahis-mevzuu edil- memesine ekseriyetle karar o verdi, Başol, kararı tefhim ettikten sonra iade "malzeme"yi iddia makamına etti: m zım olur başka bir dâvada lâ- Beklenen karşılaşma giz. "Beklenen karşılaşma'ya gel- mişti. Hakikaten, sabahtan beri herkesin aklında olan düşük Başba- kanla eski oynaşının nasıl karşılaşa- cakları, birbirlerine karşı ne şekilde davranacaklarıydı. Bakışacaklar mıy- dı, bakışmayacaklar mıydı? Acaba aşk hâlâ devam ediyor muydu? Ay- han, bir zamanların kudretli sevgili- Aydan Yassıadada Vuslatın başka alem... sini çökmüş ve silahlı askerlerin ara- sında kuzu gibi oturur görünce göz yaşlarını tutabilecek miydi? Her hal- de, Başkan Başol tanık Ayhan Ay- danın huzura alınmasını emrettiğin- de bir heyecan dalgası salonu bir baş- tan ötekine kapladı. Dilber soprano- nun girişi gecikince merak büsbütün arttı. Nihayet salonun denize bakan ve Menderesin sağ tarafına gelen ka- pısından orta boyu, dolgun vücudu, zarif ve kendinden emin adımlarıyla meşhur Ayhan Aydan sökün etti. Bir deniz gediklisi kendisine yol gös- teriyordu. Sanıklara ait kısma bak- maksızın yürüdü, tanık mikrofonu- nun başına geldi. Ayhan Aydanın üzerinde o gün açık bej bir tayyör vardı. Kızıl saç- ları beyaz yünden beresinin altında parlıyordu. Makyajı itinalıydı ve ye- rindeydi. Elinde gene bej, büyük bir çanta vardı. Ayakkabıları da renkti. Ünlü soprano ertesi gün kı- yafetini odeğiştirdi. Belki (havanın yağmurlu olması dolayısıyla, o belki de umumi efkârın ve eski dostunun karşısına arka arkaya iki gün ayni kılıkta çıkmak istemediğinden.. Ha- kikaten duruşmaların ikinci gününde Ayhan Aydanın sırtında beyaz bir pardesü vardı ve başını sarı bir eşarp- la örtmüştü. Salon ısınıp ta pardesü- sünü çıkardığında altında şık bir ma- vi elbisenin bulunduğu göze çarp- tı. Dramatik soprano mikrofonun ba- şında artistik bir o tavır takınarak durdu. Çantasını yandaki sandalya- nm üzerine bırakmış, ayaklarından birini öne atarak bir bacağını hafif- çe kırmış, öteki bacağını dik tutmuş- tu. İhtimal bacakların muntazam gö- rünmesi için en elverişli duruşun bu olduğunu güzellik omütehassısları çoktan tesbit etmişlerdi. Büyük aşkın devam ettiği sırada Menderesin "Mon golum" diye hitap ettiği çekik gözlü, elmacık kemikleri çıkık genç kadın güzel olmaktan ziyade hoş, tatlı ve sevimliydi. Bunlar, Suzan Sözende bulunmayan hasletlerdi. Ama Ferit Sözenin bahtiyar eşinin güzelliği ve yıldızında ceye tetkik eden dinleyiciler bir anda bu hükme vardılar. Aşkın göz yaşlan Apa Aydan son derece serbest ve rahat konuştu. Sanki Devlet Ope rasının sannesindeydi ve meselâ La Traviata'yı oynuyordu. Hayatında bir erkeği sevmiş şuh ve hafif bir ka- dın rolündeydi. Aşkını itiraftan çe- kinmediği gibi aşkı uğrunda her şeyi yapabileceğini de dikkatle belli oedi- yordu. Konuşurken tayyörünün ceke- tinin kumaştan kemeriyle oynadı, fa- kat dönüp sanık mevkiindeki Mende- AKİS, 4 KASIM 1960