YURTTA OLUP BİTENLER lardı. Kelimenin tam manasıyla bir asker olan Akkoyunlunun işte, bunu aklı alınıyordu. (Akkoyunlu sözünü gene hastalık üzerine getirdi ve: "— Biz hastayız arkadaşlar. Or- dinaryüs profesörümüz de hasta, şu- yumuz da, buyumuz da.," dedi. Akko; udan sonra öl Muzaf- fer Yurdakuler aldı. Sevimli Albay son derece sakindi. Ağır ağır, kelime- lerin üzerine basa basa konuşuyor ve Akkı unun aksine, sesini çok ha- fif çıkarıyordu. Albayın o söyledikleri başkaydı. Yurdakuler, yaptıkları ha- reketin a üzülüyor- du. Şöyle — Be en umardım ki bütün Türk milleti bizi destekletin. Malümat aldı- ğımız zevatın kimlerini açıklamıyo- ruz. Biz fedakârlığa katlanmakta da- vam ediyouz. Eğer hata varsa, bunu, İhtilalin kefareti olarak kabul etmek lazımdır”. Ahmet Er konuştuğunda toplan- tnın havası adamakıllı ısınmış, öğ- rencilerle Komite üyeleri (o karşılıklı dertleşmeğe başlamışlardı. Doğrusu istenirse, Milli Birlik Komitesi Üyele- ri, talebe temsilcilerini çetin ceviz sanmışlar ama, pek yumuşak bul- muşlardı, öğrenciler, â denilebilir ki mensubu ortaya atıldı ve bir sual sor- du: “- İşi niçin bu kadar ani ve seri yaptınız?" Böyle suallere pek seri cevap ver- mekle şöhret bulan Özdağ, arkadaş- larının önüne geçti ve meşhur tebes- sümünün Ka ara NX r beyin ameliyatı yapıyoruz. Tedrici olr mu?" dedi. Tartışmanın bundan sonrasında Komite üyeleri (savunmayı bırakıp taarruza kalktılar, öğrencilere tat- min edilip edilmediklerini o sordular. Başka istedikleri var mıydı? Daha nelerin açıklanmasını arzu ediyorlar- di? Eğer içlerinde bir şüphe kaldıysa onu da izale etmek vazifeleriydi. U şeklindeki masanın etrafındaki - leri aimdi bir tereddüt sarmıştı, renciler konuşmakla konuşmamak a- rasındaydılar. Bir şey söylemeği bir- birlerine bıraktılar. Büyük U masa birbirlerine bakıp duran gençlerin mütereddit hareketleriyle (kaplandı. Nihayet gençler, tatmin olduklarını söylediler! Ancak dışarı çıktıklarında duru- mun hiç de öyle olmadığı görüldü. Talebe temsilcileri Meclisin koridor- larında bülbül kesudiler, Hele Akko- yunlunun sözlerine pek üzülmüşlerdi. Yarbay neden öyle kesin konuşmuş, neden, geriye dönülmiyeceğeni ve ne olursa olsun yola devam edileceğini 14 Bedrettin Tuncel Habersz bakan söylemişti ? Bir uzlaşma mümkün de- gil miydi, İşte, bunu anlamamışlardı. Yüksek kademe konferansları İstanbulda ve Ankarada M.B.K. nin genç üyeleriyle talebe temsilcileri dana ziyade yatın verdiği tatlı heye- can ve bir karşılıklı münakaşa hava- sı içinde görüşürler, anlaşma zemini ararlarken Başkentte bir başka te- mas yapılıyordu. Haftanın başındaki gün, saatlerin 14.30'u gösterdiği sı- ralarda ekserisi gözlüklü, yürürken bile düşünen insanların ağırlığında ve her hareketlerinden ilim adamla- rı oldukları belli dokuz kişi, Başba- kanlığın merdivenlerini ağır ağır tır- mandılar. Gelenler, Ankara Üniversi- tesi Senatosunun 147 öğretim üyesi- nin görevlerinden affı dolayısıyla or- taya çıkan meselede müzakereye yet- kili kıldığı heyetti. Heyetin başkanlı- ğını Prof. Necip Bilge yapıyordu. He- yette Anayasa Komisyonu üyesi Bah- ri Savcı, Ekrem Akur, Tahsin Ban- guoğlu, Cahit Talaş, Mahir Pamuk- çu, Kemal Gürsoy ve Cemal Tarıman da vardı. Devlet ve Hükümet Başkanı Org. Gürsel ile temin edilen randevu- larına, meselenin halli için çâre ara- mak üzere gelmişlerdi. Konuşma pek hararetli olmadı. Devlet Başkanı, he- yete peşinen, kanunun haklı olarak çıkarıldığını ifade etti.- Ama ondan sonra söyledikleri yüreklere biraz su serpti. Başkan şöyle demişti: — Bu kanun yürütülecektir. A- ma hatalı olabilir, eksik olabilir, faz- la olabilir. Eğer hata varsa, Üniversi- tenin de iştirakiyle düzeltme yoluna gidilir. En kısa zamanda düzeltmeğe hazırız." Başkanın sözlerinde büyük bir tâ- viz payı aramak yersizdi. Ama hiç değilse kapı açık bırakılıyor ve Ak- koyunlunun yaptığı gibi anlaşma im- kânı kökünden kesilip o atılmıyordu. Nitekim saat 15.15 sıralarında Baş- bakanlığın merdivenlerinden inen öğ- retim üyelerinin yüzlerinde, hafif de olsa beliren tebessüm bunun açık ifa- desiydi. Bahri Savcı durumu söyle ifade etti: "— Gürsel, meselenin Üniversite muhtariyeti çerçevesi dahilinde halle- dileceğini ifade etti. Bu da enteresan- dır." Becerikli şeytanlar Üniversite heyeti Başkanın yanın- dan çıktıktan sonra Gürsel, pek sevdiği gazetecileri durumdan haber- dar etmek için yanma çağırdı. Birkaç dakika içinde odaya dolan basın men- supları, elindeki Samsun sigarası ya.- rlanmış Generalin etrafını sardılar. Bu arada foto muhabirleri eğiliyorlar, kalkıyorlar, sandalyalann üzerine çıkıyorlar ve durmadan flâş parlatı- yorlardı. Başkan Gürsel gülerek, fo- toğrafçılara: "— Yahu, sizler ne kadar becerik- li şeylersiniz. Nereye saklansak, mu- hakkak bulup e Çekin bakalım resimlerinizi" de gün, gardrobundaki ki elbise- den açık renklisinin içine gri bir sve- ter giymiş olan Başkan pek neşeliydi. Basın mensuplarına, Profesörlerle ko- nuştuklarını anlattı, kanun hakkın- da söylediklerini tekrarladı. Sonra da, Üniversite heyetinin Mecliste, Komite üyeleriyle işi bir karara bağ- lamak üzere toplantıya gittiklerini söyliyerek geç kalmalarını ima et- ti. Başkan im di bir kah- kahayla şöyle bağ -— Haydi, sene malzeme buldu- nuz..." Mamafih, Başkan bu haberi ver- mekte geç kalmış sayılırdı. Zira Üni- versite heyeti basın mensuplarını ya- nından ayırmıyor ve onlara "Sizler notersiniz, gelin bakalım" diyordu. İşin ikinci perdesi Meclisin Tören Sa - lonunda başladı. Büyük ve zarif İşlemeli bir masa- nın iki ucuna aynı motiflerle süslü iki küçük masa yerleştirilmişti. Bir zamanlar Koraltanın kabul merasim- lerine sahne olan geniş edada bütün lâmbalar yakılmıştı. Küçük masalar- dan pencere önündekine Sezai O*Kan, Ahmet Yüdız ve Sami Küçük otur- dular. O'Kan sütlü kahverengi bir el- bise giymiş ve koyu kahverengi bir papyon bağlamıştı. Gri bir sveter, kı- AKİS, 4 KASIM 1960