hiddetli bir hava içinde -adamın hid- detlenmekte haklı bulunduğu duruş- ma sırasında ortaya çıktı ya..- oturan Fahri Atabeye baktılar. Uzunca boy- lu, sağlam yapılı, yakışıklı bir adam- dı. Lâcivert, kruvaze bir elbise giy- mişti. Ancak o kılığıyla ayağındaki kahverengi mokasenler tuhaf bir te- zat teşkil ediyordu. İki elini bacağının araşma sıkıştırmış, ne yapacağını pek kestirememeksizin oturuyordu. Formaliteler tamamlandıktan sonra Başkan kararnamenin okunmasını söyledi. Bir kâtip, hisli olmaya ça- lışan sesle Yüksek Soruşturma Ku- rulunun düşük (Başbakanla Zeynep Kâmil hastahanesinin eski başhekimi ve Menderesin candan adamı Fahri Atabey hakkındaki ithamlarını sıra- lamaya başladı. Düşük efendi tahta sandalyasının üzerinde dimdik ve ha- reketsiz oturuyordu. İlk onbeş daki- ka hiç, ama hiç kıpırdamadı. Sanki bir puttu. Gözlerini Başkanlık maka- mına dikmiş, öyle duruyordu. Daha sonra bir ara kollarını göğsünde ka- vuşturdu. Fakat yüzündeki mahzun ifade hiç değişmedi. Arada bir göz- lerini kapıyor, odalıyordu. Gözlerini açtığında ise bunları kırpıştırıyordu. Bu esnada salonda, bilhassa sos- yeteye mensup hanımlar arasında başka bir telâş vardı. Ordu Film Mer- kezinin fotoğrafçı ve film operatörle- ri objektiflerini (o dinleyici sıralarına çevirmişlerdi. Bunu farkeden hanım dinleyiciler derhal poz alıyorlar, saç- larını düzeltiyorlar, daha da güzel görünmek için ellerinden geleni esir- gemiyorlardı. Kararnamenin bir çok kısmı te- bessümlere yol açtı. Bütün dâvalarda olduğu gibi bu "Bebek Dâvası"nda da "ölü şahit" tabii vardı. Birisi biri- sine bir şeyler anlatmış, fakat anla- tan Allanın rahmetine kavuşmuştu! Gülmelere yol açan bir başka husus gayrımeşru çocuğun mezarlığa 0002 plâkalı meşhur Cadillac ile taşındığı- nın açıklanması oldu. Bir çok dinle- yici "Ne devlet, ne devlet!" diye söy- lenmekten kendini alamadı. Kararna- menin okunması bittiğinde, saatler tam 10.45'i gösteriyordu. Bir İtiraz ve cevabı ararnamenin okunmasını takiben K sorgulara geçmek gerekiyordu. Fakat daha evvel Burhan Apaydının söz istediği görüldü. Başkan isteme- ye istemeye söz verdi ve "kısa olacak" diye de tasrih etti. Zira düşük efendi ve avukatları mikrofon o başına bir geçtiler mi vinçle oradan ayrılmıyor- lardı. Burhan Apaydın mahkemenin vazifesi konusunda konuşacağını bil- dirdi. İddiasına nazaran Yüksek A- dalet Divanının böyle bir dâvayı gör- AKİS 4 KASIM 1960 mek hakkı yoktu. Bu, onun vazifesi değildi. Zira Menderese atfedilen suç Başbakanlık sıfatıyla alâkalı değildi. O halde? O halde dâvanın bir Ağır Ceza mahkemesinde görülmesine lü- zum vardı. Doğrusu istenilirse avu- katın een dinleyicilere muk- ni göründü. Bir " Dâvası"nın yeri Yüksek Adalet Divanı olmama- lıydı. Hâkimler heyeti bir ara kara- rı vermek üzere müzakereye çekildi. Bu sırada, kararnameyi dinlemiş ve dâvanın mahiyetine vukuf peydah et- miş kimseler (Bk. AKİS - Sayı: 326) heyetin avukatın talebine uymasını içlerinden temenni ediyorlardı. Gerçi o takdirde, gündemde de başka du- ruşma olmadığından şehre dönmek zorunda kalacaklardı ama, işin cid- diyetine halel gelmeyecekti. .Hâkimler heyetinin görüşmesi YASSTADA DURUŞMALARI Düşük efendi son derece ağlamaklı bir sesle başladı. Emekli dinleyiciler ilk duruşma gününü hatırladılar. O celsede de Menderes, bir aylık pehri- zin verdiği zafiyet -ve zerafet- içinde aynı tonla “"melekât-ı akliye"sini kaybetmek üzere bulunduğunu belirt- miş ve herkesi inandırmıştı. Hiç bir şeyden haberi yoktu. Ço- cuğun normal ölümle öldüğünü sanı- yordu. Bu konuda ilk defa sorguya çekilmesine kadar bir şey de duymuş değildi. Kararname bir takım istid- lallere dayanıyordu. Maddi hususlar eksikti. Hele Fahri Atabeyin çocuk öldükten sonra Ankaraya geldiği bü- tün tanıkların ifadeleriyle sabitti. O halde çocuğu nasıl öldürebilirdi ve kendisi onu ne diye azmettirmiş sa- yılırdı? İnanılmayacak derecede az konuşan düşük efendi "Maruzatım Ayhan Aydan İrtibat Bürosu önünde Yolculuk başlıyor hayli uzun sürdü. Bu sırada salonda gene ağır bir hava esiyor, hemen her- kes Menderesi seyrediyordu. Düşük efendi elleri bağlı, bekliyordu. Karar ancak 11.18'de tefhim edilebildi. Di- van, avukatın iddiasını reddediyordu. "Bebek Dâvası"na bakabilirdi, zira sanıklarla alâkalı her türlü dâvanın duruşmaları Yüksek Adalet Divanın- da cereyan edecekti. Sorguya başlamak için mâni kal- mamıştı. Mikrofonun başına Başkan evvelâ "Sanık Adnan Menderes'i ça- gırdı. Bir Başbakanın aşk hikâyesi alim Başol evvelâ bir hususu belirt- ti. Sorgu sırasında hiç kimse ko- nuşmayacaktı. Sorgunun bittiğini de Başol "sorgu bitmiştir" diye ilân e- decekti. Şimdi Menderes, kararname- ye karşı diyeceklerini söyleyebilirdi. bundan ibarettir" diyerek sustu. Baş- ka konularda durmadan konuşan dü- şük efendi bu konuda bir şey söyle- mek istemediği zehabım uyandırmak niyetindeydi. Herkes böylece "Aman yarabbi, adam ne centilmen! Aşk mü- nasebetleri hakkında da pek ketum" diyecekti. Ama Menderesin mâruz göründüğü "kelâm ishali" buna dahi cevaz vermedi ve Başkan bir kaç su- al sorunca düşük Başbakanın çenesi gene açıldı. O kadar ki, Ayhan Ay- dana dahi kalkıp sual tevcih etti. Başkan, hâdisedeki bâzı mübaye- netler üzerinde duruyordu. O öyle, bu böyle demişti. Fahri Atabeyin kaç- ta geldiği, çocuğun kaçta öldüğü hu- susları bir türlü tam olarak tesbit yenetler olur muydu ? Ertesi günkü 21